TZAMAİKA
Zamanı yerinde tutmak ve zorlandığımız geçen
hergün alehimizde işleyen bir sıkıntıdır.Oysa geçecek her saniyenin değeri o
kadar varlık sahibiydiki bizler yaşları gelmiş bu saatten sonra varlıksız
geçecek her zaman bir kayıptır bizler için.
Biz
diyoruz ben diyemiyoruz biliyoruzki ben olunca yitirip gideceğiz benliğimizi.
Denizler
ortasında ayaklarımız tek ayak üstünde bir kara parçasına tutunmuşuz adeta.Etrafımız
uçurum etrafımız Heyula tutunmazssak düşeceğiz uçurum diplerine.
Yaşıyorum,yaşıyoruz,yaşadığımızı sanıyoruz herkezin
herşeyin tanığıyız kimselerin fark edemediği hayaller yaşıyoruz aşklara hasret
tutunuyoruz.Bir darboğazlar deryasında.Varlık yokluk savaşında buluyoruz
kendimizi. Hepimiz suçluyduk hepimiz suçsuzuz bu savaşta .Bir o yana bir o yana döndük durduk
hayat boyu sonu keşmekeş.
Birbirimize sevgi vermeden veremeden sürdürüyoruz hayatımızı.Birbirimizi
kandırırcasına.Tutunamadık aşk sarmaşıklarına nede sarmaşıklara tutunma
dersleri aldık sadece ve sadece üzüm yedik.
Hayatın belli bir akışı içine bırakmadan.Beyinin
içindeki tüm olumsuzluklar olumlu olanlar tarafından bir türlü galip
gelemiyordu.Kaçışmı yoksa hayatının dönüm noktasınımı arıyordu kendiside
bilemez haldeyken varlığını varlığına sunmak ne kadar akıllıca bir davranıştı
bir türlü onuda kestiremiyordu.
Hayatının
en önemli meselesimiydi acaba ama hayatının önemli kararlarınıda bu duruma
sokmaya çalışma hakkının olmadığınında farkındaydı yaşam para içinde gerekliydi
yaşamını idame ettirebilmesi için.Yolda yürürken , Sokaktan sokağa
sürüklenirken bazen kışın ortasında üşürken yada yağan bir yağmurun altında
ıslanırken.
1
Kemiren
sorunlarını çileye dönüştürmek dönüştürdüğü çileyi hayatının zindanı etmek
insanoğlu için ne kadar akıllıca bir davranıştı.
Bütün hücrelerini acıya sabitlemiş bir beyin
hatıratını yok sayarken dahi göz pınarlarını akıtıyorsa tutkunun acıya ve
zehire dönüşmesini farkedemiyordu.Düşündüklerinin muhatabının aynı duygular
içinde varlığını sürdürdüğünü kim nereden bilebilir.
Hayat
kaçışmı olmalı yoksa bir yerde mağlubiyetini kabullenmelimiydi,insan bazen
çıkış yolunun tıkanıklığında mağlubiyetini kabullenmeli,kendisini aşşağı bir
ruh haline sığındırmadan ,hayatın bu inişleri kadar çıkışları olduğunu anlamalı
her şey olursa olsun gönlümüzün istediği hiçbir şey istenilen gibi
gerçekleşmez.Zorlamak kendi benliğini çıkmazdan çıkaramamaktır çıkaramadığınız
her benlik duygu katliamına,duygu depremine ve duygu yenilgisine bırakacaktır
her alanda.
Yaşadığımız
gezegenin her köşesinde biribirinden bağımsız yaşayan hayatlar ama birbirine
benzeyen ama asla birbirlerini hiç görmeyecek,hiç tanımayacak yaşantılar devam
edecek. Dünya’nın bir ucunda seni bekleyen .Ruhuna,Kalbine,Diline,Gözüne ve
Arzularına hitap edecek canlılar saklıdır.
Tesadüflerde hikayelerde tam bu Noktada başlar.
2
Kıyının
çakılları arasına sıkıştıra sıkıştıra zorlanarak çıkardığı kayığını itekleyerek
kumsala kadar getirip öylesine durdu.Elini beline bastırarak uzunca bir gerilme
hareketinin verdiği rahatlama evresinden sonra avuçlarına doldurduğu denizin
tuzlu suyunu başını ve yüzünü yıkarcasına serinletti.Teknesinin içinden
kancalara takılmış balıkları sahilden bir adım yol uzaklığındaki meyhaneye
bırakıp geri döndü vakit geçirmeden teknesini hızlıca denize sürüp Marpos’a doğru kürekli bir şekilde uzaklaştı, normalde
Meyhane ile Marpos arası uzak olmadığından motoru çalıştırmadı, ama kürek
çekişinden bu acayip adamın denizci olmadığı ama denize aşık biri olduğu hemen
anlaşılıyordu.
Belli
bir süre geçtikten sonra teknesi uzaklardan yakınlığa gelene kadar denizin
sakin halini yararak geldi.Mavropulos kıyının kenarında bir acayip adamı
bekliyordu.Beyaz genişçe uçları kıvrık bıyıklarını sürerek.
-
Hey ! Palikaryam ne yaptın bee.
Bir acayip
adam tekneyi yavaşlatarak kıyının kenarına yanaştırma hamlesi yaparak
yavaşladı, ama herzaman olduğu gibi yine tekneyi hafif sertlikle çarptırarak
durdurduğundan Mavropulos.
-
Bukemun yine vurdun onu, yakında elimizde
tekne bırakmayacaksın.
Mahcup bir gülümsemeyle kayıktan salladığı halatı
Mavropulos’ a uzatarak.
-
Mavropulos amca öğrencez , öğrencez.
Diyerek beraberce lokantaya doğru giderek sabahın ilk
ışıklarından döndükleri denizin yorgunluğunu atmak için oturup dinlendiler.Dinlenme
sırasında ise lokantanın akşam hazırlıklarını yapıyorlardı.
Stavro
evin kapısını kapatarak denizden gelen ama sıcak havanın etkisine kaptırmamak
için evlerin duvarlarından sarkan gölgelerde
3
Hızlı
adımlar ile kasabanın çarşısına doğru giderken sağından soluna tanıdık yüzlere
selam vererek yürüyordu Mavropulos amcanın meyhanesine yaklaştığında ise
yürüyüşünde bir anlam duruşunda derin bakışlarını fark ettiği bir acayip adamla
karşılaştı birbirlerine kafa ile hafifçe selamlayarak adeta birbirlerine
muhabbet eder gibi davranışları ile bakışıyorlardı.Bir Masaya oturup sigara
paketinin içinden bir dal sigara çıkarıp yaktı dumanını soluyup etrafına
bakışlar fırlatıp lokantanın içine daldı karşıdan Mavropulos amcanın geldiğini
görünce yüzü gülümseyerek.
-
Mavropulos amca merhaba nasılsın nasıldı
deniz bugün.
Derken ses
tonunda mutluluk seziliyor gibiydi.Mavropulos amca ağır cüssesiyle beyaz bıyık
ve saçlarını tarayarak yanına yaklaştı.
-
Ne oldu oğlimum Stavro ne güzel bir
seslenişti o.
-
Mavropulos amca gün güne sığmıyor elbet
ama bugün bir an içimde bir sevinç kapladı.
-
İyi ozaman her zaman olsun içinde sevinç
evlat.
Bu
konuşmalar arasından lokantanın içinden gelen kapı gıcırdamaları Mavropulos
amcanın küfürlü konuşmalarına karışıyordu her kapının kapanışı karşı
penceredeki perdeyi adeta yerinden sökecek oluyordu.kapıları kapatmaktan başka
çaresinin olmadığından kapıların önünde devamlı bir sandalye durması rüzgarın
denizden gelen esintisi meyhaneyi adeta dolduruyordu lokantanın girişinden dar
ve uzun bir koridora bakan yerde.Mavropulos amcanın gel zaman git zaman
çekildiği ünlü yada ünsüz fotoğrafları süslerdi koridordan çıkışta geniş bir
alana çıkar bahçesi ufak ama 4 masa 6 masa alacak şekilde denizi içine alan
mistik havası vardı.Gün gelir kazanır gün gelir kar’ından kaybetmiş bu dükkanı
hiç kapatmak istemedi.
-
Evlat burası ustamdan bana
yadigar.Çocuklarıda çalıştırmak istemedi bana bıraktı kapatmayada gönlüm
varmadı ayaklarımızın gittiği yere kadar sürdüreceğiz.
4
Kapının
gıcırdaması iyiden iyiye artmış her gıcırdamasında küfürü en iyisine layık bir
şekilde ederek bakıyordu Mavropulos.
Stavro ile hasbihal ederken arkalarından elinde
sebzeler ile giren bir acayip adam ile selamlaştılar buraların insanı olmadığı
belli olan kişiyle konuşmak için kendini hazırlıyordu.
- Selam poli ben Stavro
- Merhaba benim adım
BAA memnun oldum.
- Nasılsınız
- Teşekür ederim siz.
Kısa bir
selamlaşmanın aslında birbirlerine karşı sorgulatan bir meraktı aslında.
-
Nerelisiniz yahut şöyle sorayım nereden
geldiniz.
Bir acayip adam önce tedirginlikle Mavropulos’a baktı
cevap verecekti ağzından kelimeler dökülemedi eliyle karşıyı işaret ederek
kendini gösterdi kelimelerindeki yetersizliğini anlayan Mavropulos.
-
Karşı ülkeden geldi
-
Hımm
-
Ama karşı ülkedeki şehirden değil o
ülkenin burdan uzaktaki bir yerden .
-
Çok güzel çok güzel hoşgeldiniz .
Yurdundan şehrinden ve evinden binlerce kilometre
binlerce mil uzakta bir küçük adada hatta o kadar küçükki Yunanistanın son kara
parçası akdenizde o kadar popüler ve büyük aynı anda yaşanılası adaları ve
kentleri varken neden Tzamaika elbette bir nedeni vardır nedensiz Tzamaika’ya
gelinmezdi.Derin bir ah çekerek sigarasını yakan Stavro bir sigarada BAA’ya
uzattı yaktığı sigaradan bir nefes çekerek kültablasına koyarak önce BAA’ya
sonra Mavropulos
5
Amcaya baktı hafiften gülümseyerek başını öne eğerek
konuşmaya çalıştı hafiften sesinde bir hüzün hissedilen tavrıyla.
-
Bir daha düşündüğüm oldu ilk Tzamaika’dan
Atinaya gidişimi yolmuydu beni heyecanlandıran yoksa en uzak gidilmesi gereken en
uzak ana şehire gitmekmi.Yine gidişler gelişler oluyor ama o ilk heyecan yok
oluyor gittiğimiz heryerde gidilen arkada kalan şehirlerin varlığı
anlatılıyor.Atinaya ilk adım attığımda tedirgindim ürkek ve korkuyordum ama
şaşıra şaşıra büyüklüğüne kalabalıklığına ve şaaşalığına aşık
olmuştum.Tzamaikadan Atinaya ne kadar çok adalardan geçtiğimizi bile
hatırlamıyorum.Bizim adamızın bir ötesi sonrası Yunanistan diye bir yerin
olmaması bizim adamızdan sonra Yunanistan varlığının bittiğini
anlatırken.Atina’lıların gözlerindeki şaşkınlıklıklarını ve Dehşetini
kavrayamamıştım ancak şu an alıyorum .Atina’dayken Tzamaika’yı.Tzamaika’dan da
Atina’yı övgüyle anlatıyordum
Mavropulos amca konuşmaların ardından elinde getirdiği
kahveleri masaya koyarak gülümsedi omuzundan eksik etmediği havluyla alnını
silerek oturdu kahvesini önüne alarak bir yudum aldı tekrar masaya koyarak.
-
Şehirleri görmek iyi gelir insana
varlığıyla mutsuz olduğun şehiri bir başka şehire gittiğin zaman
özlersin.Kaçtığın yerleri kaçtığın yerdeki yalnız duvarlarda anarsın evlat.
Konuşmalar kelimeleri getirdi getirdiği kelimelerde
saatleri belli bir konuşmaların içeriği birbirlerine karşı sevgi bağının
oluşmasını oluşturuyordu aslında.Lokanta gündüzünden geceki meyhaneye dönüşmüş
müşteriler her zamanki gibi doldurmaya başlamıştı tatlı bir telaş yoğun bir
geceyi getirmiş masalardaki her hüzün mezelere yansımış içilen içkilerin
soluğunda esinti ezgilere karışmıştı gecenin ilerleyen saatlerine gelinmiş o
günkü iş bitmişti.Stavro o gün meyhaneye yardım etmiş ve birlikte günü
bitirmişlerdi etrafı ve
6
geceden kalan tüm dağınık masalar toplanmış içilmiş
bardaklar ve yenilmiş tabaklar yıkanmış meyhane lokanta için sabaha
hazırlanmıştı
Mavropulos amca izin isteyerek yanlarından ayrıldı
.Stavro BAA’ya
- Bira içelimmi ?
- içelim
İçerden dört şişe bira alıp meyhanenin karşısındaki
sahile doğru gidip betona oturup ayaklarını denize doğru saldılar denizin hafif
dalgası rıhtımın betonuna çarpıyor çarptıkça gelen hafiften dalga sesi ortamı
dahada buğulaştırıyordu.Aralarında uzunca bir konuşma geçmiş kendi
hayatlarından kesitler ile birbirlerini iyice tanımalarına yol açmıştı.Yolun
karşı kaldırımından karşıya geçen bir adamı farkeden Stavro biraz yüzünü
buruşturdu ama yanından geçmekte olan kişiye kayıtsızda kalamadı isminin
Stefanos olduğu bilinen kişiye karşı hafiften kafasını kaldırarak selam verip
vermemekte direndiysede mecburen karşı karşıya kalınca başlarıyla selamlaşarak
yüzlerini adeta buruşturucasına mecburiyetten verilen selamın ardından Stefanos
çekip gitti bu davranışları farketmemek imkansızdı BAA farkında olmadığını
belirten ses tonuyla.
-
Hoşlanmadığın biri galiba
-
Eh işte gereği olmayan bir kişi
-
Neden ? bizde bilelimde kendimizi ona göre
hazırlayalım bu Ada’da kim iyi kim kötüdür bilemiyoruz o açıdan.
-
Onu zamanla anlarsın benim iyi
dediklerimle sen kötü olursun benim kötü dediklerimle sen iyi.
-
Evet doğru söylüyorsun yaniii.Bakış açısı
doğrultusunda herkesin iyisi,kötüsü kendinedir.
BAA elindeki bira şişesini havaya kaldırarak bitip
bitmediğinin kontrol etti dibinde kalmış son yudumunuda içerek ayağa kalktı
elini uzatarak Stavro’nun kalkmasına
yardımcı oldu.Stavro üstünü çırparak doğruldu elindeki yerdeki şişeleri
toplayarak sahilin yanına kurulmuş
7
Çöp tenekesine attı uzunca bir esnemeye başlayıp elini
BAA’nın omuzuna atarak hafifçe gülümseme edasıyla.
-
Kusuruma kalma ama bugün sabah kürek
çekişini gördüm denize aşıksın ama denizci olmadığını anladım.
-
Evet yaaa !
-
En azından uzaktan anlayabiliyorsun
-
Bana yardım edebilirmisin ?
-
Tabiikide
-
Hem balık tutmayı hemde tekneciliği öğret
bana.
-
Ne zaman istersen dostum.
-
En yakın zamanda
Biraz düşündü elini alnından saçlarını tarayarak
ensesine kadar süzerek.
-
Yarın sabahtan
BAA biraz şaşa kalarak hayret uyandıran ses tonuyla.
-
Bu kadar en yakın zaman derken bu kadar
erken zannetmemiştim.
-
Yarın tüm gün denizde olalım dostum tüm
gün herşeyi göstereyim sana
-
Mavropulos amcaya haber vereyimde
meraklanmasın.
-
Tamam hadi bir an önce git ve yat dinlen
Denizci güneşi denizde karşılar karanlıkta yola çıkacağız sabaha ne kaldı.
-
Tamam hemen yatayım bari.
Birbirlerini selamlayıp ayrıldılar.Stavro Marposun
hemen dışına doğru bir yerde oturuyordu.BAA Meyhanenin son durumunu göz ucuyla
süzüp kapıları kitleyerek yatıp sabahın olmasını bekleyip uyudu.
Sabahın en kör noktası olan geceyarısını az geçen bir
zaman diliminde uyanan BAA yüzündeki mahmur halini gidermek için kısacık olan
saçlarını ve başını çeşmenin altına
sokarak hem akşamdan kalma halini hemde erken uyanma sersemliğini gidermek için
yıkadı.İçeri
8
Girerek kendine kahve hazırladı dışarı çıkıp mekanın
yola bakan bir masasına oturup sigara yaktı.Tıkırtı seslerinden dolayı
Mavropulos amca uyanmış sırtına birşeyler giyip dışarı çıkarak bir masanın
kenarında oturan BAA’ya yaklaşarak sandalyeyi kenara çekerek oturdu.
-
Hayırdır evlat
-
Stavroyu bekliyorum amca
-
Bu saat’temi
-
Amca sana haber verecektim ama uyumuştun
kıyamadım kaldırmaya
-
Balığa’mı açılacaksınız
-
Nerden anladın amca
-
Bak evlat karşıdaki teknelere bak hepsi
denizlere açılıyor hemde büyük umut ve nasiplerle herkes dönerken nasiplerinin
karşılığını alacak.
Yerinden derin bir ah ile kalkan Mavropulos amcanın
arkasına bakakalan BAA bilge tavrıyla saniyelerle bir denizin ömrünü anlatması
derinden etkilemişti.Gün ağarmaya başlamış hafiften sıcak bastırmaya başlamış
sabahın ilk ışıkları denize vururken denizden çıkan buğu gözleri
yakıyordu.Havanın nemlenmesi İnsanın buram buram terlemesine terledikçe
vücudunun heryerini yapış yapış bir hal almasına yol açıyordu.BAA gece Stavro
ile birlikte balığa çıkmanın konuşmasından sonra Kayığını hazırlamış bekliyordu
.Stavro’yu beklerken sigarasını yakıp derin bir nefes çekti çektikçe
ciğerlerine dolan havayı dışarı bırakırken etrafı saran tütün kokusu denizin
nemine karışıyordu.
Stavro
karşıdan gelirken BAA Kayığın ipini salarak Stavro’nun binmesi için hazır bir
şekilde kayıkla Rıhtımın betonunu tutuyor tuttukça kayık denizin hafif
dalgasına bırakıyordu kendini.
-
Günaydın Stavro
-
Günaydın
9
-
Güneşi karada karşıladık
-
Offfff ! sorma çok içmişiz dün gece sana
söz verdim ondan geç kaldım.
-
Bende kafam bir dünya olmuş ama sabahın en
köründe kalktım seni bekledim
-
Sana söz vermeyeydim daha yatardım.
Mavropulos amca rıhtımın kenarına gelerek uğurladı
denize açılmalarının ardından kayık uzaklaştıkça Mavropulos amcanın gür sesi
denizi adeta yırtıyordu.
-
Rüzgarınız bol değil,Rüzgarınız
kolayınıza,Deniziniz sakin neşeniz daim olsun.
Mavropulos amca biliyorki bu hayatta çok yorulmuş bazı
insanlar için yenibir
hayata açılmakla eş değer olan bir durumdur.
öyle bir günlügüne degil! bir ömrün geriye kalan her gününde mavinin içinde, en derin yerlerinden en sığ yerlerine dogru yapılan yolculukların adıdır.
bunu düşleyen insanlar bir gün mutlaka umuduyla yaşarlar.Tanrı onların sesini duyarsa bir fırtına anında üzülmezler hayatı herşeye rağmen hep iyi yasadıkları için bilirler ki, bir gün gerçek yaşam denizlerden geldiyse, kayboluş günüde koyu lacivert’in içinde olacaktır. Dünyanın en güzel denizinin bir yerinde... yüzlerce metre derinlikte başka bir hayat yaşanacaktır..
bunu düşleyen insanlar bir gün mutlaka umuduyla yaşarlar.Tanrı onların sesini duyarsa bir fırtına anında üzülmezler hayatı herşeye rağmen hep iyi yasadıkları için bilirler ki, bir gün gerçek yaşam denizlerden geldiyse, kayboluş günüde koyu lacivert’in içinde olacaktır. Dünyanın en güzel denizinin bir yerinde... yüzlerce metre derinlikte başka bir hayat yaşanacaktır..
Stavro BAA’nın kendince hazırlamış
olduğu kayığı göz ucuyla kontrol etti sırtındaki iki erzak torbasını özenle
koydu kayıktaki teçhizat ile balık avlama takım ve ağının varlığını yoklayıp
BAA’yı yanına çağırarak bazı düzenlerden bahsetti denizin kurallarını ve
adetlerini kısaca anlattıktan sonra kayığın ucuna At nalı çakarak.
-
At nalı fırtına
savuşturur direğimiz olmadığı için uygun yere koydum.
Diyerek Mavropulos amcanın elindeki
kadehi aldı kadehin içinde hazır bulunan şarabı kayığın içine dökerek havaya kaldırdı.
10
-
Şarabı Neptün’e adadım
denize düşeni korusun diye.
BAA olan biteni şaşkın ve merak
içinde pür dikkat hem izleyip hemde dinliyordu rıhtımın üzerinde dolaşan
Martılara selamlayıp denizcilerin ruhunu taşıdıkları için teşekkür etti pantolunundan
çıkardığı çakıyı kayığa sapladı.
-
Rüzgar için aslında buda
direğe saplanır malum direğimiz yok ama ritüelleri ve gelenekleri bilmen adına
bu merasimi yapıyoruz.
BAA’nın yüzündeki heyecan ve
şaşkınlık birazdaha artmış sıradaki gelecek enteresanlığı bekler olmuştuki
halatı elinden Stavroya atan Mavropulos amcanın sesi ortalığı derinleştirdi.
-
BAA evlat Seyirin umutlu
olsun Neta Pruva .
Cebinden madeni para çıkararak baş
parmağının hareketi ile Denize fırlattığı paranın ardından el sallayarak.
-
Poseidon’dan rüzgar satın
aldım Evlaat !
Sesi yırtan bir ses tonuna çekilen
küreklerin çıkardığı sulara karışarak uzaklaştılar uzaklaştıkça Marpos’u geride
bırakarak adanın kenar kıyılarından adadan uzaklaşmadan seyirlerini
sürüyorlardı belli bir açığa doğru süzülüp demir atıp durdular.Stavro ağın
ucunu bulup diğer ucunu BAA’ya uzatarak karışmış ağı çözüp düze değdirerek
düzenlediler düzenlenmiş ağı hafif bir güç ile kayıktan uzağa attıp köşesini
kıça bağlayıp demirlenmiş kayığı hafiften süzdürerek serbest bırakarak ağla
kayık arasına bir mesafe koyarak işin büyük bir kısmını bitirmenin rahatlığında
kayığın alt tarafına yerleştirdiği bohçasındaki yiyecekleri çıkarıp koydu
koyduğu her yiyeceğin kapatılmış ağızlarını açarken pür dikkat içinde yerleştirdiği
yiyecekleri tabaklara bırakıp birden hınzır gülümsemeyle diğer bohçadan çıkardığı 3 şişe şarab bir
şişe Uzo’yu ağdan yapılmış seleye sığdırarak ağzını iyice bağlayıp denizin
dibine saldı salıp serinletmek istediği şişelerin kırılmaması için dikkatlice
dibe vurdurmadan inceden bırakıp tekrar yiyecekleri ile ilgilendi.
11
-
BAA nasılsın nasıl
hissediyorsun ?
Elindeki ekmeği küçük bir bıçakla
doğramaya çalışıp bir dilim kendine bir dilimde Stavro’ya uzatarak bir bakış
fırlatarak.
-
Şu an iyiyim senin şu an
tayfalığının keyfini çıkarıyorum.
Karşılıklı Kahkaha atarak Stavro
evinden termosa hazırlayıp getirmiş olduğu kahveleri dolduruken.
-
Offf beni sorma dün çok
içmişiz sana söz verdim de geldim
-
Bende çok içmişim
gerçekten.
-
Sana söz vermeyeydim
dahada yatardım
-
Kahvaltı bizi tutar
kendimize getirir.
-
İstersen içki ile
kahvaltı yapalım nasıl olsa çivi çiviyi sökermiş.
Yine bir gülümseme ile evde
getirdiği,zeytin,peynir,domates,salatalık ve ançüez’den oluşan kahvaltılarını
yiyip kahvelerini içtiler içince bazı sorulara Stavro denizci cevaplar
veriyordu.Balıkçılığı,Denizi,Deniz kanunlarını anlattı.
-
Bak BAA deniz önce kendi
çocuklarını yer bunu unutma.
Diyerek ağın denize bırakılmasını
nasıl bağlanmasını öğretip durdu saatler geçmiş en ince detayına kadar anlatıp
anlatıp tekrar ettiriyor tekrar ettirdikçede .BAA durumu oldukça ciddiye alıyor
aldıkçada yanında getirdiği kağıda not ediyordu.
-
Yazmak en güzeli söz uçar
yazı kalır Stavro.
Çok sağol dostum en
azından elimden bir şeyin gelmesi insan için iyi oluyor.
Stavro kendisine iyi temenniler ile
şükranlarını soran BAA’yı omuzundan tutarak biraz bir şey değil tarzından tutup
bıraktı ayağını halata doladı aradan saatler geçmiş sabahın ilk ışıklarından
başlayan yolculukları öğlenin yakıcı sıcaklığına bırakmıştı attıkları ağı yavaş
yavaş çekerlerken ağlara takılan balıkların çırpınamaları ağın kıvrımlarından
kurtulma çabaları kayığın tabanında sesler çıkararak
12
Üst üste adeta bir kumu andırıyordu
balıkların fazlalığı o gece meyhanenin ertesi günü balıklarının artıp yetecek
düzeyinde olması bereketi ile neşelendiler.
-
Mavropulos amca sevinecek
Stavro
-
Evet Mezata gitmesine
gerek kalmayacak.
-
Senin sayende Stavro
bugün beni çok mutlu ettin kafamın dağılmasın sağladın Tanrıda seni mutlu
etsin.
Stavro biraz içten içe ofladıktan
sonra başını gizlercesine eğdi kendince birşeyler ile uğraşıyor havası verip
eline aldığı sabahtan kalmış yere dökülmüş ekmek parçalarını toplayıp denize
savurdu.BAA’ya dönüp ağzının kenarıyla hüzünlü bir gülümseme ile karşılık
verip.
-
Ahh ! işte o olmayacak
dostum.
Ağı toplamış balıkları ayıklayıp
saymış olmanın rahatlığı ile bir ucuna kendisini oturtmuş karşı ucunada Stavro
vardı yavaştan yavaşa aheste aheste çekilen küreklerin su dalgasının arasından
ordan burdan serden sebeb konuşmalarının ardından Stavro’nun sabah denize
saldığı şişelerden bir tanesini çıkardı şarabın bir kadehin birini kendine
diğerini Stavro’ya uzattı inceden ses tonuna karışık bakışlarıyla süzdü
süzerkende incitmemenin detayını sunarak.
-
Eeee ! Stavro efendi
anlat bakalım
-
Neyi anlatayım dostum ?
-
Hayatı anlat
Birden şaşkınlığını gizleyen Stavro
mahcubiyet halinde ne anlatacağını anımsamaya çalışıyordu çalıştıkçada
bardaktaki şarabı hızlıca içerken adeta denizle sevişiyordu .
-
Anlatacak hikayeler sende
BAA.
BAA Kendinden emin duruşuyla kafasını
hafiften sallayarak.
-
Ben hikayelerimi geçtiğim
adalara ve denizlere anlattım .
13
-
Hikayem Bitti şu an yeni
bir hikaye başlattım hayatımda.
-
Demekki bitiremediğin
hikayen varki hayat seni TZAMAİKA’ya attı BAA.
BAA
Biraz durgunlaşıp yutkundu aslında bilgeliğini ona sunarken Stavro’nun tokat
gibi gelen bir acı seslenişinden durgunlaştı.
-
Bak dostum BAA sana bir
hikaye anlatayım.
Hem ona aşık hem de ondan korkan
denizcilerden de kara insanlarından da köşe bucak kaçardı hep denizkızı. Bir şeyler eksik, bir şeyler uzaklarda kayıp gelirdi ona. Ne
olduğunu tam olarak anlayamaz, denizlerin koynunda yüzer dururdu günler,
geceler boyu. Hep yalnız, hep tek başınaydı denizler ülkesinde… Hüzün ve keder
her gittiği yere onunla beraber giderdi… Merak onu teslim alsa da bazen, o yine
de ürkekçe uzaklardan izlerdi başka dünyaları, başka hayatları… Sokulmazdı… Bir
gizemdi denizciler için... Öyle kalırdı…Büyük bir sır gibi..
Günler
öğle güneşinin parıldadığı sularda, geceler yakamozların yıldız olduğu karanlık
denizlerde yapayalnız geçerdi… Yerinde duramazdı. Yüzdükçe yüzer, hep başka
denizlere atardı kendini.. Tek istediği şey denizlerde olmaktı.. Öyle sanırdı..
Ta ki bir gün yolu Poseidon’un sarayına, Nereidlerin yaşadığı yerlere düşene
dek...
Çok başka mavilerdi buraları… Kendisi gibi bir eski, bir uzak sırrı taşıyordu sanki. Denizin derinlerinde onlarca su perisi nereid’e rastladı. Denizlerin perileriydi Nereidler… Kalabalık ve neşeli görünüyorlardı. Yalnızlık içine işlemiş denizkızı hayranlıkla seyre daldı bir süre perileri… Sonra yaklaştı yavaşça onlara ve sordu
- Deniz yürekli bir denizci arıyorum, var mıdır böyle bir denizci, varsa nerededir bilir misiniz ?
Çok başka mavilerdi buraları… Kendisi gibi bir eski, bir uzak sırrı taşıyordu sanki. Denizin derinlerinde onlarca su perisi nereid’e rastladı. Denizlerin perileriydi Nereidler… Kalabalık ve neşeli görünüyorlardı. Yalnızlık içine işlemiş denizkızı hayranlıkla seyre daldı bir süre perileri… Sonra yaklaştı yavaşça onlara ve sordu
- Deniz yürekli bir denizci arıyorum, var mıdır böyle bir denizci, varsa nerededir bilir misiniz ?
Birbirleriyle
şakalaşarak yüzen Nereidler aniden durdular hep birden… baktılar bu yalnız ve
güzel kıza… kısa bir sessizlikten sonra bunu ancak Knidos fenerinin bekçisinin
bileceğini söyleyerek
14
ve
denizkızını biraz da alaya alırcasına gülüşerek uzaklaştılar derinlerde aniden…
O an Knidos’a gitmeye karar verdi denizkızı. O büyülü kente gidecek ve orada yaşayan Knidos Fenerinin bekçisine soracaktı yüreğinin derinlerindeki meçhul denizciyi… Knidos fenerinin bekçisinin yolunu aydınlatmasını umuyordu güzel denizkızı… Yola düştü, tam olarak neyin peşinde olduğunu anlayamadan ama merakla, heyecanıyla beraber… Kuzeydeki gri göklü karalar ülkesinde yaşayan ama aklı hep engin ve sıcak mavilerde olan bir denizciydi o. Karalardaki hayatı sevememiş, benimsememiş, istememişti hiç. Defalarca denizlere kaçmış ama her seferinde karalar ülkesine geri dönmüştü… Giderken gözleri parlar, yüreği büyürdü.. Dönüşlerde hüzün çökerdi içine… Kaybolurdu.. Gölge olurdu da kimse fark etmezdi…
O an Knidos’a gitmeye karar verdi denizkızı. O büyülü kente gidecek ve orada yaşayan Knidos Fenerinin bekçisine soracaktı yüreğinin derinlerindeki meçhul denizciyi… Knidos fenerinin bekçisinin yolunu aydınlatmasını umuyordu güzel denizkızı… Yola düştü, tam olarak neyin peşinde olduğunu anlayamadan ama merakla, heyecanıyla beraber… Kuzeydeki gri göklü karalar ülkesinde yaşayan ama aklı hep engin ve sıcak mavilerde olan bir denizciydi o. Karalardaki hayatı sevememiş, benimsememiş, istememişti hiç. Defalarca denizlere kaçmış ama her seferinde karalar ülkesine geri dönmüştü… Giderken gözleri parlar, yüreği büyürdü.. Dönüşlerde hüzün çökerdi içine… Kaybolurdu.. Gölge olurdu da kimse fark etmezdi…
Ama derdini kimseye açamıyor, kimseyle konuşamıyordu.
Kime soracaktı ki bunu, kime anlatacaktı ?
Bir gün yine denizdeyken, beyaz saçlı, beyaz sakallı, ağzında piposu, elinde oltasıyla ufak kayığında salına salına balık avlamaya çalışan yaşlı bir denizci gördü denizin ortasında. Uzaktan birbirlerine el salladılar. Bu “Hey denizci, denizlerde başına bir şey gelirse yalnız değilsin, ben buradayım, yardımına koşmaya hazırım” demekti…
Bir gün yine denizdeyken, beyaz saçlı, beyaz sakallı, ağzında piposu, elinde oltasıyla ufak kayığında salına salına balık avlamaya çalışan yaşlı bir denizci gördü denizin ortasında. Uzaktan birbirlerine el salladılar. Bu “Hey denizci, denizlerde başına bir şey gelirse yalnız değilsin, ben buradayım, yardımına koşmaya hazırım” demekti…
Yavaşça yanına gitti
yelkenlisiyle... Aborda oldu balıkçıya usulca. Beraberce balıkçının tuttuğu
balıkları yiyip, denizcinin zulasındaki şaraptan içtiler gece boyu. Ve gecenin
karanlığı önce kızıla sonra sarıya dönene dek sohbet ettiler… Gün ışıyınca
ufuktan sordu yaşlı adama
- Balıkçı ! Ben bir denizkızını arıyorum. Efsanelerde adı geçen, denizcilerin hem aşkından divane olduğu hem de korkudan köşe bucak kaçtıkları o mest oldukları kızıl saçlı, deniz bakışlı denizkızını arıyorum. Bilir misin nerededir ?
- Evlat… Denizkızı bir efsanedir. Var mıdır yok mudur kimse bilmez.. Ama öğrenmek istiyorsan bu kadar çok, bunu ancak Knidos fenerinin bekçisi bilebilir. Oraya gitmelisin. Ona sormalısın… Aradığın denizkızının yerini sana ancak o söyleyebilir…
- Balıkçı ! Ben bir denizkızını arıyorum. Efsanelerde adı geçen, denizcilerin hem aşkından divane olduğu hem de korkudan köşe bucak kaçtıkları o mest oldukları kızıl saçlı, deniz bakışlı denizkızını arıyorum. Bilir misin nerededir ?
- Evlat… Denizkızı bir efsanedir. Var mıdır yok mudur kimse bilmez.. Ama öğrenmek istiyorsan bu kadar çok, bunu ancak Knidos fenerinin bekçisi bilebilir. Oraya gitmelisin. Ona sormalısın… Aradığın denizkızının yerini sana ancak o söyleyebilir…
15
Knidosta yolları kesişen Denizci ile
Deniz Kızı konuşutukça konuşur .Denizci sözü alır.O adam var ya o adam, bir
yanında Ege öte tarafında Akdeniz olan tek adam geceleri başını yastığa
koyduğunda. O adam var ya o adam her gece aşk tanrıçası Knidos’lu Afrodit ile
rüyalarında sevişen adam o adam. O adam, denizciler kadar denizci, atalar kadar
ata, bir bilge adam. O adam var ya o adam denizkızı ruhlarının her akşam
toplandıkları görünmez sofraya kabul edilen tek fani. En yaşanası hayatın
sahibi bu adam, ömrünü aşk ve denizle dolduruyor işte. Benim yapmaya çalıştığım
gibi denizkızı.
- O adamın sen olduğunu biliyorum denizci. Denizin, Ege’nin, yitip giden hayatların içinden doğan aklı ve yüreği mavi sevdasıyla yaşayan gri hayatlardan kopmuş olan o adam sensin. Seni görüyorum denizci, ait olduğun ve hissettiğin yerdesin.
- Ben hep bunları anlatmayı istedim denizkızı. Karalar ülkesinde dinleyen olmadı beni pek.
- O adamın sen olduğunu biliyorum denizci. Denizin, Ege’nin, yitip giden hayatların içinden doğan aklı ve yüreği mavi sevdasıyla yaşayan gri hayatlardan kopmuş olan o adam sensin. Seni görüyorum denizci, ait olduğun ve hissettiğin yerdesin.
- Ben hep bunları anlatmayı istedim denizkızı. Karalar ülkesinde dinleyen olmadı beni pek.
Kalamadı denizci güneyin sıcak
ve mavi dünyasında… Denizkızının ateşinin yanı başında duramadı. Tüm hayatı
boyunca aradığı ve sonunda bulduğu denizkızına sarılamadı … Koklayamadı…
sevemedi… Kalmak istedi… Durmak istedi… Sarılmak, ona dokunup doyasıya sevmek
istedi… kor alev parçalarının yan yana ateşte durduğu gibi durmak istedi
onunla… Onu bulmak için gelmişti oysa… onu bile söyleyemedi…
İçin için yanarak dönüş yolunda açtı beyaz yelkenlerini yine de… Dönmek zorundaydı.. Anlatamazdı bunu denizler ülkesindekilere, denizkızına… Anlatsa da zaten anlamazlardı ki… Beyaza sığındı bu kez denizci. Mavi denizin üzerinde, ak yelkenleriyle, güneşin battığı kızıllara kırdı dümenini... Bilerek bütün bu renklerin gideceği yerde siyaha dönüşeceğini… Bilerek fora dedi göklere kadar yükselen sesiyle... Yine de gitti… Arkasına bakamadan…
İçin için yanarak dönüş yolunda açtı beyaz yelkenlerini yine de… Dönmek zorundaydı.. Anlatamazdı bunu denizler ülkesindekilere, denizkızına… Anlatsa da zaten anlamazlardı ki… Beyaza sığındı bu kez denizci. Mavi denizin üzerinde, ak yelkenleriyle, güneşin battığı kızıllara kırdı dümenini... Bilerek bütün bu renklerin gideceği yerde siyaha dönüşeceğini… Bilerek fora dedi göklere kadar yükselen sesiyle... Yine de gitti… Arkasına bakamadan…
Knidos fenercisi usulca
gıcırdayan kapısını açıp baktı sahilden yavaşça uzaklaşan teknedeki denizciye…
Ve kayanın üzerinde sessizce denizcinin ardından bakan denizkızına…
Mırıldandı içi hüzün dolarak…”Ne harap bir sevda… başlamadan
Mırıldandı içi hüzün dolarak…”Ne harap bir sevda… başlamadan
16
biten çok eski bir aşk… Ne bir
daha yaşanır, ne de rastlanır… Ne yazık… ne kadar da yazık…”
Sonra güneşin ufkun içinde buz misali eridiği yerlere baktı fenerci.. Semada artık ne sarı vardı ne de kızıl.. Saf bir siyah ele geçirmişti gökleri sessizce… Araf, gecenin ta kendisi olmuştu artık…
Sonra güneşin ufkun içinde buz misali eridiği yerlere baktı fenerci.. Semada artık ne sarı vardı ne de kızıl.. Saf bir siyah ele geçirmişti gökleri sessizce… Araf, gecenin ta kendisi olmuştu artık…
yani Araftayım BAA Araftayım.
Konuşmalar konuşmaları açtıkça şişeler
şişeleri boşaltmış hava tan yerinden akşamın karanlığına bırakmış yavaştan
yavaştan süzülerek akan bir denizin üstünde sakin sıcak ve o kadarda kıyıları
serpe seren balıkçıl kuşların sesinin eşliğinde adanın başka bir köşesine
geçilmişti karşıdan bir teknenin motor sesi iyice yaklaşmış kayıklarının
yanından geçerken selam verip yoluna devam etti.Kayığın zulasında sakladığı
fener lambasını çıkarıp yaktı teknenin karşıdan görünecek bir yerine
yerleştirerek görünecek tarafına koydu.
Kıyıya doğru sürdüğü kayığı
sığ suların olduğu ama kayalıklarla dolu bir küçük plaja yanaştırdı ikisinin
gücü ile karaya oturtulan kayık yana doğru hafif yatık bir şekilde durdu Stavro
zuladaki çuvalı ve balıklardan iki tanesini aldı eşyaları paylaşıp kayalıkların
ardındaki tümsekleri tırmanıp çıkarken arkada kalan BAA’ya dönerek hızlan der
gibi işaret edip kıyıdan
oldukça yüksek bir yere ulaşınca adeta çocuk edasıyla çığlık attı Stavro.
-
Gel dostum seni
buraya keşfetmen için getirdim.
Diyerek hafifçe koşturarak bir
kayalığın üstüne adeta uçarcasına süzüldü BAA gördükleri karşısında adeta mest
olmuş yüz ifadesiyle etrafına ve çevresine hafif tebessümlerle süzdü karşısında
deniz olağanca engince geniş ve karanlık aşşağısı engin kayalıklar ve topraklı
hafif yarık altta dalgaların sarp kayalıklara vuruş sesi sırtında birkaç ağaç
ve genişçe bir çimen düzlüğü TZAMAİKA’nın adeta uçurum dibi o dipden sonra
hiçbir hayal hiçbir zaman işlemeyen karanlık deniz adeta Kara Delik uzay
boşluğu kafasını kaldırıp baktığı gökyüzünde Yıldız Kümesi Yoğun ışık dansı ve
parlaklık kucağını açıp gökyüzüne bütün yıldızları toplayacakmış gibi sarıldı
içine girdiği his ve duygu adeta denizden gelen esintiye karışıp hasret
gideriyordu adeta
Bu duyguyu hisseden Stavro yere
serdiği sofrasını hazırlamakla meşgul bir şekilde bütün muhabbet ihtiyaçlarını
sunarken balıkları bir
17
sopaya geçirip pişirmeye hazır
bir şekilde ateşin közlenmesini beklerken.
-
Bak etrafına
burası benim gizli sığınağım.
Etrafına seyre dalan BAA
Stavro’nun oturduğu yere bakıp gülümsedi.
-
Açık alan sığınak
olurmu dostum.
-
Olur olur hemde
nasıl olur.İnsan bazen kalabalıkların içinde yalnızlığı nasıl yaşıyorsa burası
o şekilde sığınaktır.
Ayakta bulunduğu yerin adeta
büyüsüne kapılmış şekilde seyrin içine dalan BAA etrafını dönerek öne bir adım attı önünde
engin kayalıklar ve dalga sesinin içinde adeta kayboldu gökyüzüne kafasını
kaldırdı gökyüzündeki o kadar yoğun bir yıldız kümesi vardıki etrafında kimsenin
olmadığını fark edemeyecek bir şekilde kendinden geçmiş bir şekilde feryadi bir
ses tonuyla.
-
Yıldızları
Ayağıma Getirirmisin.
Hüznün ve ağlamaklı ses
tonunun ritmi adeta denizi çıldırtmış Poseidon’un oku adeta denize değdirip
kayalıklara şimşek misali çarpmasını hissettirdi. O an oracıkta neler düşledi
neyi hayal etti ışık hızıyla hangi şehrin hangi sokağına gitti hangi balkonun
karşısında neyi özlemle gözyaşının içinde seyre daldı kimbilir ama ses tonuna
yapışan hüznü anlamak için
zorlanılmıyordu.İç çekip hafifçe elini yere basıp çömelerek yere oturdu
ayaklarındaki ayakkabıları üşengeç bir tavırla çıkardı esintiden gelen ferahlık
terlemiş ayak uçları ile ayaklarına vurdukça rahatlıyor kendinden geçiyordu.
-
Artık burası
benimde sığınağım.
Stavro iki eli arkada dayanmış
bir şekilde BAA’nın sözlerinin ardından sağ kolunu kaldırıp karşıyı işaret
parmağıyla engin denize doğru gösterdi.
-
Bak karşısı engin
deniz senin ülken arkada kaldı
-
Karşımız
Kıbrıs’mı
-
Hayır Engin deniz
orası Kıbrıs sol tarafımızda kalıyor burdan açıldınmı Libya’ya kadar kara
parçası yok.
Denize doğru uzunca dalgın bir
bakış fırlattı kafasını hafifçe kaldırarak Ayın denize yansımasını izledi
izlerken mırıldanıyor mırıldandıkça şarabın şişesini derinden yudumluyordu bir
den Stavro’ya dönerek.
18
-
Hiç yıldızları
ayağına getirdinmi ?
Diye sordu sorarkende
hiddetini anlayabilen Stavro
-
Nasıl
-
Öyle işte hiç sevdiklerinin ayağına yıldızları
indirdinmi ?
-
Sevdiklerinin !
-
Mmmmm ! belliki
çok şey istemiş senden dostum kendisini ulaşılmaz sanmış sanırım.
-
Ehhhh işte bir
bakıma.
-
Peki o kendini
hangi yıldıza benzettiki senden bunu istemiş olabilir.
-
Bilmiyorum
-
Bak yukarı
milyarlarca yıldız biz milyarlarca diyoruz trilyonlarca belkide yıldızları
sayacak bir sayı sistemi bile yoktur.
Bunların İçinde hangisi senin yıldızın onu söyledimi.
-
Kendisinin yıldız
olduğunu yıldızlar kadar uzak yıldızlar kadar ışık saçan ve benim onun için
olmayacak şeyleri oldurmamı ister gibiydi.
Stavro BAA’nın konuştukça üzüldüp kahrolduğunu
görüyordu daha fazla yarasını kaşımak amacında olmadığını ama insanoğlunun
birilerine dertleşme ihtiyacının ne kadar önemli olduğunun farkındaydı.
-
Yıldızının
yanında ayağının dibinde hatta yan yana göz göze olduğunu bile anlayamamış
olması yada yanında durmanın verdiğinden korkusundandır.
BAA durgun halini gözlerinin yanında akıttığı
tanelenmiş gözyaşının nazarında gözlerini kıstı elinde şarab şişesini
kaldırarak yudumlayacaktıki birden ne gibi diye sordu.
-
Bizlerde yıldız
tozuyuz aslında hepimizin yukarıdaki yıldızların dünyadaki yansımalarıyız
Yüreğimizle,gözlerimizle,sözlerimizle ve etimiz kemiğimizle.
Diyerekten elindeki sopa ile ateşi karıştırıp közün
altındaki ateşin harlamasını sağladı.BAA’nın elindeki şişeyi alıp iki yudum
içip tekrar uzattı uzatılan Şarabı alan BAA elindeki şişeyi önüne atıp yukarı
kaldırdı cama gözlerini yanaştırarak karanlığa doğru tutup
19
ayın ışığına doğru bakış yapıp tekrar indirdi oda
birkaç yudum içerek.
-
Bir hikayede
burada biter başka bir hikaye başlar dostum.Bizim olan tüm hikayeler başka
birine yüklenir o hikaye devam eder.Canlılar ölür toprak olur yok olur bir
zaman sonra onlarda unutulur.Bilinmeyen hikayelerde biter Dostumuz,sevdiğimiz,çocuklarımız,annemiz,babamız,hatıralarımız,anılarımız,kötü
günlerimiz,iyi günlerimiz tüm hikayeler biter yok olur.
Konuşmalarının birbirine
adanmışlıkları adanan ömrü hayatlarının birbirlerine ne yakın bir hikayeye
hizmet ettiklerinin farkına varmaya çalıştılarsada o anın verdiği iki kişinin
farklı bir coğrafyanın farklı insan yapısından karşılaştıkları için
anlayamadılar.
Aslında paralel evrendeki yenibir hikaye başlar
hikaye kahramanları sonsuzluğu yaşar sanır bu bir yanılgıdır yenilginin
kaçınılmazlığı karşısında hikayenin sonu en baştan yazılmıştır aslında ne olup
bittiğini süreç belirler sona doğru.Tecrübe edinmişlerin yanında yaşayanlar
yaşanacak olan tüm tecrübeyi dinler ama uygulamaz çünkü hikayeler ( İYİ ) den
başlamıştır anlık zevkin yanında sonsuzluğun lafımı olur.
İstisnasız herkesin ruhunda
gedikler var.Ruhumuz bir türlü tatmin olmadığı için sıkıntılardayız ancak
sevdikçe derinleşilir sözcükler anahtardır oysa ama kalbimizden çok uzak
tutuyoruz o cümleleri.
Güzel evlerde oturan,arabaları
olan,yabancı diller bilen,çocuklarına piyano dersleri aldıran,sağlıklı beslenme
adına salata yiyen,spora giden insanlar,Yükselmek için tüm insani vasıflarını
yitirmeye hazır bunca insan…….Ama koskoca bir bir boşluk var hayatlarında ve
onu neyle dolduracaklarını bulamıyorlar.
Paylaşma kaybedilince
zamanlarda herşeyi kaybediliyor.eski filimlerdeki gibi mutlu aileler,mutlu
çocuklar ve mutlu aşklar seyrediliyor yada çekiliyor yeni filmlerde ama aynı
tat yakalanmıyor.Çünkü insanlar çocuklarına öğütlerinde.Engüzelini sen
giy,engüzelini sen ye,en güzeli senin olsun ve bizden sonrası tufan benliğini
benimsendikçe paraylada saadet olunmadığı anlaşıldı.
Niye bu kadar antidepresan
haplar? Niye bukadar nefes terapileri? Modernleştiğimiz ölçüde ilkelleşiyoruz
modern dünyada istediğimiz adresi cebimize kadar bulabildiğimiz kadar
kalbimizin adresini bulamıyoruz.
20
Her zamanki gibi sakin sıcak ve
bir hayli nemli akşamlardan biriydi.
Adanın sakinleri yavaş yavaş kıpırdanma
sesleri ile adeta geceleri aydınlatmaya aday bir havası vardı.Yunanistan’ın en
uzak karaparçası olan bu ada Sürgünlerin getirildiği yada gönderildiği yer
olması nedeniyle genellikle turist hemen hemen barındırmazdı,Sakinliği ve az
nüfusu ile herkes birbirini tanır bir yabancı surat ve siması hemen kendini
belli etmesine yol açardı,Askeri tesisin olması belkide adanın en ayrıcalıklı
tarafıydı asker sayısının artması ada ekonomisini adeta canlandırır biraz
yüzlerin gülmesine yol açıyordu onun içinde adadaki her esnaf kendi kendine
hizmet veren bir sürü dükkanı barındırıyor esnafta birbirlerine olan
takılmalarıyla günlerini geçiriyorlardı.
Adanın Papazı Thedoros orta boylu hafif
vücuden orta kilolu beyaz gür sakallı bir o kadar adada kendine saygı
gösterilen bir şahsiyetti.Çarşıdan yavaş yavaş adımlarla ilerlerken hem esnafa
hemde ada halkına selamlaşıp gördüğü herkesle hoş sohbet ede ede yürüyordu.Adanın
kilisesi yanında inanç okulununda başkanlığını yapan Papaz Thedoros o gün içinde ada halkına okulun etkinlik kağıt
ve broşürlerini dağıtarak ilerliyor ilerledikçede zaman ve saatini
belirtiyordu.
Simsiyah elbisesinin içinde adeta vaaz
verir gibi akıcı iknayen gibi konuşması konuştukçada sakalını yumarak
karşısındakileri adeta mest ediyordu sağında ve solunda soru soranlara karşı
cevap verirken
Karşısında Stavro’yu gören
Papaz Thedoros.
-
OOOOO ! Stavro
-
Merhaba Papaz
efendi
-
Merhaba
Stavro Papaz efendinin
selamından sonra eğilip yüzük parmağını saygı ve sevgiden öpüp yanındaki BAA’yı
kolundan tutup yanına doğru çekerek.
-
Tanıştırayım
Papaz efendi bu arkadaşım BAA
-
Tanıyorum evlat
sen gelmeden önce tanışıyoruz nasılsınız bakalım.
BAA saygıyla başını eğerek
selamlaştıktan sonra Papaz efendinin elini tuttu avuç içini açarak avucunu
öptü.
-
Sağolun Papaz
efendi sıhhatim ve keyfim yerinde.
21
-
Nasıl alıştınızmı
adamıza.
-
Hemde çok alıştım
sağolun.
Bir iki konuşmadan sonra
Stavro’yu kolundan tutup kuru kalabalığın içinden alarak yalnız konuşmaya
başladı konuşmaları kalabalığın içinden çekip alarak ikisinin arasındaki
konuşmalar kalabalığın içinden geçerken cümleleri duyan herkes Stavro’yu ikna
edebilmek için mırıldanarak sesleniyordu.Papaz efendinin kendisine olan
konuşmalarının ardından elini öperek uğurladı.
Stavro bundan tam 16 yıl önce İnanç
Okulunun gençliğinin içinde bulunmuş.Atina’ya gittikten sonra okula adım
atmamıştı bunun farkında olan Papaz Thederos onun tekrar aktifliğine dönmesi
aktifliği ile yararlı olmasını istiyordu amma velakin Stavro aktifliğe tekrar
adım atmak istememiş nedenlerini geçiştirerek verdiği için Papaz Efendi biraz
kızıyor birazda hayıflanıyordu.BAA Papaz Efendinin meyhaneden ayrılırken
verdiği selamına karşılık tebessüm ile karşılık vererek Stavro’nun yanına
gitti.
-
Bak dostum şu
andaki konuşmanız bile ne biliyormusun?
-
Nedir ?
-
Bir hikaye başka
bir hikayeye yüklenir demiştim sana bunu unutma.
Ne,Nasıl,Niçin sorularının
ardından kendi hikayesini anlatıp Mavropulos amcanın meyhanesinin içine
dışardan girip dolu masaların ardından dolanarak boş bir masaya oturdular.
-
Mavropulos amca
yetişemezsen seslen bize.
-
Yok be marinu
hepsi kalkıp kendi alsın evde karıları sanki masaya getiriyor bunların
Deyince meyhanede bir kahkaha
koptu.Ogün ve hemen hemen bazı günler meyhane müşterileri kendi işlerini kendi
görür içkisini bardağını yani masayı her müşteri kendisi hazırlıyordu sadece
sıcak yiyecek ile mezeleri Mavropulos Amca yapar ve getirirdi.BAA bu arada
masaya içki ve kadehleri koyup mezeleri sıralayarak bir özen ahengi içinde
masayı hazırlamıştı.
O sırada masaya Mavropulos amcada
oturmuş masadan bağımsız ama ara sıra kulakları onlarda olacak şekilde
Meyhaneye hakimiyet kuracak şekilde duruyordu.Beyaz kaytan bıyıkları,beyaz
saçları göbeği ve omuzuna attığı havlusuyla adanın belkide en sevilen ve
22
sayılan tipini oluşturuyordu
arasıra konuşur konuştukça şenlenir şenlendikçe birden hüzünlenir
hüzünlendikçede öfkelenirdi adada BAA’yı bağrına basan ilk kişi olması
sorgulamadan BAA’nın ona olan saygısı ve beraberce aylarca aynı çatıyı
paylaşmalarının ardından Bugüne kadar birbirlerine olan dostluk hikayelerine
Stavro’da katılması dahada bir güzel hal alıp günlerin daha anlamlı geçmesini
sağlıyordu gerçi Stavro’nun içinde saklayıp günyüzüne çıkarmadığı kedisinden
başka kimseninde bilmediği daha önce yazılmamış hikayesini sezmişti BAA.
Sormak istedikçe kaçınan tavrı kaçındıkça
içini dökmek fırsatı bulmaya çalışan bu insanın zamanla içindekileri anlatacağı
anı biliyordu Stavro ikişer kadehi hızla devirdi.
-
Ne olacak bu
halimiz?
-
Anlatacaksan
konuşalım yoksa müzikle kafa bulalım Stavro
-
Sen anlat sen
başka diyardan geldin
-
Ben anlattım
benim hikayem Yıldızları ayağa getiremediğim zamanlarda bitti.
Kadehlerin biri kalkıyor biri inerken Haris
Alexiou’nu duru sesinden TZAMAİKA ezgisi denize ulaşıp kayboluyordu ezgi bütün
adayı kaplamış meyhanedeki havayı alkolün en tepesine çıkartmıştı adeta balkonlarında
amaçsız yada yılların yorgunluğunun ardından geçmişlerine giden bastonlarına
dayanarak oturan yaşlanıp giden yahut her gecenin sessiz hıçkırığı nice
oturanlarının sokakta yürüyenler kadar gemisinin başında gecenin en karanlık
anında bembeyaz elbiseli kaptanın başındaki şapkasına çıkartma haline hüzün
veriyordu limanda demirlenmiş sabahın en erken saatinde sefere hazır olan bir
gemi ezginin geçtiği tüm notaları kimbilir hangi yolculuklara çıkarıyordu her
kişinin kendi dünyasında.
Şarkıdaki gibi taa JAMAİKA kadar uzak
JAMAİKA kadar hasret tutam tutam nefes oluyordu adeta.Kiminin gerçekleşmiş
hayalleri kimininse elinden uçup giden fırsatları hepsi insani hepsi duygu
yüklü gemilere yüklenmiş limandan ayrılmaya hazırlanan eşya gibi soğuk donuk
bir ayrılık türküsü söylüyordu adeta.
Stavro ve BAA masadaki içkilerini
yudumlarlarken bir yandanda Meyhanedeki diğer masalardaki boşları topluyor yeni
siparişlere destek veriyorlardı.Mavropulos amca günün yorgunluğunu oturduğu
23
masada ve sandalye üstünde
uyuklama halinde olması ve ona herkesin saygı duymasından dolayı herkes
meyhanede kendi işini kendi görüyor kimse kimseye yük olmamaya
çalışıyordu.Gecenin ilerleyen saatine yaklaşılmış her masa bir dertli her masa
kendi derdi ile her masa kendi yalnızlığınla başbaşa kalacak gecenin
karanlığında boşalıyor her masada içinde bulundurduğu sevgi baloncuklarını
saklayarak terk ediyorlardı meyhaneyi tek tük kalan diğerlerininde boşalttığı
meyhaneyi yavaş yavaş temizlemeye başlayan Stavro masalarda kalanlara
seslenerek boşaltmalarını istiyordu.
-
Haydi bre !!
yarın kilise var tatil var isteyen uyusun isteyen kiliseye haydi!!
Adanın inşaat ustası elleri
kalın kalın olmuş nasırlardan Krikor hafiften kafayı kaldırarak.
-
Papaz Efendi yine
aynı nameleri söyleyecek evlat.
-
Tamam işte sende
vaazda uyursun Krikor.
Eliyle masanın bir köşesini
tutan Krikor diğeriylede oturduğu sandalyeden destek alarak yarı baygın hale
gelene kadar sarhoş haliyle kendini dengeleyerek ayağa kalktı yürümekte
zorlandığı her halinden belliydi.Krikor adım atmakta biraz tereddüt ederek
duraksadı bir kaşını kaldırarak diğerini yumup adım atmaya yeltenince biraz
sendeleyip düşecek gibi oldu o anda BAA hızla doğrularak Krikor’a tutunarak.
-
İstersen eve
beraber gidelim.
-
Yoook ! bre
biklumumben giderim.Heyya herkesle yarın kilisede görüşürüz.
Diyerek yavaş aheste aynı
zamanda yalpayarak gözden kayboldu.Stavro ve BAA meyhanenin tüm temizliğine
başlayıp sandalyeleri masaları kaldırıp yıkayıp paklayarak.Mavropulos amcanın
yüzüne masum masum tebessümle karışık muzip şekilde baktılar.Mavropulos amcada
onaylayarak.
-
Hadi hazırlayın
masayı bu saatten sonra bizim için olsun.
-
Yaşa! Bre amca
-
Ama ben biraz
uyur biraz kalkar biraz içerim tekrar uyurum siz kendi dalganıza bakın.
-
Tamam tamam
keyfin senin amca
Diyerek hızlıca bir şekilde
masayı donatıp müzikçalara hafif bir müzik
24
koydular müziğin verdiği hüzün
etrafı sarıyor sardıkçada birbirlerine dertlenmek istiyorlardı adeta.Mavropulos
amca kah masada kah masada değildi arasıra uyuya kalıyor uyuya kaldığı yerden
uyanıyor yarım kalan içkisini yudumluyor yine kaldığı yerden uyumaya devam
ediyordu.
Eşini kaybettiğinden beri yarı uyku yarı uyanık yaşam belirtisi ile
tutunmaya çalışıyor ama adeta hayatın benliğinden usanmış haliyle geceyarısına
kadar içiyordu.Hayata tutunacak hemen hemen hiç birşeyi kalmamış halini tutan
tek şey elinde Eski ve köhne Meyhanesi hayatındaki tek varlığı kızı Marine idi ama en son onu Kıbrıs’ta
olduğunu biliyor neredeyse 7 senedir ne yüzünü nede belirtisine ulaşmadığından
öldümü kaldımı bilemiyordu.Elinde çıkarıp çıkarıp bakmaktan cebinde eskimeye
yüz tutmuş 7 yıl önce çekilmiş resime bakıpta en son bıraktığı haliyle özlüyor
bazı geceler ismini sayıklayarak uyandığı hatırlanıyordu.Adanın sakinlerinin
ona olan sevgisi ve saygısı sayesinde biraz hayatı anlamlandırıyor ama ne
yaparsa yapsın ona o da yetmiyordu.
Taaaki BAA’nın bir gece elinde sırt
çantasıyla gelip karşısına dikilmesine kadar.O zamana kadar geçen saat
dilimlerinde sabah en erken kalkıp içer Meyhanesini hazırlar akşamın güneşinin
batışıylada dolan müşterisine hizmet eder herkesin çekip gittiği saatlerde hayatın
anlamsız yalnızlığı ile baş başa kalırdı.
Taaaki BAA’nın gelişine kadar.
Mavropulos amca hafiften
ayıklanarak uyuya kaldığı yerden doğruldu
Elini bardağına atıp kadehini
yokladı bardağının içini boş görünce bardağın dibini tatlı sert vurarak.
-
Evlat doldur
bakayım bir kadeh.
Stavro içkinin şişesinden
bardağa doldurup uzattı.Mavropulos amca çatalını mezelerden birine daldırıp
yerken içkisinden yudumladı.BAA O anda söze katılarak.
-
Amca dikkat ettim
geldiğimden beri fazla söze karışmıyorsun.
-
Evlat senin
gibiyim işte.
-
Ama ben
Yunan’cayı fazla konuşamadığımdan susuyorum.
-
Hayır evlat senin
Susman gerektiği için susuyorsun bak etrafına aslında ne kadar susan var
konuşmak var iken.
25
BAA hüzün kaplayan yüzünü yere doğru eğdi
başını hafiften denize doğru çevirip Mavropulos amcanın adeta tokat acısı veren
cevabına hem mahcubiyet hemde bilgeliğine saygı duyarcasına kadehini kadehine
tokuşturdu.
-
En büyük
pişmanlığın ne Amca.
Mavropulos amca hafiften iç
çekerek.
-
Hayatımın belli
bir dönemini daha farklı değerlendirebilirdim bu kadar.
-
Bazen seni
izliyorum bazen çok küfür ediyorsun.
-
İnsanların neşesi
beni ilgilendiriyor ama dertleri beni ilgilendirmiyor artık ne yazıkki.Mesela
sen BAA sen ilk karşıma çıktığında gözlerinden okudum.acılarını hep içinde
yaşayıpta kimseyle paylaşamamanın yalnızlığına karşın bir yerlere kaçtığın
anlaşılıyordu.
BAA
-
İnsan hikayeleri zengindir
Amca.Ve biliyorsunki bu yaşanmışlıkların pek çoğu İbret,Nefret,Sevgi,Aşk yada
Güzelliklerle donanmış yaşanmış ve bitmiş belkide bir yerlerde yaşanıyordur
diye buradayım.
Mavropulos amca kadehindeki
kalan içikisini yudumlar iken beyazlamış saçlarını iki eliyle arkaya doğru
yatırıp omuzundaki havlusuyla yüzünü sildi havlusunu tekrar omuzuna atarak.
-
Bir insan ölünce
herşey yarım kalıyor.İkiye ayrılıyor zaman.Okuduğun kitabın kıvrımları kıvrılan
sayfasında donup kalıyor evlat.Mesela ömür ütülenmek için ayrılan
gömleklerinde,yatırılmayı bekleyen faturalarda,atmak için biriktirdiğin
çöplerinde,yarın ısıtıp yerim dediğin buzdolabında beklettiğin bir tencere
yemekte.Peki sadece gidenmi yarım kalıyor ? ya kalan ! hafızalarımız öyle çok
acıya tanıkki geride kalanlar nefes dahi alamıyor.
Stavro elini masaya uzatarak
kendini doğrultarak eliyle sandalyesini iyice masaya yapıştırarak.
-
Ne varki o suskunluğumuzun altında yatan hepimizdeki
paramparçalık insana ders niteleğinde oluyor.İkinizin gözlerinde okuduğum
kendiminde aynada gördüğüm yüzümdeki hüzne
26
yaslanmış dik duruş.Benimde yüreğime taa çocukluk
yıllarımdan kazınmış.
BAA
-
O zaman ister
istemez o yaşanmışlıkların umursadığımız ölçüde oyunlaştırıp perdelerimiz
açalım.
-
Açalım dostum.
Aslında ikiside bu adada
birbirlerini yoklayan ama bir türlü açılamayan ikili olmuşlardı,onları
birbirine yaklaştıran birbirlerine benzer olan hikayelerin, hikaye
yolculuklarının yolcuları olmalarıydı.BAA çantasında getirdiği Hikayesini tam
anlamıyla Stavro’nun hikayesine yüklemişti ama bundan ikisininde haberi olması
imkansızdı.
Ama ilahi bir kudret farklı bir coğrafyanın farklı bir yaşamın
hikayesini denizin ortasında bir hayata yazıyordu aslında .Adanın tüm
sakinlerinin dışında bu iki insanın içindeki duyguların hayat ve ömürlerinde ilk
defa karşılaşmaları bundan sonra yaşayacakları her anı taptaze kalacak zaman
dilimi idi o bakımdan geçmişlerini bilmeyen bu iki insan tek bir hikayenin iki
coğrafyasında yaşanacak yaşanmışı tekrar edecekti.
Stavro saate bakarak gecenin hayli ilerisinde
olduğunu fark etti,eve gitmek için hazırlanırken.Mavropulos amca onu durdurarak
kal bu gün burda edasıyla içeriyi gösterdi.Stavro önce kabullenmeyip.
-
Mamam yalnız
meraklanır.
-
Yıllardır yoksun
bir gece daha olmazssın okadar.
BAA amcayı destekler nitelikte
konuşunca Stavro mecburen kabullendi,gerçi ertesi gün pazardı hem ayine burdan
katılabilirdi.
Stavro biraz duraksadı yatağa
doğru geçip üstünü çıkardı kafasında düşünceler alıp başka bir hayale
sığrdırmış şekilde yarını düşünüyor bir o kadarda tedirgin halini etrafa
yayıyordu,kimseye anlatamadığı bazı durumların farkedilmesi durumuna rağmen ne
anlatmak nede dinlemek istiyordu küçük bir ada herkes biliyor birbirini
içindeki durumunu sadece kendinden başka kimseye diyemiyordu.
BAA’ya olan güvenide tam burada başlıyor geçmişini
bilmediği adamdan dertlenmek dertleştikçe içini kemiren ağırlığını dışa dökmek
istiyordu.BAA’da onun bu hallerini gözlemlediğinden bazı durumlarda incitmemek
için onun içindekilerine dertdaş olma
27
gününün Stavro’ya bırakarak bu
hakkının onda olduğunu düşünerek birşeylerde sormuyordu.Ona bakarak gülümsedi
BAA yatağına doğru uzandı doğru tavana diktiği gözlerini yumarak.
-
Stavro ne
anlatmak istiyorsan şimdi anlatma anlaşıldı hikayeni yaşayacağız bundan emin
ol.
Sabahın ilk ışıkları her zaman olduğu
gibi denizin üstünü ışıldayarak yalarken denizin sakinliğine üzerine vurmuş
sisiyle adayı kaplıyordu adeta.Hafta sonunun verdiği heyecan her zamanki gibi
ada halkını tatlı bir heyecana sürüklediği kalabalığın toplanmasından belli
oluyordu.
Stavro her zamanki gibi uyanışı
yapamamıştı adeta daha bir heyecan daha bir korku halini andıran gergin yüz
ifadesiyle sabahın en kör noktasında meyhaneden uyanmış doğruca evine gitmiş
temiz bir paklanmış haliyle dünden kalan elbiselerini değiştirmek için halinde
bir telaş oldukça gergin tavırları beraberinde getiriyordu..Annesi bir hayli
yaşlanmasına rağmen oğluna karşı hala hizmetkar bir tavırla üstüne düşüyor
üstüne düştükçede Stavro’yu bu halleri üzüyordu.
-
Mama ! biraz dur
ne olur ben hazırlarım.
Başındaki eşarbı gözlerinin
içe doğru çöküntüsü ve aynı anda tüm yüzünün çizgileriyle hayatın en anlarının
acısını ve tatlılığını bir arada görebileceğiniz bir yüz hattı tanımına uygun
karaktere sahip Anaorke elinin avuçiçiyle Stavro’nun başını Şefkati ile
Okşayarak.
-
Oğlum dün
istediklerini temizleyip ütüledim içerden alırsın.
Şefkatin sesine kulaklarının
içinde adeta yankılanan Stavro az önceki heyecan ve gerginlik halini bir kenara
bırakarak Anaorke’nin elini iki eliyle kavrayarak kendine yanaştırdı annesinin
eliyle tuttuğu elini sevgiyle öpücük kondurup kokladı yanağına dayadıktan sonra
gözlerini yumarak.
-
Mama ! seni ben
nasıl bırakırım ? bundan sonra bu dünyada senden başka kimsem yok.
-
Oğul
akrabalarımız var onlarda bizim bağımız.
-
Yok Mama senden
başka kimsem.
28
Aslında annesinin dediği gibi
epeyce bir akrabası adada mevcuttu ama Stavro’nun bilinci ilgisi annesinin
kendisine tek varlık seçmesi anneliğinin ardından zor günleri en acıyla
atlatırken bu geçişi çocukluğunda oğluna hiç hissetirmemeye çalışmasından
geliyordu.
Ama bu acılı ve sancılı
babasız bir gençlik zamanının en yakın tanığı olması.Stavro’yu derinden
etkilemiş bunun bilinci ve inancıyla annesine çok büyük saygı duyuyor vede
sevgi besliyordu.Anaorke’nin sesi dramatik travmayı derinleştirirken dışardan
gelen Macelas’ın sesi travmatik dramayı bozuyordu.
-
Haydi bre !
palikarya geç kalıyoruz.
-
Geldik geldik
bekleyin hadi mama ben dışarda bekliyorum.
-
Stavro dur geldim
bekle.
Adanın sokakları inişine doğru
geçen dar beyaz badanalı önlerinde çiçeklerle bezenmiş evlerin arasında
süzülüyordu.Süzülen her sokak denizi görüyor gemilerin bacalarındaki tüten hasret
dumanları kadar limana yanaşan kavuşma sirenleri ile yankılanıyordu.
Sokaklardaki tüm telaşlar Pazar ayininine
yetişmeye çalışan çoluk çocuk ada halkı mutlu bir şekilde birbirlerini
selamlıyor her birey başka biriyle sohbet etmeden gitmiyordu.Bir yolu neredeyse
imkansızlaştıran bu sohbet duraksamalarının üstüne.Anaorke’nin haftada bir
dışarı çıkmasından dolayı gençlerin selamlaması yaştaşlarının onunla muhabbeti kiliseyi
bağlayan yolu adeta zamansal olarak uzatıyordu Stavro bu konuşma duraklarında
her beş dakikada duraksayıp beklediği annesini uyara uyara mecburiyetten
Macelas ile sigara üstüne sigara yakmasına neden oluyordu yürümenin
uzayacağından emin olan Stavro Anaorke’ye .
-
Anne sen kiliseye
geç ben seni orda bulurum.
-
Tamam ama geç
kalma.
-
Tamam tamam mama
papazdan önce kilisede olurum.
Macelas ile gülümseyerek
uzaklaştı.İskelenin yolundan uzayarak giden yol boyunca hızlı adımlar ile
yürümeye devam ettikçe ayakkabılarına sinen tozu hem eliyle hemde pantolonun
paçasıyla siliyor yine toz olunca kendince sinirleniyor küfredip duruyordu.
Mavropulos amcanın
meyhanesinin önüne gelip durdu meyhanenin bahçesini sulayan BAA’yı selamlayıp
masaya oturdu BAA çeşmeye doğru gidip suyu kesip meyhane bahçesine boylu
boyunca uzanmış
29
hortumu el ve kolunun dizinin
yardımıyla toplayıp çiçeklerin arasına özenle sıkıştırıp içeri geçti bir zaman
sonra elinde iki fincan irisi kupa ile dumanı ve kokusu sinmiş şekilde masaya
koydu masanın üstünde ıslanmasın diye kaldırdığı sandalyeyi indirerek oturdu masanın
üzerindeki kahvelerden bir tanesini alıp dumanını üfleyerek bir yudum içip
masaya tekrar koydu Stavro’ya alaycı bir şakacık hamle yaparak gülümsedi.
-
Mama ile gelcem
diye sabahın köründe çıktın yalnız geldin.
-
Üstümü
değiştirdim birde mama ile yola çıktım ama hala çene yapıyordur ne yapayım.
-
Bütün yaşlılar
aynı galiba bizim oralardada hep böyle dışarı çıkmaya görsünler çeneleri hiç
durmaz on dakikalık yol bir saate varır.
-
Ha Ha Ha Ha !
evet yaa aynen durum öyle.
Birlikte gülümseyerek
kahvelerini yudumlayarak bakıştılar.Stavro’nun heyecanı ve gerginliği yine
üzerindeydi kaçırmaya çalıştıkça nedenin anlaşılmamasının imkanı yoktu
adeta.BAA bazı durumlarda kendine vazife olmayan hiçbir şeye karışmama gibi bir
durumu yıllar önce bırakmıştı onun için neyin var gibi soruları genellikle
sormaz halin ve zamanın getirdiği konuşmalarda ortaya çıkan zamanlarda
cümleleri tercih ederdi.
-
BAA bugün benim
için zor bir gün olacak ne yaparım ne ederim bilemiyorum.
BAA Oturduğu yerden kalkarak
Stavro’nun omuzuna dokunup sarıldı elinin içiyle hafiften sıkıp sırtına dostluk
tesellisiyle hafiften sürterek hiçbir şey söylemeden içeri geçip bir süre sonra
üstünü değiştirmiş şekilde tekrar dönerek meyhanenin dışına çıktı.Meyhanenin
kapısından caddeye doğru kendilerini bırakan Stavro ve BAA uzunca bir sahil
şeridini yürüyerek bitirip kilisenin sokağına geldiler kalabalığın içinden
geçip selamlaşarak bahçenin içindeki kalabalığın yanına yaklaşarak
durdular.BAA’yı gören herkes birbirlerine merak içinde birşeyler fısıldayarak
konuşmaya başlayan gözlerin merakı kiliseyi adeta baştan sona sarmış
bulunmaktaydı.BAA başka bir coğrafyanın başka bir dinine mensup olması
dolasıyla meraklı bakış ve konuşmaların muhatabı olarak uzayıp gidiyordu.
30
Bu enteresan meraklılığın
farkına varan Stavro,BAA ve Macelas gülümseyerek bahçenin içine kurulmuş Çay
masasından kendilerine çay doldurup içtiler.Kalabalığın sesini genç rahiplerin
çaldığı el çanlarının tını sesleri kesince birlikte kilisenin içine birer
ikişer olarak girip herkes kendine göre yer bulup oturdu.Papaz Thederos ayin
hazırlıklarını yaparken ada halkı oturduğu yerden sağa sola bakınarak kimlerin
orda olduğunu kimlerin yok olduğunu bakışlarıyla yapıyordu.
Papaz Thederos kilise
cemaatine dönerek ayini başlatacağı uyarısını yaptıktan sonra bir uyarı daha
yapma gereğini duydu.
-
Sevgili dostlar
aramızda bir misafirimiz var hep birlikte kendisine hoş geldin dermisiniz ?
Bütün Kilise cemaati bir
ağızdan hoşgeldiniz derken BAA memnunuiyetini belirten eda ile.
-
Efkaristo poli
hoşbuldum.
Diyerek Papaz Thederos’uda
aynı anda selamladı.
Papaz Thederos daha sonra
BAA’yı eliyle göstererek.
-
Dostlar ! BAA
benim çok sevdiğim bir kardeşim sizinde aynı anda seveceğiniz sandığım bu insan
belli bir süredir adamızda bizimle birlikte yaşıyor.Benden defalarca özür
dileyerek ‘’Efendim bir Pazar günü bende
katılabilirmiyim‘’ diyerek bir ricada bulundu bende seve seve katılabilirsin
dedim.
Kilise kalabalığının hoşnut
bakışları arasında BAA’ya karşı Papaz efendi eliyle kalk der gibi işaret
yaptı.Bunu anlayan BAA yavaştan ve mahcup şekilde ayağa kalkarak herkese
başıyla selam verdi sonra dönüp aynı
selamı Papaz Efendiye vererek.
-
Sevgili Papaz
efendi sevgili dostlar.Öncelikle ben naçizane yalnız kul olarak bu kutsal
mekana ve aranıza kabul ettiğiniz için ne kadar teşekkür etsem azdır.
-
Ne demek !
evladım tekrar aramıza hoş geldin.
-
Adanıza
geldiğimden beri belki tek gönül huzurum şu andır.Bunu inançsal olarak
söylemiyorum ama kalabalığın içindeki huzurumu anlatmak istiyorum.
-
Buyur rahat ol
evlat istediğin arzuda konuş.
-
Adanıza gelmemin
bir hikayesi var o hikaye benim ve dostlarım arasındaki son nokta
hikayesidir.Bu ada ömrümce benim
31
-
uzaklığın hatta
dünyanın son kara parçasıymış gibi görmemin hikayesi yalnız kalmak,yalnız
yaşamak,beynimin,ruhumun ve duygularımın kaçışının son noktası olacak olan
Tzamaika kaçışımın nedenidir.Buraya gelene kadar Yunanistan’ın büyük
şehirlerini hatta büyük adalarını geze geze geldim gezdikçe bir yerin beni
tanımlamadığını vede tamamlamadığını hissettim Hissetim çünkü beynimin ve
ruhumun duygu karaparçası olan bu ada burasıydı buraya ayak basmadan huzuru
bulamayacaktım ve bastım ayağımı ! 9 aydır yanınızdayım yanınızda olmak çok
güzel ama geçmişten aldığım gönül yenilgisi ardından çok üzülmemin ,çok
ağlamamın kahrolmamın ne gibi etki eder,ne gibi etmez bilinmediğinden ağlamayı
kestim.Her Şarkının içindeki beni anlatan sözlere gözyaşımı dökerken kime,kim
ve ne olmadığımı anladığım için ağlamayı kestim.Bir tek hikayemde burası kaldı
elimde avucumda burasıda ulaşılmamızı öykülüyordu.Haris’in o buğulu sesinden
keşfedip tanımıştık karşı kıyıdan bakıldığından küçük kara adası bizim
yüreğimizde koskocaman bir ütopyamızdı ulaşılmaz hikayelerin mutlu sonu
dünyanın bilinen en son karaparçasıydı bizim için.
Ama Ama !
Duraksadı biraz ağlamaklı ses
tonuna büründü ağlamıyorum artık dediysede içindeki hıçkırıkları herkes
duyuyordu adeta Macelas’ın uzattığı suyu içti Papaz efendiden izin alarak
konuşmasına devam etmek istedi Papaz efendide izini vererek.
-
Dokuz aydır
buradayım bir ay sonra burdan ayrılmayı düşünüyordum taaki.Yeni bir hikayenin
yazıldığını farkedene kadar bazı hikayeler vardır bilinmez kimsede bilmez
sadece sizinle mezara girer o mezara giren hikayeleri herkesin keşfetmesi lazım
keşfetmezsse kimse hayatı yakalayamaz.
Beni dinlemek zahmetine katlanarak zamanınızı aldığım
için sabrınıza teşekkür ederim.
Diyerek yavaştan hüzünlü bir
oturuş yaptı kilisede o anda çıt çıkmıyor herkesin bu adamın içindekileri
dökmesinin şaşkınlığı ve hüznünü
32
yaşıyordu adeta aslında
herkesin fark ettiği birşeyi aynaya yansıtmıştı aslında fark etmeden BAA ,o
anda orda oturupta ibadet için bekleyen kalabalığın iç dünyasının dışarı
seslendiren kahramanı olmuştu kimine göre sonuna kadar sevip,Kimine görede ömür
boyu kahroluşun karmaşasını yaşıyordu aslında.
Papaz Thederos o sessizliğin
ardından.
-
Ne demek evladım
Ne demek zaten bu ada çok sevenlerin adası olduğu kadar.Sevipte sevdiğini
alamayanların beceriksizlerinde tam yurdu tam yerini hayal etmişssin.
Papaz bu sözleri yıllardır
kıydırdığı nikahların ve o nikahlardan sonra doğan çocukların vaftizlerinin
verdiği tecrübeyle konuşmuştu.
Kilise cemaatinin pür dikkat
BAA’yı dinledikten sonra herkesin yüzündeki şaşkın tavrın onu ilk gördüklerinde
Mülteci zannetmeleri ama aylar geçtikten sonra alışmalarından sonra farklı bir
senaryonun hikayesi için burda olduğun farkına varmaları ona olan saygılarını
artırmış ve sevdirmişti.Stavro’da adeta gözlerinin içiyle gülümseyerek elini
tutup destekler haliyle şefkatle sıktı BAA bunun ardından elini kaldırarak son
kez bir şeyler söylemek istediğini belirtti Papaz efendi buna karşılık
kendisine söz vererek.
-
İnançlar
karşısında burada bulunmamın nedeni.Hangi ırktan,hangi inanç farklılığı olsada
kalbimi dua ve yakarışı bu mekanda
vermek istiyorum.Kimin ne kadar mezarı var ise burada hepinizin akrabalarının
mezarlarıyla çok geceler ve güzdüzler konuştum dertleştim bunca ay kimselere
fark ettirmeden siz yaşayanlar değil ama Anneniz,Babanız,Akrabalarınızın
ruhları dert ortağım oldu.Beni adadaki yalnızlığımdan kurtaran Mezardaki
ruhlara saygımı sunuyorum.Hepimizin Ruhları kutsansın.Ruhları Şaad olsun.
Konuşmasını bitirdikten sonra
oturarak duraksadı aslında bu kadar çok kalabalığa içindekileri rahatça
dökmenin verdiği ferah ve rahatlama hissi ile kendini kutsamıştı aslında.Bu
duygusallığa kiliseninde kapılması Papaz Efendiye ayini başlatmaya zorladıki o
da gür sesiyle herkese ayağa kalkmasının ve ayine geçilmesi için duaya
başlamasına yol açtı.
****************
33
2.Bölüm
Temmuz’un ortaları gelmişti.Adanın
etrafı çepi çevresi denizide sıcaklaşmış havayla beraber adeta bunaltan bir
zindana dönüşmüştü.
Gündüz sokaklarda hemen hemen
kimseyi bulamaz tek tük açılan dükkanlar ve kamu binaları haricinde kepenkleri
çekili sıra sıra dükkanlar açık olanlar ise işyerlerinde öğlenin belli bir
saatinde Siesta uykuları hakim olurdu,gelen giden hiçbir hazırlık ile alışveriş
yapmazdı o saatlerde.
Adanın irili ufaklı otel ve
pansiyonlarında tek tük turistler gelmişti.Turistler için buranın herhangi bir
cazibesi olmuyordu genellikle diğer tüm Yunan adalarında günboyu dolu dolu
oteller dolu dolu plajlar ve dolu dolu eğlence yerleri varken Tzamaika bu
konuda daha farklı özelliğe sahipti.Etrafta adada bulunan Askeri Hava Üssünün olması
ve okulların bitip yaz tatilinin başlamasıyla adadaki görevli askerlerin
aileleri ile çocuklarının tatillerini subay babalarının yanında geçirmesinden
dolayı kalabalıktı.Tzamaika’nın bütün caddeleri subay ailelerinin gençleri ve
çocuklarının ardı sıra belli bir turistin akınıyla şenleniyordu.
Gündüzün yaşanılması imkansız
sıcaklığında gecenin karanlığı bastırdığında adeta yaşam yer altından
fışkırıcasına yeniden doğuyor sokaklar canlanıyor dükkanların ışıkları denize
yansıyordu,muazzam kalabalık caddeler adanın kendine has sakinliğinden eser
bırakmıyordu.Kamu Kuruluşlarının ofisleri gündüz yerine gece açık olsaydı yaşam
sanki Tzamaika’da gece yaşanıyor sanılırdı.
Gündüzün dereceleri çalıştırmayan
cıvalarının yerinde patlatacak
34
kadar olan sıcaklığı geceyede yansıyor,bütün günboyu evlerin
duvarlarına,toprağına ve asfalta sinmiş sıcak gecenin karanlığında bunaltıcı
sıcaklığı açığa vurdukça hayatı çekilmez hal haline getiriyor bu durum hemen herkesin
yanında bir vantilatör bulundurmasna yol açıyordu. O an dışarıda olanlar ise ya
ellerine buldukları ne var ise yelpazeye dönüştürüp serinlemek için rüzgarlar
yaratıp yada mendil yada havlular ile boncuk boncuk dökülen terini silmekle
meşgul olurlardı bu durum yaz boyu devam eder giderdi.
Meyhane her yaz sezonu olduğu gibi yine
oldukça kalabalıktı,yine amansız amaçsız dertlerini sevinçlerini ortaya sunacak
şekilde masalardaki konuşma sesleri kadeh bardaklarının çınlayan sesleriyle
karışıyor etrafa anason yada ardıç alkolü kokusu havaya siniyordu.Bir masanın
mezeleri diğer masaların içkileri birbirleriyle yarışırken.Stavro elinde
sipariş fişiyle bağıra bağıra masa aralarından geçiyor.Mavropulos amca
ızgaranın üstündeki balıkları çeviriyordu
Kömür ızgarasının dumanı o
kadar etrafı kaplıyorduki dumanın içinde adeta kaybolmuş olan Mavropulos amca
hazırladığı balıkları tabaklara koyduktan sonra yeni sipariş balıkları ızgaraya
atıyor,ızgaraların yanışına denk yeni atılmış balıkların yanma sesi tüm meyhaneyi
sarıyordu.
Stavro tezgaha yanaşıp bir tabaktan diğer
tabağa siparişleri masalara yetiştiriyorken.BAA’nın hazırladığı mezeler ile
salataları aynı hız ve nizamla servis ediyor.BAA’da arasıra sakinleşen
zamanlarda oda masalara girip hem siparişleri yetiştirme hemde masalarda
biriken boşları toplamada birbirlerine elbirliğiyle yardımcı oluyorlardı.Onlara
arasıra ada sakinlerinin ve Macelas’ın yardımları rahatlatıyor bütün yaz
geceleri hemen hemen tekrar eden bu koşuşturmaca sürüp giden tatlı telaş bütün
kış boyunca Mavropulos amcayı rahatlamak adına yapılıyordu.
Gelen misafir ve müşteriler adanın tek
gündüz arasıra lokanta geceleride meyhanesi olarak biraz salaşlığından ve
rahatlığından çok memnundu melamin tabaklar ve çatlamış bardaklarda kıvrılan
ağzı burnu eğrilmiş çatal ve bıçaklar ile bu adayı keşfetmiş kendilerine huzur
verdiğine inandığı içinde bulundukları sıradada kendi benliklerini buldukları
yer olarak sayarlardı.burayı ilk keşfedenler ise ya çok sevmişlerdi yada hiç
hoşnut olmamıştı bu salaş halinden
35
Daha önce keşfetmiş olanlar
ise yeni hoşnutsuz misafirleri kendi kendilerine sevdirmeye çalışanlarda az
değildi.
BAA siparişleri yetiştirdikten sonra soğuk
tezgahına geçmiş ,biten mezeleri topluyor kalan mezeleri temiz tabaklara
yerleştiriyordu.Elinde bez tezgahın üstünü kaplamış yoğurt,salata
kabukları,marul yaprakları gibi mezelere konulmuş tüm artıkları çöpe sallıyor
salladıkçada lavaboda bezini yıkıyordu,gecenin ilerleyen hayli geçmiş saati
olmuş tüm masalarda yavaş yavaş hesap ödeme hazırlıklarına
hazırlanıyordu.Stavro masaların hesaplarını teker teker çıkarıp masaların
üzerine koyup kasanın önünde beklemeye başladı Macelas ile sohbete başlayıp
BAA’nın işini bitirip geldiğini görünce eliyle kahve yap dergibi işaret
yaptı.Mavropulos amca kasanın önündeki Stavro ve Macelan’ın yanına gelip
hesapları sordu Stavro’da masalardaki kalan tüm hesapları toplayıp getirdi o
anda BAA elindeki tepsiye koyup getirdiği kahveleri herkese teker teker bırakıp
içmeye başlayınca Mavropulos amca günün hasılatını sayıp herkese hakkı olan
ödemeyi yaptı.
Stavro aldığı parayı saymadan koydu
cebine biraz mahcup olmuş şekilde bu durumu farkeden Mavropulos amca.
-
Buklemun Suratını indirip durma mekana emeğinle hizmet
ettiysen hakkını alacaksın.
Mahcup olan yüzünü iyice yere
doğru süzen Stavro.
-
Amca almak
istemezdim ama biliyorsun durumu işimi ve durumumu kaybettimde döndüm mecburen
bazı şeylerle durumumu çevirmem lazım.
Mavropulos amca hiçte hoşnut
olmadığını belirterek susmasını istedi kahvelerini yudumlarlarken .Macelas
geride kalan masaları temizlemiş yanlarına gelmişti biraz gülümser edayla.
-
Amca kışın tamam
biz bize yetiyoruzda ama yaz işlerin çok iyi burayı büyütelim sen kasada
oturursun sana yazları çalışacak elemanlar buluruz.
Derin ve keskin gözleri ile
Macelas’a bakan Mavropulos amca.
-
Ne büyümesi be
evlat burası böyle benim büyütmeye yetecek vaktimmi var.
Stavro Macelas’ın
söylediklerine hoş bakmaya hazır sözleriyle araya girerek onu destekler
nitelikte.
-
Bence çok ama çok
isabetli bir düşünce.
36
Deyip heyecanın verdiği
sevinçli edayla omuzuna vurup.
-
Afferin stiyammo
!
Mavropulos amca her daim
buranın büyüsünü bozmamaya çalışmıştı yıllarca hemen hemen hep aynı dizayn hep
aynı havayı kaçırmamak için elinden geleni yapmış yıllar yılları devirdiğinde
zamana ayak uydurmak için yenilikler yaptıysada burayı meyhane yapan dokuyu
bozdurmamaya çalıştı akıllıydı zamanın ne gibi ihtiyaçları var hepsini
biliyordu ama anılara saygısını yitirmemek adına zamana direnmiş bunca yılı
devirmişti bu mekanda.
Her insanın ,kişisel anahtar kelimeleri
vardır.Onu başkalarına özetleyen yada hayatı kendisine özetlemeye yardımcı olan
kısa ve öz kelimeler ile.Bir insan diğerine benzemiyorki,anahtar kelimelerde
aynı olsun biri büyütmek isterken diğeri anıları kaybolmasından korkup siner
sinerki elinden kopunca etinin kemikten sıyırırcasına verdiği azabı
çekeceğinden korkar.
Dünya üzerinde yaşayan canlıların
arasındaki sonsuz farklılıkarına rağmen hepimizin ortak anahtar kelimesi vardır
şu hayatta o da büyümek.Hepimiz bu dünyaya büyümek,büyütmek ve büyütülmek için
gelen varlıklarız.Yaşamaya,gülmeye ,sevmeye geldik şarkılara aldanmayın boşuna
büyümeye ve elimize ne geçerse büyütmeye çalışarak geldik buralara.Elbette
birgün işlerimizide büyüteceğiz.Parayı büyüteceğiz,yanımızda çalışacak insan
sayısını artıracağız ama ne garip büyüdükçede farkına varmadan küçüleceğimizi.
*****************
Günler
geceleri geceler günleri kovalayıp yaz sezonuda ağırlayıp
gidiyorken.Yoğunluğun,yorgunluğun günden güne artırıyordu artırdıkçada aslında
bir günün yorgunluğuna bırakması gün be gün çalışmanın insan vücuduna verdiği
belli bir hazdan başkası değildi.Aslında her türlü amansız düşünceleri her
türlü bıkkınlıkları ve her türlü travmayı yoğunluk içinde eritip kaybediyordu
çalışmanın verdiği zaman harcama işin yoğunluğu işin bitimine kadar olan saffi
37
çalışma aslında insana verdiği
bir terapiyi yaşatmak adına en doğal olanı olarak insan içine yüklenen bir
görevdi aslında.
O gün kasaba ve adada bir hayli
yoğunluklu kalabalık civar köy ile diğer.Yunan adalarından gelen yabancı yüzler
bütün sahilleri doldurmuş bir hayli kalabalığın yanı sıra siyah siyah Papaz ve
Rahibe’lerin çokluğuda farkediliyordu.BAA bir acayipliğin ve özel bir günün
anlamı olduğunun farkındaydı ama neydi onu birtürlü kavrayamıyordu.Etrafından
gelen geçen 11 aydır görmediği adeta binlerce surata bakıp anlam veremeden
meyhanedeki işlerine devam ediyor mekanda oturanlarda cafe tarzı olarak servis
yapıyordu.
Mavropulos amcanın göbeğini şişire şişire dışarı çıktığını gören
BAA elindeki bezi avuçlarının içinde sıkarak yanına yaklaştı ikiside sahil
caddesinden gezen kalabalığa göz gezdirdi.
-
Mavropulos amca
bugünkü kalabalığın anlamı ne ?
-
Hımmm ….. çok acı
bizim için çok acı .
-
Nedir ? anlatsan
-
Evlat bugün bu
adanın görüp görebileceği en büyük katliamların anması var bugün.
-
Ondanmı bukadar
kalabalık.
-
Evet evlat.
Bir acayipliğin olduğunu
anladığı kadar konunun ana fikrinide anlamış oldu.Arkasını döndü masaları
silmeye devam ederek içeri içeri doğru geçti.Pantolonunu çıkarıp üstünü
düzeltti tekrar pantolonunu kemeriyle sıklaştırdı çeşmeyi açıp elini yüzünü
yıkadı.
Dışarı çıkarak meyhanenin
önündeki masaya geçti geçerkende elinde iki kahveyi getirmiş diğerini
Mavropulos amcaya uzattı o andaki kalabalığı izlemekle meşguldüler.Bu arada
Stavro’da yanlarına gelmişti.
-
Günaydın
Başlarını yana çevirerek sesin
geldiği yöne bakıp.
-
Ooooo günaydın
nasıl dinlendinmi .
-
Dinlendim amca
iyi uyumuşum.
Stavro elini BAA’nın omuzuna
atarak sen nasılsın palikaryam dergibi sıktı.BAA’da Stavro’ya bakıp başıyla
kalabalığı gözlemlediğini işaret ederek.
38
-
Bu kadar
kalabalığı anlamaya çalışıyorum.Mavropulos amca üstün körü anlattı ama.
-
Evet ya onun
hikayesini anlataym ama bir müsaade et kendime bir kahve alayım.
Diyerek içeri geçti.Kalabalık
bir oyana bir buyana ilerlerken liman ve Rıhtım’da tıka basa dolmuş onlarca tekne,onlarca vapur,onlarca
gemi ve iki tanede Uçak dolusu insan ada’ya gelmişti.
Stavro elinde kahvesiyle gelip
masaya oturdu.Mavropulos amcada yanına geçip BAA’ya otur dergibi sandalyeyi
çekip ona uzattı.
Stavro kalabalığa göstererek.
-
Bundan neredeyse
yüzyıllarca önce haçlı seferleri başlamış Avrupa’dan binlerce savaşçı kutsal
Kudüs’ü tekrar Hristiyanlığın merkezi yapmak ve dünyayı Hristiyanlaştırmak gibi
dert edinmiş onca Kral ve Papa önderliğinde sefere çıkmışlardı.
Yolları Ortodoks İstanbul ve Bizans Topraklarına gelince
Katolik düşünce ile İstanbul ve diğer tüm Bizans toprakları kadar nasibini
Tzamaika’da almış bu adaya gemilerle yüze kadar gemi yanaşmış
zamanında.Dinlenmek için geldikleri gibi gitmediler burdan topladıkları
erkekleri ve askerleri yukarıda görmüşssündür tapınağa içindeki Papaz ve
Rahibelerle kapatıp yakmışlar o gün bugündür orada yanan insanlar için anma
yaparız buda bizim ağıtımız ve yasımızdır.
Mavropulos amca kendine göre
yıllarca bu anmalara katılmış her katılım yasında kendini yıllar geçtikçede hüzne
boğmuştu bugünde o görülüyordu.O anda BAA’nın elini tuttu.
-
Bu dünya benim
yaşlanmayı isteyebileceğim yer değil evlat.
Sokağa çıktığımda benim gibi yaşını almış insanların
gözlerinde tuhaf şaşkınlık okuyorum evlat. Her üzüntü bizi yaşlanmaya dahada yaklaştırdı
sanki bir sabah uyanıp kendimizi doğup büyüdüğüm yerlere benzemeyen bir
yerde,bilmedikleri bir gezegenin ücra köşesinde bulmuş gibi hissediyoruz.Çünkü
bizden genç insanlar bizi toplu bir yerde tutup gözümüzden uzak dursunlar gibi
dertlerini anlıyoruz evlat ama bu yası biz ayağımız yetmesede bile o tapınağa
sürüne sürüne gideceğiz.
39
BAA durumu kavramış ama
amcanın bu serzenişini anlayamamıştı.
Stavro’da işaret parmağıyla
amcayı işaret edip.
-
Tertip komitesi
önlerde kendine yer verip bedelini ödemiş bu ada halkının atalarına saygısını
sunmasına arkalarda yer verip yaşlılarımızın çiçek koymasına bile izin
vermiyorlar ondan Mavopulos amcanın kızdığı.
BAA bu konuşmada geçen mevzulara
geldiği yer itibariyle hiç yabancı değildi.Hafiten gülümsemeyle karışık
duyduklarına onay vererek konuşmaları dinliyordu.Mavropulos amca onun
tebessümüne karşılık tebessümle karşılık verince Stavro BAA’ya bakarak.
-
Daha önce buna
benzer şeyleri konuşmuştuk.
-
Evet hatırlıyorum
ona gülüyorum.Bizim ordada kendini öne atıp her yer toz pembe iken
kahramanların ne olduğunu çoook iyi biliyorum. Kurt Görünce topuklarına
vururcasına Kaçanların asla Çoban Olamayacakların. Kurt Gidince Geri Dönüp
Sıvışmak'ın Adını Düzeltmek ve ben şundan dolayı bundan dolayı zarar gelmesin
falanlara sığınan zavallıları Zannetmediğimiz Zaman Onlar gibi HERKESLEŞMİYORUZ.Onlar herkez biz kendimiziz takmayın.
Stavro belini doğrulturcasına
sandalyeye iyice yapıştı ardından masaya doğru eğrilerek geçici bir rahatlamadan
sonra.
-
Dostum nasıl
takmayalım tamam biz takmayalım karşımızdaki bu burun fakiri kişiler
kendilerini iyi satarak toplumun içinde saygınlık kazanarak yaşıyorlar.
-
Saygınlıkmı ?
Satarak dedin yani etiket fiyatı var.Sen kendine fiyat biçtinmi.
Duraksadı yoo dergibi kafasını
salladı BAA bu duruma.
-
Bak fiyat
biçemedin fiyatın belli bile değil ? Mavropulos amca’yı tanıdığımdan beri sonra
seni tanıdım sen benim sözlerimi yanlış anlama Macelas seni yeni tanıdım.Evet
dostum sen ve amcaya ben bu dünyada fiyatının belli bile olamayacağı bir servet
olarak tanıdım ve diğerlerinin zamanları var zamanları bittimi üstündeki fiyat
etiketleride sökülür.
Mavropulos amcanın iki yanağı
gülümser edayla şişmiş BAA’nın kendisi ve Stavro hakkındaki bu ender benzetme
hoşuna gitmişti.BAA
40
Adeta sevgi dışı gösterisiyle
vurmuş şekilde Mavropulos amcanın yanağını sıkarak elini öptü karşı masada
oturan Talos’u işaret edip.
-
Amca seni
tanıdığımdan beri hemen hemen hergün Talosu’da gördüm onun hikayesini anlattın
onun bu adadaki ağırlının ne kadar hafif ve Halk arasında ne iş olursa verilip
karın doyurmaktan başka bir hayali kalmamış Hayat beceriksizi ne iş yaptıysa
gençliğinde elinde kalmış bir insan olarak tanıttınız.Ama onun iç hikayesini
okudunuzmu yoook kusura kalmayın ama o korteji sahiplenen kişilerden farkımız
yok.
Az önce göklere çıkardıklarını
şimdi adeta yere gömmüştü.Ama masadakilerin bundan hayıflandığı yoktu çünkü
haklı Talos’a verilen değerin ne kadar alaycı bir meramda geçtiyse geçmişte o
masada oturanlarında bir suçu olmasından kaynaklanıyordu.Stavro kafasını eğerek
BAA’ya bakarak.
-
Ne yaptın
buklemun yerle bir ettin bizi.
Mavropulos amca haklı dergibi
gülümsedi herkese sigara uzattı bir tanesini kendisi yaktı.Normalde içmiyor
arasıra keyiflendiği yada kederlendiğinde tek bir sigara yetiyordu.BAA
sigarasını yakarak.
-
İyi bilin ! Talos’la
ben bir gün mezarlıkta karşılaşmıştık Annesinin ve Babasının mezarına yeni
yaptığı Haç’ı dikerken tanışmıştım eskimiş haçı çıkarmasına yardım etmiştim,sebebsiz
kötülükler çağında beklentisiz iyilikler kadar iyiliğimin hakkının vefasının
bilinmesi için çırpınan bir adam oldum hep dedi.Yoksul bir taşranın yoksul bir
babanın altıncı çocuğuyum çocukluğumdan beri orda burda hatta bu adada
çalışmadığım yer kalmadı.Atina’ya ve Selanikte bile çalıştım.Küçük Bir bahçemiz
sokaktan bulup getirdiğim yaralı köpeklerim vardı dedi aynen aktarıyorum.Yoksun
ve Yoksul İnsanları hep sevdim biçare kadınları annemde biçareydi çalışmaktan
beli bükülmüş yanaklarının avurdu çökmüş adamları sevdim hep.Ama ben nedense
kendimi sevdiremedim bu insanlara dedi.Bu çağın en büyük sorununun şefkatsizlik
olduğunu belirtip senin geldiğin yerdemi böyle? diye sordu.Cevap vermedim çünkü
? Hayal kuracağı bir ütopyalarının o soruda devam etmesini diledim.
Durum şu ! hayal ile gerçeği iki ayrı şey olarak
değiştirmesini istemedim defalarca konuşmalarımızda.Dünya Hayatı
yorucu,insanlar çok rahatsız,sistemler vahşi,dostluklar sahte !
41
Masadaki tüm herkes benlikleri
ile başbaşa kalmış bir halde aslında Talos’un nezninde herkesin Mezardaki tüm
yitirmişleri ne varsa gidip konuşacak bir çift dertleri olduğunu anımsattı
anımsanan duygu vicdanlarının içinde Mavropulos amca Talos’a seslenerek
masasına gelmesini istedi.Talos önce üzerine alınmadı çünkü kendisine kim
seslenebilirdiki elinde Şarab bardağını sımsıkı tutmuş şekilde bekliyordu
öylece tekrar seslendi amca bu sefer sesin geldiği yere bakarak şaşkın
ifadesiyle benmi der gibi sağına soluna baktı ama sesin kendisini çağırdığına
şaşkınlığını artırarak ayağa kalkmak zorunda hissetti.
Omuzundan hafif kamburu çıkmış
beyaz tenli Kahverengi beyaz kırlaşmış kirli sakalı aralıklı saçları ile tıknaz
bir fiziği ile çekine çekine geldiği masanın yanına yaklaşıp selam verdi.Mavropulos
amca eliyle sandalyeyi gösterek oturmasını istedi Talos eliyle sandalyeyi biraz
geri çekerek oturdu başıyla selamladı masadakilerde selamını alınca mutlu
oldu.Mavropulos amca BAA’ya bakıp .
-
Eskiden
Yunanistan köy gibiydi.Sadece Balıkçılık ve Tarımla uğraşırdık.Bu adada doğup
büyüdüğüm için arasıra gittiğim Rodos ve Girite hatta Atina’ya yani Köydede
,kasabadada,şehirdede yaşadım.Kabuğumuzu kırıp dev adımlarla şehirleştik.Her
yeniliği çiğnemeden yuttuk,hazmetmekte zorlandık evlat.Benim gözümde budur
Evlat sana kızamam bu masadakilerinde kızmaya hakkı yok büyük olmam herşeyi
bilen yapmıyor bazen biri çıkıyor hatanı pat diye yüzüne öksürüyor ve
anlıyorsun teşekkür ederim.
Stavro ve Macelas suskun
hallerin geçip gittiği zaman dilimlerini sayarken İkiside aynı anda sözleşmiş
gibi Talos’a nasılsın dergibi sorulara boğmuştu.Talos’ta karşılık bu sorulara
cevap verip memnuniyetini belirten yüz ifadesiyle karşılık verebildi.
Geçmişe bir yolculuk yapın bu gerçekle
karşı karşıya kaldığınız zamanlarda.Nefret ,öfke,bencillik gibi insanı yavaş
yavaş tüketen duygularla henüz tanışmadığınız yıllara gidin.Zaman yolculuğu
boyunca karşılaştığınız her güzel anıya gülümseyin.Gülümsemeniz yüzünüze yayılırken
olumsuz her anıyı selamsız bırakmayın.
Elbette aramızda çocukluğu kötü anılarla
olanlarımız var.Onlar için herşey daha zor olmalı.Bu günlerde onlara
kendilerini iyi hissettiren anılarına yardımcı olmak lazım gelir.Çünkü uzun
zaman oldu ağız
42
dolusu kahkahalarla
gülmeyeli.Kendi kişisel yaşamımızda herşey yolunda olsa dahi toprak bunca keder
yüklüyken,gökyüzü ağıtların yoğunluğu arasında kalmışken gülmek huzursuz eder
insanı.
Mutlu’musun ? sorusuna eğer kendi
hayatınızı yaşayarak yanıtlar veriyorsanız durun orda sorunlar vardır
bilesiniz.Mutluluk bir bütündür.Mutsuzluğun hakim olduğu coğrafyada bizim yada sizin yani hepimizin cennetini
kurması mümkünmü ?
Masanın etrafı 5 kişilik adeta dünyanın
her coğrafyasını oluşturan Kıta olmuşlardı sanki ,her kişinin kendi
coğrafyasının tabiatını yaşıyordu adeta kiminde dört mevsim yaşarken bir
diğerinde okyanus tayfunlarının dağınıklığında hortumlar oluşturuyor, bir
diğerinin içinde zamansız sert ve çabuk biten ama yine aynen tekrarlayan muson
yağmurları ile nemlenirken,Bir diğeri ise gökyüzünü karartan volkan bulutu olup
sahili gözlemleyen gözleriyle süzüyorlardı.Konuşmalar konuşmaları laflar ise
lafları kovalamış iyilik ve kötülük kavramını iyiden iyiye tatrtışırken
yanlarına oturan Talos muhabbetin kendinden açıldığını fark etmeden masada
sessizce oturup dinliyordu.Stavro BAA’nın zamanlama konuşmasından sonra
dostunun elini sıktı.
-
BAA sana bende
konuşman hakkında haklı söylemlerinden dolayı söz söyleme hakkım yok.Ben
hayatım boyunca hep heyecanlandım çünkü hayat boyunca bize öğretilen bir şey
vardı.Biz hem kötülükle savaşmak hemde nasıl savaştığımız hiç konuşulmasın
hemde bizi bu konuda yargılamasın istiyoruz..Bir olay ne ise bittiğinde sadece
iyiliğimiz konuşulsun istiyoruz.Çok pazarlıkçıyız iyi olmak konusunda.Bize hep
herşeyi makul karşılamak öğütüldü ama ben neden makul olayım diye karşı çıktım.Bir
sevgiden ve sevgilerimden hariç fikrim var ise bağıra bağıra söyleyip yaşadım.
BAA ayağa kalktı Stavro’nun
sırtı omuzuna sarılıp iyiden iyiye sıktı bağrına basarak saç telini öptü hemen
yanı başındaki Mavropulos amcayı kavrayarak ikisine aynı hareketi
tekrarladı.Talos ile Macelas’a göz kırparak onlarıda sevgiyle selamlayarak.
-
Zor bir sene geçirdim
.Acıyla çok yüzleştim.oldıkça ağır yaralar aldım.Kabuk tutmaya yüz tutmuş
yaralarımız yeniden kanadı.Vicdan dedik Adalet dedik bu ikisinin olduğu yüreğe
43
-
sığınmayı ne
kadar istesemde hep ayrıştık,ayrı düştük.Vicdanlarımızda adalet ve kimseye
kendimizi yok etmesine müsaade etmeyen o yüreklerimiz zedelendi.Bizde neyse
dedik dedikte Vesairelerimiz ile yanınıza geldik hayat sürükledi buralara iyiki
sizi tanıdım.Böyle zamanlarda birbirimize sarılmadıkça sarıldıklarımız benzer
hikayeler olup çıkıveriyor işte iyiki bu dünyanın bir köşesinde varmışınız.
Zaman ilerlemiş Adanın
kalabalığı bir yerde toplanmaya başlamış meyhanenin ve merkezin ilerisinde
meydanda hınca hınç dolu bir insan kalabalığı toplanmıştı.Meyhanedeki
konuşmalar bir birinin ardına sığınmış gelenin gidene oranla çokluğunda uzayıp
giderken Mavropulos amca masadan kalkarken içeri gitmek için hamle yaparken
birden arkasını dönerek.
-
BAA ben anmaya
katılacağım bence sen burada ben gelene kadar idare et.
BAA kalabalığa bakarken
kafasını çevirerek olur der gibi işaret yaptı.Amca üstünü değiştirmek için
uzaklaşırken.Stavro Macelas’a hadi deyip koluna vurup Talos’ada aynı telkinde
bulundu Talos şaşkınlıkla hemen ayağa kalktı hepsi birden ayaklanırken anmaya
gidecek olanlar o anda üstlerini derlenip toparlayarak Mavropulos amcanın
çıkmasını bekledi.
Bir zaman sonra içerden her
zaman görünüründen eser kalmamış.Tek kelime etmeden dış dünyaya mesaj verebilen ve eski
zamanlardanda mesajını yaymış giyim tarzıyla çıkagelmiş Mavropulos amca
yılların verdiği yorgun tavrından eser bırakmamacasına sıradan olmak istemeyen
ama fark edilmek içinde abartmadan baştan aşağıya siyah takımı içine simsiyah
bir gömlek aynı renkte kravatı ile Ayakkabı bastonu elinde yanlarında durarak haydi deyip
siyah gözlüğünü takarak yola çıktılar.BAA onun bu durumuna ilkdefa şahit
oluyordu,genellikle özel günler haricinde hep aynı kıyafetleriyle Mavropulos
amcayı gören gözler bu değişikliğine beğeni ile fark edip selamlıyorlardı
davudi sesiyle amca.
-
Haydi ! bre
evlatlar atalarımızı analım.
Üçü yola doğru çıkıp BAA’ya
eliyle selamlayarak kalabalık topluluğun içine doğru uzaklaşırken .BAA hemen
hemen ıssızlaşan cadde ve sahilde kendinden başka kimsenin kalmadığını görünce
44
günün anlamına binayen kendi dili
ve müziğinde birşeyler çalmak için müzikçaların yanına gitti.
Stavro,Macelas ve Talos yan yana
yürürken Mavropulos amcanın ayak adımlarına göre kendilerine ayar
veriyorlardı.Hayatın geçmiş yıllarının kendilerine o an için gençlik şansı
olduğunu anlayan Stavro ve Macelas…….Mavropulos amca ve Talos’un yolda ağır
ağır yürürkenki sakinliğini,yavaşlığını,aksamalarını yolun gittikçe
uzaklaşıyormuş hissine kapılmalarını gözlemliyorlardı.Hani Çam ağaçları
yapraklarını dökmezdi ? yürüken kendi yalnızlıklarına gömüldüklerini
anlıyorlardı.Zamanmı yoksa,kendisi gibi olanların onlardan esirgediği vefalarmı
yada yaşamın onlar için bilinsede herşeyin yokuş yukarı zorlu yol olduğunu
kavrıyorlardı.
Macelas kalabalığın içine yaklaştıkça insan
selinin büyüklüğü karşısında.
-
Bu sene dahadamı
çok kalabalık.
Mavropulos amca kalabalığa
yaklaşıp kafasını kaldırıp başı havada yürüyerek.
-
Evet hersene
dahada büyüdü.Hiç eksilmeden .
Stavro’nun heyecanı belli bir
doruktaydı neredeyse onlarca yıl sonra bazı nedenlerinin ve Adanın dışında
olmasından kaynaklanan mesafelerini büyütmekten sonra seneler sonra anmaya
katılmasının etkisinin görüldüğü bir heyecanı vardı.En son katıldığında
gençliğin en ateşli ve en hızlı yıllarıydı etrafında en sevdiği ailesi ile
arkadaşları olduğu zamanlardaki anlam yıllar sonra da olsa aynı değerde
hissedilmenin verdiği anılarıyla aynı tadınla değerinin kanıtını sunuyordu
heyecanıyla.
Kalabalığın içine girmeden kortejin
köşesinden kendi ada halkının ve kendi inanç okulunun bulunduğu topluluğa
katılmak için önce insanlara sonra bayraklara bakarak hangi tarafta olduklarını
gözlemlediler.Önünde binlerce insan ile onlarca grubun ayrı ayrı bayrakları
sarmıştı her yanı o anda Mavropulos amcanın kolunu tutan
Macelas Seslendi.
-
Öne doğru
yürüyelim bizimkiler yine aynı sıradadır.
Hep beraber kortejin
kenarından yürürken polisin çevirdiği taraftan giderek biraz mesafe katedip
Macelas’ın el işaretiyle biraz hızlandılar.
45
-
Amca tam ordalar
hadi yürüyüş başalayacak hızlanın.
Elindeki bastonunu daha sağlam
basıp kendinden beklenmeyecek bir hızla kendi sıra grubuna yaklaşıp yetişen
Amca ve Kendi grubu adanın İnanç okulu ile ada halkının birlikte oluşturduğu
kortej sırasına girer iken.Mavropulos amca eliyle kafasındaki şapkasını intizam
ile çıkarıp göğüs mesafesine yaklaştırıp başıyla kalabalığa selam verip Talos’u
yanına alıp kalabalığa karıştı.Stavro ve Macelas Adanın gençleri ile Kilisenin
genç İnanç okulu öğrencilerine sırtlarını sıvazlar şekilde selamlaşıp kendi
yaşdaşlarıyla buluşup bir iki sohbete tutuştular.Bu arada Ellerine tutuşturulan
bayrakları intizam ile havada tutup beklerken Kortejin tertip komitesinden
mikrofonla yürüyüşü başlatma anınının geldiğini uyaran bir anons gelince öndeki
hareketlenme ile arkadaki yürüyüş mesafesi kısalınca her grup kendi nizam ve
düzen içinde kısa adımlarıyla yürümeye başlayınca ortalığı megafon sesleri
slogan seslerine karışan bir hayli gürültülü ama aynı andada hüzünlendiren
havayı binlece insanın göğüs kafesine yerleştirmişti.
Küçük olan bütün dertlerin
acıların hep sesi çıkarmışta.Büyük dertler
Konuşmazmış.Sessiz olduklarını
savunanların bile olamadıkları bir durum ile karşılaşılırken binlerce insanın
ortaklığında acı bir şekilde yükseltir sesini bağırmaya alışmıştır,ancak
sessizken gelir ama yıkıp yakıp yok ederkenki gürültünün kulaklarda yaptığı o
yıkıcı depremin ardındaki enkazlarda.Ya Acıdan haykırırsınız,Ya Kağıda kaleme
sarılırsınız,Yada Meydanlara çıkar hesaplaşırsınız.
Yürüyüş başlamış merkez meydanındaki
havuzun etrafından dönülerek merkeze sahil şeridinden devam etmekteydi.Limanın
yanından geçip sahili boydan boya uzatan yol boyunca uzun bir kortej oluşmuş
denizde yüzlerce irili ufaklı tekneler bayraklar ile donatılmış şekilde korteje
adeta denizden katılım sağlayan görüntü veriyor çan sesleri ile megafon ve
Sloganlara eşlik ediyorlardı kalabalığın sesinin geldiğini tüm adayı adeta
kaplamış heryerden duyuluyordu.Kortej Meyhanenin önünden geçmeye başladığını
gören BAA bahçenin dışındaki kaldırımda sağ elini sol göğsüne yapıştırarak
derviş selamıyla kalabalığı selamladı hemde gözleri ile kendi arkadaş gurubunu
arayıp bulmaya çalışırken o anda ada halkının buluduğu gurubu sevgiyle
selamladı.Kortej o kadar uzunduki neredeyse ucu bucağı bitmek bilmiyordu.
46
Sahil Şeridinin sonuna
gelinmiş ağaçlı yolun başlangıcından uzunca bir yola girilmiş ve bu yol yakılmış manastıra uzanıyordu.Bu yol
acının ve hüznün yolu olmuştu yüzlerce yıl,…….yüzlerce yıl aynı hüzne,aynı
hesaplaşmaya tanık oluyordu sağında ve solundaki ağaçlar sessizce.Gelecek
zihinlerde yer bulacak katliama haykırmaya çaresizliğe canlı şahid olmak gibi
bir anın gövdesinden yapraklara kadar var olmuş ağaçların arasından süzülüpte
karşılarındaki yanmış yarısı yıkılmış Manastıra yaklaştıkça adeta hüzün ve Acı
dahada gökyüzüne yükseliyor gökyüzünde görünmeyen yağmurlar olarak gözyaşlarına
dönüşüyordu.manastırın önüne konulmuş bir pikap pikabın sağında solunda hoparlörler
etrafında daha önceden gelmiş araba ve insan kalabalığı kortej kalabalığıyla
buluşuyor oldukça büyük bir Miting gösterisine dönüşüyordu.Platform olarak
hazırlanmış Pikabın üstüne o sene için Manastır anması tertip komitesi sözcüsü
çıkmış elinde mikrofon diğerinde metin kağıdıyla kalabalığın sloganlarını
tamamlamasını bekliyordu.Sloganlar önden arkaya cılızlaşınca mikrofonun sesi
ile konuşmaya başlayan sözcünün sesi tüm alanı kaplamış şekilde yankılanıyor
tüm gözler onun söyleyeceği sözleri takip edip her sözün arkasından slogana
başlıyorlardı.Stavro elinde bayrağıyla Macelas’a dokunarak öne doğru geçelim
hareketiyle uyardı Macelas onun bu uyarısına uyarak birlikte kortejin yanından
en öne doğru ilerleyerek pikabın yanında durdular bulundukları yerden kalabalık
arkaya doğru hayli geniş alana yayılmış olduğunu gözlemleyerek mitingin en
önündeki çok büyük kayıpları anlatan pankartın tam karşısında elinde
bayraklarıyla duruyorlardı.Macelas ile birşeyler konuşurken adeta birbirlerini
duyamadıklarından kulaklarına sokulurcasına söylemek istediklerini
duyuruyorlardı.Stavro sağına soluna amaçsız bakışlar ile bakar iken birden eski
dostlarından yıllar önce aynı gençliğin içinde yer aldığı.Minaspoli’yi gördü o
da onu görünce yıllar sonra bir dosta sarılmanın verdiği sevinçle birbirlerine
sarıldılar uzun yıllar sonra görüşmenin heyecanıyla Stavro.
-
Yıllar oldu be
nasılsın Minaspoli.
-
İyiyim be Stavro
sen nasılsın nerelerdesin ?
-
Ehhh işte
Atina’daydım bayağı uzun kaldım.
Aralıklı konuşmaların ardından
Minaspoli Stavro’dan izin alıp tertip komitesine kağıtlar vermek için ayrılınca
eski dostunun arkasından tebessümle bakıp durdu.
47
Yine sağına soluna bakınırken
Macelas’ı yanına çağırıp elindeki bayrağı verip konuşurken O an işte O an.
Dünyanın titrediğini,zamanın durduğunu.Hangi
kutsal ayeti okuduysa gözlerinde tanrısının varlığını hissettiği.Etinden
kemiğinden ayırmaya çalıştıkça,Yüreğinin kuytuluklarında yaşatıpta
yerleştirdiği.
Yamalarının
kanadığı yere yetmediği kumaşına kendini söküp tampon basıpta yırtıldığı yer. Kaç
gözü kara bir kışla tufanla acıyla çok sınandığı.Bir
gün dahi ona tutkulu olmadığı günün,açık denizlerde fırtınalarda dümensiz
savrulduğu derinlerde dahi limanına yanaşamadığı,Yanaşılmaya cesaret edilmeyen
limanında uzaklarda kavuşmasını hasretle beklediği bir geminin Seyir defterine Rota,rota
isim isim yıllara kazındığında bihaber yaşayıpta sürdüğünü bilmediği onca
zamanlar sonra ilk defa karşılaşmanın verdiği zirvenin doruğundaydı.
Geçmişten geleceğe Hep Ağlama Duvarı olmuştu.
Bu duvar
öyle bir duvar değildir onun için. 2500 yıllık bir hasretin yıkıntılarından
kalan tapınağın ayakta kalmış tek özlemidir 2500 yıl aynı inançla aynı sevdayla
vede aynı tutkuyla kavuşmanın gözyaşlarıdır .....Sevmesenizde ,düşmanınız olsa
bile bu tutkularına şapka çıkaracaksınız derdi Onu hep Kudüs gibi görürdü bütün
semavi dinlerin kutsal şehri,Her dinin ve İmparatorların elinde olmasını
istediği ama kimsenin sahip çıkamadığı elinde tutamadığı Kudüs. Kutsal topraklarda ne olduğunu biliyor musunuz?
Yeni bir Dünya! Fransa'da yada Yunanistanda
evi olmayan biri Kutsal Topraklar'da şehrin efendisi olabilir... Şehrin
efendisi olan lağım çukurlarında dilenir. Orda dünyanın sonunda doğduğun kişi
olmazsın içinde olduğun kişi olursun!
Tanrı’sından
Kudüs’e hasretini aşkını yaşamak istiyorsan ölene kadar geri kalan ömrünü Ve
sen, Reynald Chatillion’un Kral Süleymana sen bana barış öpücüğü vereceksin. Ardından Veba’lı ellerini öpmesi için
eldivenlerini çıkartır.İşte Aşk’ı O barış öpücüğünün diyetiydi.
Stavro bütün kimyasının değiştiğinin
farkındaydı ama yinede kendini titremelere kalp atışının hızlanmasına kanının
damarlarında ışık hızıyla dolaşmasına gözlerindeki kararmaya karşı
koyamıyordu.Macelas’a şuursuzca konuşurken bile gözlerini alamadığı dilinin
sürtmesine aldırmadan duraksadı derin bir nefes aldı sonrada aldığı nefesi
vererek kalbinin tutuklu kaldığı gözlere yolculuk etmeye başlayarak yanına kadar
yaklaştı. ( 48 )
Durgundu,Korkuyordu,Dünyanın
efendisinin karşısındaydı Tanrıların Aşkı Tanrıça Afrodit ve uzaklarda yalnız
iken baktığı gökteki Yıldızı Roma paganının Aşk tanrısı Venüs.Onun kadar
ışıltılı onun kadar belirgin onun kadar güzel.Ya Tasavufi,ya mecazi,ya ilahi,ya
beşeri,ya batıni,yada zahiri yahutta tensel anlamda dünyasının evrendeki
merkezinin tam karşısında yüzüne yılların özlemi ile baktı
Ağzından tek
kelime çıktı.
-
M
m m …..Mataios.
Sesin geldiği
yere bakan.Mataios biraz hafifçe tebessümle baktı aslında o da uzaktan sezmişti
Stavro’yu ama eski bir tanıdıkmı değilmi kendi içinde sorulara cevab
verebilirdi ancak.
-
Merhaba.
-
Nasılsın
……Mataios.
-
İyiyim
sen nasılsın ?
-
İ.iii.İiyim
bende iyiyim.
Derken
aslında iyi değildi.Çok Eksiğim diyemedi.Ne Rüzgarın esişini,Nede Denizin
dalgasını hissedebildiğini söyleyemedi.Yediği meyvaların tadını,İçtiği
Şarapların bağın üzümlerini sezmediğini anlatamadı sadece kuru bir İyi’yim
demekten başka.
-
Seni
anca böyle yerlerde görmek tesadüfende olsa hiç şaşırtmadı
Beni Mataios.
-
Haaa
! evet eski günlerde ki gibi.
-
Ne
yapıyorsun eski yerindemisin hala .
-
Yok
eski yerimde değilim kendi işimi yapıyorum.Adanın arkasında yeni çarşı var orda
yelken işi yapıyorum.
-
Çok
iyi sevindim seni yıllar sonra görmek çok güzel inan bana.
-
Bende
Stavro… sen ne yapıyorsun?
-
Bende
işte yıllardır ada dışında macera aradım aradığımı bulamadım döndüm.
-
Seni
yürürken kortejde göremedim Mataios.
-
Valla
biraz kurnazlık yaptık çaktırma.Minaspoli ile burda bekledik kalabalığı.
Yıllar önce
kalbinin kulağına fısıldadığı ismi karşısında Stavro bütün hayacanını yenmiş
halde.
49
-
Yıllar
seni hiç değiştirmemiş.Sen hiçmi değişmezssin Mataios.
-
Teşekkür
ederim ama bizde değiştik.
Hiç
değişmemişti aslında dahada güzel olmuş asilliği her yerinden akan bir
haliyle.Şarabın rengine tat veren yılların,zaman geçsede daha değerli olan
şekilde duruyordu.
Oysa Stavro kendini öyle görememişti.Kaç
kereler kendiyle yüzleştiysede biçare.Yıllarca bıkmadan usanmadan yaşattığı
ağacın artık İşte bu cümlede bitiyordu işi aslında.Bıkmışlık,tükenmişlik ve
yorgunluk belirtisidir bu beş kelime.Duyulmama ve anlaşılmamanın verdiği
sıkıntıyla çaresizliğin başladığı noktaydı o an.Söylenen her kelime söyletene
her kelime söyletene ulaşmadan görünmez bir camdan duvara vurup düşerdi adeta
yıllarca.Bu döngünün tek bir sebebi vardı.İçinde yaşadığı görünmez kafesi ile
zaman akıp gitmişti.
Gözlerinin
içine dalarak konuşmaya başladı.
-
Zamanın
var ise bi kahve içelimmi istersen?
Mataios hafif
tebessüm ederek.
-
Teşekkür
ederim.Ama hiç zamanım yok.
Stavro bu söylemden dolayı biraz geri
çekildi.O anda Minaspoli’de gelmişti aralarına biraz hoş sohbet edip
durdular.Artık anmanın sonuna gelinmiş konuşmalar,sloganlar kesilmiş herbir
birey ve grup dağılmaya başlamıştı.Minaspoli Mataios’a .
-
Nasıl
gideceksin burdan?
-
Giderim
ben meraklanma.
-
Yok
olmaz senin oraya giden birileri var onları ayarlayayım arabayla bıraksınlar.
Minaspoli Mataios’u bırakacak insanlarla
görüşürken.Stavro mecburiyetten ayrılmak için hazırlanırken onun gidişini
görmek istemediğinden önce o meydandan kendi ayrılmak istemişti,elini uzattı
Mataios uzatılan elini tuttu birkaç dakika aynı anda tutulurken elleri arada
tekrar görüşme dileklerini birbirlerine iletirken.Mataios eski bir dost eski
bir tanıdık yüze olan görüşme talebine binayen.
Stavro Mataios’a yıllardan sonra bu kadar
yaklaşmışken o elini tutuştaki son bakıştı onu durgunlaştıran.Tabiatta bir ahenk vardır o ahengin içerisinde inişler
ve çıkışlar,Dağlar tepeler,Irmaklar gökler ve herşey zıttıyla birbirinin karşılığıdır.
Üzüntü
olmasaydı sevinç olmayacaktı,insanların hayalleri varki geçmişi ona göre
anımsıyor.İnsanı anlamlandıran iki duygu varki biri Umut biri Korku.Umut ve
korkuyu insan hayatından çekip aldığınızda kocaman boşluğa düşüyor.Hayat umut
ile korku arasında yaşanırken
Umutlardan
ziyade korkular insanı etkiler.Ademin’in yasak meyveyi yeme ve yememesindeki
umut dolu anlamın sonra korkuya bırakması gibi sonra yeryüzüne gönderilişidir
korku.
-
Tamam
kendine iyi bak bir daha görüşmek dileğimle.
Eli elinden kayarken hayatı sanki Arnavut
kaldırımlarına serilmişti adeta derisi yüzülmüş o meydana sermiş şekilde çırıl
çıplak döndü.
Arkasına
bakmadı bakarsa gel yanıma diye haykıracaktı buna ne hakkı vardı nede
cesareti.Dümdüz doğru hızlıca ağaçlı yola doğru gitti anmadan ayrılan insanlar
merkeze doğru giderken adeta orda yapa yalnızdı gözünden iki damla yaş aktı
eliyle akan yaşını silip derin bir nefes aldı geriye bakmadan yürüyüp gitti.
50
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder