25 Aralık 2016 Pazar

TZAMAİKA 152 Sayfa (1-50)




                                  TZAMAİKA
       Zamanı yerinde tutmak ve zorlandığımız geçen hergün alehimizde işleyen bir sıkıntıdır.Oysa geçecek her saniyenin değeri o kadar varlık sahibiydiki bizler yaşları gelmiş bu saatten sonra varlıksız geçecek her zaman bir kayıptır bizler için.
       Biz diyoruz ben diyemiyoruz biliyoruzki ben olunca yitirip gideceğiz benliğimizi.
       Denizler ortasında ayaklarımız tek ayak üstünde bir kara parçasına tutunmuşuz adeta.Etrafımız uçurum etrafımız Heyula tutunmazssak düşeceğiz uçurum diplerine.
Yaşıyorum,yaşıyoruz,yaşadığımızı sanıyoruz herkezin herşeyin tanığıyız kimselerin fark edemediği hayaller yaşıyoruz aşklara hasret tutunuyoruz.Bir darboğazlar deryasında.Varlık yokluk savaşında buluyoruz kendimizi. Hepimiz suçluyduk hepimiz suçsuzuz bu  savaşta .Bir o yana bir o yana döndük durduk hayat boyu sonu keşmekeş.
       Birbirimize sevgi vermeden veremeden sürdürüyoruz hayatımızı.Birbirimizi kandırırcasına.Tutunamadık aşk sarmaşıklarına nede sarmaşıklara tutunma dersleri aldık sadece ve sadece üzüm yedik.
Hayatın belli bir akışı içine bırakmadan.Beyinin içindeki tüm olumsuzluklar olumlu olanlar tarafından bir türlü galip gelemiyordu.Kaçışmı yoksa hayatının dönüm noktasınımı arıyordu kendiside bilemez haldeyken varlığını varlığına sunmak ne kadar akıllıca bir davranıştı bir türlü onuda kestiremiyordu.
      Hayatının en önemli meselesimiydi acaba ama hayatının önemli kararlarınıda bu duruma sokmaya çalışma hakkının olmadığınında farkındaydı yaşam para içinde gerekliydi yaşamını idame ettirebilmesi için.Yolda yürürken , Sokaktan sokağa sürüklenirken bazen kışın ortasında üşürken yada yağan bir yağmurun altında ıslanırken.
                                               1
     Kemiren sorunlarını çileye dönüştürmek dönüştürdüğü çileyi hayatının zindanı etmek insanoğlu için ne kadar akıllıca bir davranıştı.
Bütün hücrelerini acıya sabitlemiş bir beyin hatıratını yok sayarken dahi göz pınarlarını akıtıyorsa tutkunun acıya ve zehire dönüşmesini farkedemiyordu.Düşündüklerinin muhatabının aynı duygular içinde varlığını sürdürdüğünü kim nereden bilebilir.
      Hayat kaçışmı olmalı yoksa bir yerde mağlubiyetini kabullenmelimiydi,insan bazen çıkış yolunun tıkanıklığında mağlubiyetini kabullenmeli,kendisini aşşağı bir ruh haline sığındırmadan ,hayatın bu inişleri kadar çıkışları olduğunu anlamalı her şey olursa olsun gönlümüzün istediği hiçbir şey istenilen gibi gerçekleşmez.Zorlamak kendi benliğini çıkmazdan çıkaramamaktır çıkaramadığınız her benlik duygu katliamına,duygu depremine ve duygu yenilgisine bırakacaktır her alanda.
     Yaşadığımız gezegenin her köşesinde biribirinden bağımsız yaşayan hayatlar ama birbirine benzeyen ama asla birbirlerini hiç görmeyecek,hiç tanımayacak yaşantılar devam edecek. Dünya’nın bir ucunda seni bekleyen .Ruhuna,Kalbine,Diline,Gözüne ve Arzularına hitap edecek canlılar saklıdır.
Tesadüflerde hikayelerde tam bu Noktada başlar. 


        


         


                                             2
           Kıyının çakılları arasına sıkıştıra sıkıştıra zorlanarak çıkardığı kayığını itekleyerek kumsala kadar getirip öylesine durdu.Elini beline bastırarak uzunca bir gerilme hareketinin verdiği rahatlama evresinden sonra avuçlarına doldurduğu denizin tuzlu suyunu başını ve yüzünü yıkarcasına serinletti.Teknesinin içinden kancalara takılmış balıkları sahilden bir adım yol uzaklığındaki meyhaneye bırakıp geri döndü vakit geçirmeden teknesini hızlıca denize sürüp Marpos’a  doğru kürekli bir şekilde uzaklaştı, normalde Meyhane ile Marpos arası uzak olmadığından motoru çalıştırmadı, ama kürek çekişinden bu acayip adamın denizci olmadığı ama denize aşık biri olduğu hemen anlaşılıyordu.
         Belli bir süre geçtikten sonra teknesi uzaklardan yakınlığa gelene kadar denizin sakin halini yararak geldi.Mavropulos kıyının kenarında bir acayip adamı bekliyordu.Beyaz genişçe uçları kıvrık bıyıklarını sürerek.
-           Hey ! Palikaryam ne yaptın bee.
      Bir acayip adam tekneyi yavaşlatarak kıyının kenarına yanaştırma hamlesi yaparak yavaşladı, ama herzaman olduğu gibi yine tekneyi hafif sertlikle çarptırarak durdurduğundan Mavropulos.
-         Bukemun yine vurdun onu, yakında elimizde tekne bırakmayacaksın.
Mahcup bir gülümsemeyle kayıktan salladığı halatı Mavropulos’ a uzatarak.
-         Mavropulos amca öğrencez , öğrencez.
Diyerek beraberce lokantaya doğru giderek sabahın ilk ışıklarından döndükleri denizin yorgunluğunu atmak için oturup dinlendiler.Dinlenme sırasında ise lokantanın akşam hazırlıklarını yapıyorlardı.
         Stavro evin kapısını kapatarak denizden gelen ama sıcak havanın etkisine kaptırmamak için evlerin duvarlarından sarkan gölgelerde
                                               3
         Hızlı adımlar ile kasabanın çarşısına doğru giderken sağından soluna tanıdık yüzlere selam vererek yürüyordu Mavropulos amcanın meyhanesine yaklaştığında ise yürüyüşünde bir anlam duruşunda derin bakışlarını fark ettiği bir acayip adamla karşılaştı birbirlerine kafa ile hafifçe selamlayarak adeta birbirlerine muhabbet eder gibi davranışları ile bakışıyorlardı.Bir Masaya oturup sigara paketinin içinden bir dal sigara çıkarıp yaktı dumanını soluyup etrafına bakışlar fırlatıp lokantanın içine daldı karşıdan Mavropulos amcanın geldiğini görünce yüzü gülümseyerek.
-         Mavropulos amca merhaba nasılsın nasıldı deniz bugün.
     Derken ses tonunda mutluluk seziliyor gibiydi.Mavropulos amca ağır cüssesiyle beyaz bıyık ve saçlarını tarayarak yanına yaklaştı.
-         Ne oldu oğlimum Stavro ne güzel bir seslenişti o.
-         Mavropulos amca gün güne sığmıyor elbet ama bugün bir an içimde bir sevinç kapladı.
-         İyi ozaman her zaman olsun içinde sevinç evlat.
    Bu konuşmalar arasından lokantanın içinden gelen kapı gıcırdamaları Mavropulos amcanın küfürlü konuşmalarına karışıyordu her kapının kapanışı karşı penceredeki perdeyi adeta yerinden sökecek oluyordu.kapıları kapatmaktan başka çaresinin olmadığından kapıların önünde devamlı bir sandalye durması rüzgarın denizden gelen esintisi meyhaneyi adeta dolduruyordu lokantanın girişinden dar ve uzun bir koridora bakan yerde.Mavropulos amcanın gel zaman git zaman çekildiği ünlü yada ünsüz fotoğrafları süslerdi koridordan çıkışta geniş bir alana çıkar bahçesi ufak ama 4 masa 6 masa alacak şekilde denizi içine alan mistik havası vardı.Gün gelir kazanır gün gelir kar’ından kaybetmiş bu dükkanı hiç kapatmak istemedi.
-         Evlat burası ustamdan bana yadigar.Çocuklarıda çalıştırmak istemedi bana bıraktı kapatmayada gönlüm varmadı ayaklarımızın gittiği yere kadar sürdüreceğiz.
                                                4
   
     Kapının gıcırdaması iyiden iyiye artmış her gıcırdamasında küfürü en iyisine layık bir şekilde ederek bakıyordu Mavropulos.
Stavro ile hasbihal ederken arkalarından elinde sebzeler ile giren bir acayip adam ile selamlaştılar buraların insanı olmadığı belli olan kişiyle konuşmak için kendini hazırlıyordu.
- Selam poli ben Stavro
- Merhaba benim adım  BAA memnun oldum.
- Nasılsınız
- Teşekür ederim siz.
     Kısa bir selamlaşmanın aslında birbirlerine karşı sorgulatan bir meraktı aslında.
-         Nerelisiniz yahut şöyle sorayım nereden geldiniz.
Bir acayip adam önce tedirginlikle Mavropulos’a baktı cevap verecekti ağzından kelimeler dökülemedi eliyle karşıyı işaret ederek kendini gösterdi kelimelerindeki yetersizliğini anlayan Mavropulos.
-         Karşı ülkeden geldi
-         Hımm
-         Ama karşı ülkedeki şehirden değil o ülkenin burdan uzaktaki bir yerden .
-         Çok güzel çok güzel hoşgeldiniz .
Yurdundan şehrinden ve evinden binlerce kilometre binlerce mil uzakta bir küçük adada hatta o kadar küçükki Yunanistanın son kara parçası akdenizde o kadar popüler ve büyük aynı anda yaşanılası adaları ve kentleri varken neden Tzamaika elbette bir nedeni vardır nedensiz Tzamaika’ya gelinmezdi.Derin bir ah çekerek sigarasını yakan Stavro bir sigarada BAA’ya uzattı yaktığı sigaradan bir nefes çekerek kültablasına koyarak önce BAA’ya sonra Mavropulos
                                         
                                             5

Amcaya baktı hafiften gülümseyerek başını öne eğerek konuşmaya çalıştı hafiften sesinde bir hüzün hissedilen tavrıyla.
-         Bir daha düşündüğüm oldu ilk Tzamaika’dan Atinaya gidişimi yolmuydu beni heyecanlandıran yoksa en uzak gidilmesi gereken en uzak ana şehire gitmekmi.Yine gidişler gelişler oluyor ama o ilk heyecan yok oluyor gittiğimiz heryerde gidilen arkada kalan şehirlerin varlığı anlatılıyor.Atinaya ilk adım attığımda tedirgindim ürkek ve korkuyordum ama şaşıra şaşıra büyüklüğüne kalabalıklığına ve şaaşalığına aşık olmuştum.Tzamaikadan Atinaya ne kadar çok adalardan geçtiğimizi bile hatırlamıyorum.Bizim adamızın bir ötesi sonrası Yunanistan diye bir yerin olmaması bizim adamızdan sonra Yunanistan varlığının bittiğini anlatırken.Atina’lıların gözlerindeki şaşkınlıklıklarını ve Dehşetini kavrayamamıştım ancak şu an alıyorum .Atina’dayken Tzamaika’yı.Tzamaika’dan da Atina’yı övgüyle anlatıyordum
Mavropulos amca konuşmaların ardından elinde getirdiği kahveleri masaya koyarak gülümsedi omuzundan eksik etmediği havluyla alnını silerek oturdu kahvesini önüne alarak bir yudum aldı tekrar masaya koyarak.
-         Şehirleri görmek iyi gelir insana varlığıyla mutsuz olduğun şehiri bir başka şehire gittiğin zaman özlersin.Kaçtığın yerleri kaçtığın yerdeki yalnız duvarlarda anarsın evlat.
Konuşmalar kelimeleri getirdi getirdiği kelimelerde saatleri belli bir konuşmaların içeriği birbirlerine karşı sevgi bağının oluşmasını oluşturuyordu aslında.Lokanta gündüzünden geceki meyhaneye dönüşmüş müşteriler her zamanki gibi doldurmaya başlamıştı tatlı bir telaş yoğun bir geceyi getirmiş masalardaki her hüzün mezelere yansımış içilen içkilerin soluğunda esinti ezgilere karışmıştı gecenin ilerleyen saatlerine gelinmiş o günkü iş bitmişti.Stavro o gün meyhaneye yardım etmiş ve birlikte günü bitirmişlerdi etrafı ve
                                          6

geceden kalan tüm dağınık masalar toplanmış içilmiş bardaklar ve yenilmiş tabaklar yıkanmış meyhane lokanta için sabaha hazırlanmıştı
Mavropulos amca izin isteyerek yanlarından ayrıldı .Stavro BAA’ya
- Bira içelimmi ?
- içelim
İçerden dört şişe bira alıp meyhanenin karşısındaki sahile doğru gidip betona oturup ayaklarını denize doğru saldılar denizin hafif dalgası rıhtımın betonuna çarpıyor çarptıkça gelen hafiften dalga sesi ortamı dahada buğulaştırıyordu.Aralarında uzunca bir konuşma geçmiş kendi hayatlarından kesitler ile birbirlerini iyice tanımalarına yol açmıştı.Yolun karşı kaldırımından karşıya geçen bir adamı farkeden Stavro biraz yüzünü buruşturdu ama yanından geçmekte olan kişiye kayıtsızda kalamadı isminin Stefanos olduğu bilinen kişiye karşı hafiften kafasını kaldırarak selam verip vermemekte direndiysede mecburen karşı karşıya kalınca başlarıyla selamlaşarak yüzlerini adeta buruşturucasına mecburiyetten verilen selamın ardından Stefanos çekip gitti bu davranışları farketmemek imkansızdı BAA farkında olmadığını belirten ses tonuyla.
-         Hoşlanmadığın biri galiba
-         Eh işte gereği olmayan bir kişi
-         Neden ? bizde bilelimde kendimizi ona göre hazırlayalım bu Ada’da kim iyi kim kötüdür bilemiyoruz o açıdan.
-         Onu zamanla anlarsın benim iyi dediklerimle sen kötü olursun benim kötü dediklerimle sen iyi.
-         Evet doğru söylüyorsun yaniii.Bakış açısı doğrultusunda herkesin iyisi,kötüsü kendinedir.
BAA elindeki bira şişesini havaya kaldırarak bitip bitmediğinin kontrol etti dibinde kalmış son yudumunuda içerek ayağa kalktı elini uzatarak Stavro’nun  kalkmasına yardımcı oldu.Stavro üstünü çırparak doğruldu elindeki yerdeki şişeleri toplayarak sahilin yanına kurulmuş
                                                 7
Çöp tenekesine attı uzunca bir esnemeye başlayıp elini BAA’nın omuzuna atarak hafifçe gülümseme edasıyla.
-         Kusuruma kalma ama bugün sabah kürek çekişini gördüm denize aşıksın ama denizci olmadığını anladım.
-         Evet yaaa !
-         En azından uzaktan anlayabiliyorsun
-         Bana yardım edebilirmisin ?
-         Tabiikide
-         Hem balık tutmayı hemde tekneciliği öğret bana.
-         Ne zaman istersen dostum.
-         En yakın zamanda
Biraz düşündü elini alnından saçlarını tarayarak ensesine kadar süzerek.
-         Yarın sabahtan
BAA biraz şaşa kalarak hayret uyandıran ses tonuyla.
-         Bu kadar en yakın zaman derken bu kadar erken zannetmemiştim.
-         Yarın tüm gün denizde olalım dostum tüm gün herşeyi göstereyim sana
-         Mavropulos amcaya haber vereyimde meraklanmasın.
-         Tamam hadi bir an önce git ve yat dinlen Denizci güneşi denizde karşılar karanlıkta yola çıkacağız sabaha ne kaldı.
-         Tamam hemen yatayım bari.
Birbirlerini selamlayıp ayrıldılar.Stavro Marposun hemen dışına doğru bir yerde oturuyordu.BAA Meyhanenin son durumunu göz ucuyla süzüp kapıları kitleyerek yatıp sabahın olmasını bekleyip uyudu.
Sabahın en kör noktası olan geceyarısını az geçen bir zaman diliminde uyanan BAA yüzündeki mahmur halini gidermek için kısacık olan saçlarını ve başını  çeşmenin altına sokarak hem akşamdan kalma halini hemde erken uyanma sersemliğini gidermek için yıkadı.İçeri             
                                                 8
Girerek kendine kahve hazırladı dışarı çıkıp mekanın yola bakan bir masasına oturup sigara yaktı.Tıkırtı seslerinden dolayı Mavropulos amca uyanmış sırtına birşeyler giyip dışarı çıkarak bir masanın kenarında oturan BAA’ya yaklaşarak sandalyeyi kenara çekerek oturdu.
-         Hayırdır evlat
-         Stavroyu bekliyorum amca
-         Bu saat’temi
-         Amca sana haber verecektim ama uyumuştun kıyamadım kaldırmaya
-         Balığa’mı açılacaksınız
-         Nerden anladın amca
-         Bak evlat karşıdaki teknelere bak hepsi denizlere açılıyor hemde büyük umut ve nasiplerle herkes dönerken nasiplerinin karşılığını alacak.
Yerinden derin bir ah ile kalkan Mavropulos amcanın arkasına bakakalan BAA bilge tavrıyla saniyelerle bir denizin ömrünü anlatması derinden etkilemişti.Gün ağarmaya başlamış hafiften sıcak bastırmaya başlamış sabahın ilk ışıkları denize vururken denizden çıkan buğu gözleri yakıyordu.Havanın nemlenmesi İnsanın buram buram terlemesine terledikçe vücudunun heryerini yapış yapış bir hal almasına yol açıyordu.BAA gece Stavro ile birlikte balığa çıkmanın konuşmasından sonra Kayığını hazırlamış bekliyordu .Stavro’yu beklerken sigarasını yakıp derin bir nefes çekti çektikçe ciğerlerine dolan havayı dışarı bırakırken etrafı saran tütün kokusu denizin nemine karışıyordu.
          Stavro karşıdan gelirken BAA Kayığın ipini salarak Stavro’nun binmesi için hazır bir şekilde kayıkla Rıhtımın betonunu tutuyor tuttukça kayık denizin hafif dalgasına bırakıyordu kendini.
-         Günaydın Stavro
-         Günaydın
                                              9
-         Güneşi karada karşıladık
-         Offfff ! sorma çok içmişiz dün gece sana söz verdim ondan geç kaldım.
-         Bende kafam bir dünya olmuş ama sabahın en köründe kalktım seni bekledim
-         Sana söz vermeyeydim daha yatardım.
Mavropulos amca rıhtımın kenarına gelerek uğurladı denize açılmalarının ardından kayık uzaklaştıkça Mavropulos amcanın gür sesi denizi adeta yırtıyordu.
-         Rüzgarınız bol değil,Rüzgarınız kolayınıza,Deniziniz sakin neşeniz daim olsun.
Mavropulos amca biliyorki bu hayatta çok yorulmuş bazı insanlar  için yenibir hayata açılmakla eş değer olan bir durumdur. öyle bir günlügüne degil! bir ömrün geriye kalan her gününde mavinin içinde, en derin yerlerinden en sığ yerlerine dogru yapılan yolculukların adıdır. 
bunu düşleyen insanlar bir gün mutlaka umuduyla yaşarlar.Tanrı onların sesini duyarsa bir fırtına anında üzülmezler hayatı herşeye rağmen hep iyi yasadıkları için bilirler ki, bir gün gerçek yaşam denizlerden geldiyse, kayboluş günüde koyu lacivert’in içinde olacaktır. Dünyanın en güzel denizinin  bir yerinde... yüzlerce metre derinlikte başka bir hayat yaşanacaktır..
Stavro BAA’nın kendince hazırlamış olduğu kayığı göz ucuyla kontrol etti sırtındaki iki erzak torbasını özenle koydu kayıktaki teçhizat ile balık avlama takım ve ağının varlığını yoklayıp BAA’yı yanına çağırarak bazı düzenlerden bahsetti denizin kurallarını ve adetlerini kısaca anlattıktan sonra kayığın ucuna At nalı çakarak.
-         At nalı fırtına savuşturur direğimiz olmadığı için uygun yere koydum.
Diyerek Mavropulos amcanın elindeki kadehi aldı kadehin içinde hazır bulunan şarabı kayığın içine dökerek havaya kaldırdı.
                                   10
-         Şarabı Neptün’e adadım denize düşeni korusun diye.
BAA olan biteni şaşkın ve merak içinde pür dikkat hem izleyip hemde dinliyordu rıhtımın üzerinde dolaşan Martılara selamlayıp denizcilerin ruhunu taşıdıkları için teşekkür etti pantolunundan çıkardığı çakıyı kayığa sapladı.
-         Rüzgar için aslında buda direğe saplanır malum direğimiz yok ama ritüelleri ve gelenekleri bilmen adına bu merasimi yapıyoruz.
BAA’nın yüzündeki heyecan ve şaşkınlık birazdaha artmış sıradaki gelecek enteresanlığı bekler olmuştuki halatı elinden Stavroya atan Mavropulos amcanın sesi ortalığı derinleştirdi.
-         BAA evlat Seyirin umutlu olsun Neta Pruva .
Cebinden madeni para çıkararak baş parmağının hareketi ile Denize fırlattığı paranın ardından el sallayarak.
-         Poseidon’dan rüzgar satın aldım Evlaat !
Sesi yırtan bir ses tonuna çekilen küreklerin çıkardığı sulara karışarak uzaklaştılar uzaklaştıkça Marpos’u geride bırakarak adanın kenar kıyılarından adadan uzaklaşmadan seyirlerini sürüyorlardı belli bir açığa doğru süzülüp demir atıp durdular.Stavro ağın ucunu bulup diğer ucunu BAA’ya uzatarak karışmış ağı çözüp düze değdirerek düzenlediler düzenlenmiş ağı hafif bir güç ile kayıktan uzağa attıp köşesini kıça bağlayıp demirlenmiş kayığı hafiften süzdürerek serbest bırakarak ağla kayık arasına bir mesafe koyarak işin büyük bir kısmını bitirmenin rahatlığında kayığın alt tarafına yerleştirdiği bohçasındaki yiyecekleri çıkarıp koydu koyduğu her yiyeceğin kapatılmış ağızlarını açarken pür dikkat içinde yerleştirdiği yiyecekleri tabaklara bırakıp birden hınzır gülümsemeyle  diğer bohçadan çıkardığı 3 şişe şarab bir şişe Uzo’yu ağdan yapılmış seleye sığdırarak ağzını iyice bağlayıp denizin dibine saldı salıp serinletmek istediği şişelerin kırılmaması için dikkatlice dibe vurdurmadan inceden bırakıp tekrar yiyecekleri ile ilgilendi.
                                           11
-         BAA nasılsın nasıl hissediyorsun ?
Elindeki ekmeği küçük bir bıçakla doğramaya çalışıp bir dilim kendine bir dilimde Stavro’ya uzatarak bir bakış fırlatarak.
-         Şu an iyiyim senin şu an tayfalığının keyfini çıkarıyorum.
Karşılıklı Kahkaha atarak Stavro evinden termosa hazırlayıp getirmiş olduğu kahveleri dolduruken.
-         Offf beni sorma dün çok içmişiz sana söz verdim de geldim
-         Bende çok içmişim gerçekten.
-         Sana söz vermeyeydim dahada yatardım
-         Kahvaltı bizi tutar kendimize getirir.
-         İstersen içki ile kahvaltı yapalım nasıl olsa çivi çiviyi sökermiş.
 Yine bir gülümseme ile evde getirdiği,zeytin,peynir,domates,salatalık ve ançüez’den oluşan kahvaltılarını yiyip kahvelerini içtiler içince bazı sorulara Stavro denizci cevaplar veriyordu.Balıkçılığı,Denizi,Deniz kanunlarını anlattı.
-         Bak BAA deniz önce kendi çocuklarını yer bunu unutma.
Diyerek ağın denize bırakılmasını nasıl bağlanmasını öğretip durdu saatler geçmiş en ince detayına kadar anlatıp anlatıp tekrar ettiriyor tekrar ettirdikçede .BAA durumu oldukça ciddiye alıyor aldıkçada yanında getirdiği kağıda not ediyordu.
-         Yazmak en güzeli söz uçar yazı kalır Stavro.
Çok sağol dostum en azından elimden bir şeyin gelmesi insan için iyi oluyor.
Stavro kendisine iyi temenniler ile şükranlarını soran BAA’yı omuzundan tutarak biraz bir şey değil tarzından tutup bıraktı ayağını halata doladı aradan saatler geçmiş sabahın ilk ışıklarından başlayan yolculukları öğlenin yakıcı sıcaklığına bırakmıştı attıkları ağı yavaş yavaş çekerlerken ağlara takılan balıkların çırpınamaları ağın kıvrımlarından kurtulma çabaları kayığın tabanında sesler çıkararak
                                                 12
Üst üste adeta bir kumu andırıyordu balıkların fazlalığı o gece meyhanenin ertesi günü balıklarının artıp yetecek düzeyinde olması bereketi ile neşelendiler.
-         Mavropulos amca sevinecek Stavro
-         Evet Mezata gitmesine gerek kalmayacak.
-         Senin sayende Stavro bugün beni çok mutlu ettin kafamın dağılmasın sağladın Tanrıda seni mutlu etsin.
Stavro biraz içten içe ofladıktan sonra başını gizlercesine eğdi kendince birşeyler ile uğraşıyor havası verip eline aldığı sabahtan kalmış yere dökülmüş ekmek parçalarını toplayıp denize savurdu.BAA’ya dönüp ağzının kenarıyla hüzünlü bir gülümseme ile karşılık verip.
-         Ahh ! işte o olmayacak dostum.
Ağı toplamış balıkları ayıklayıp saymış olmanın rahatlığı ile bir ucuna kendisini oturtmuş karşı ucunada Stavro vardı yavaştan yavaşa aheste aheste çekilen küreklerin su dalgasının arasından ordan burdan serden sebeb konuşmalarının ardından Stavro’nun sabah denize saldığı şişelerden bir tanesini çıkardı şarabın bir kadehin birini kendine diğerini Stavro’ya uzattı inceden ses tonuna karışık bakışlarıyla süzdü süzerkende incitmemenin detayını sunarak.
-         Eeee ! Stavro efendi anlat bakalım
-         Neyi anlatayım dostum ?
-         Hayatı anlat
Birden şaşkınlığını gizleyen Stavro mahcubiyet halinde ne anlatacağını anımsamaya çalışıyordu çalıştıkçada bardaktaki şarabı hızlıca içerken adeta denizle sevişiyordu .
-         Anlatacak hikayeler sende BAA.
BAA Kendinden emin duruşuyla kafasını hafiften sallayarak.
-         Ben hikayelerimi geçtiğim adalara ve denizlere anlattım .
                                   13

-         Hikayem Bitti şu an yeni bir hikaye başlattım hayatımda.
-         Demekki bitiremediğin hikayen varki hayat seni TZAMAİKA’ya attı BAA.
BAA Biraz durgunlaşıp yutkundu aslında bilgeliğini ona sunarken Stavro’nun tokat gibi gelen bir acı seslenişinden durgunlaştı.
-         Bak dostum BAA sana bir hikaye anlatayım.
     Hem ona aşık hem de ondan korkan denizcilerden de kara insanlarından da köşe bucak kaçardı hep denizkızı. Bir şeyler eksik, bir şeyler uzaklarda kayıp gelirdi ona. Ne olduğunu tam olarak anlayamaz, denizlerin koynunda yüzer dururdu günler, geceler boyu. Hep yalnız, hep tek başınaydı denizler ülkesinde… Hüzün ve keder her gittiği yere onunla beraber giderdi… Merak onu teslim alsa da bazen, o yine de ürkekçe uzaklardan izlerdi başka dünyaları, başka hayatları… Sokulmazdı… Bir gizemdi denizciler için... Öyle kalırdı…Büyük bir sır gibi..
Günler öğle güneşinin parıldadığı sularda, geceler yakamozların yıldız olduğu karanlık denizlerde yapayalnız geçerdi… Yerinde duramazdı. Yüzdükçe yüzer, hep başka denizlere atardı kendini.. Tek istediği şey denizlerde olmaktı.. Öyle sanırdı.. Ta ki bir gün yolu Poseidon’un sarayına, Nereidlerin yaşadığı yerlere düşene dek... 
Çok başka mavilerdi buraları… Kendisi gibi bir eski, bir uzak sırrı taşıyordu sanki. Denizin derinlerinde onlarca su perisi nereid’e rastladı. Denizlerin perileriydi Nereidler… Kalabalık ve neşeli görünüyorlardı. Yalnızlık içine işlemiş denizkızı hayranlıkla seyre daldı bir süre perileri… Sonra yaklaştı yavaşça onlara ve sordu
- Deniz yürekli bir denizci arıyorum, var mıdır böyle bir denizci, varsa nerededir bilir misiniz ?
Birbirleriyle şakalaşarak yüzen Nereidler aniden durdular hep birden… baktılar bu yalnız ve güzel kıza… kısa bir sessizlikten sonra bunu ancak Knidos fenerinin bekçisinin bileceğini söyleyerek
                                            14
ve denizkızını biraz da alaya alırcasına gülüşerek uzaklaştılar derinlerde aniden…
O an Knidos’a gitmeye karar verdi denizkızı. O büyülü kente gidecek ve orada yaşayan Knidos Fenerinin bekçisine soracaktı yüreğinin derinlerindeki meçhul denizciyi… Knidos fenerinin bekçisinin yolunu aydınlatmasını umuyordu güzel denizkızı… Yola düştü, tam olarak neyin peşinde olduğunu anlayamadan ama merakla, heyecanıyla beraber…
Kuzeydeki gri göklü karalar ülkesinde yaşayan ama aklı hep engin ve sıcak mavilerde olan bir denizciydi o. Karalardaki hayatı sevememiş, benimsememiş, istememişti hiç. Defalarca denizlere kaçmış ama her seferinde karalar ülkesine geri dönmüştü… Giderken gözleri parlar, yüreği büyürdü.. Dönüşlerde hüzün çökerdi içine… Kaybolurdu.. Gölge olurdu da kimse fark etmezdi…
     Ama derdini kimseye açamıyor, kimseyle konuşamıyordu. Kime soracaktı ki bunu, kime anlatacaktı ?
Bir gün yine denizdeyken, beyaz saçlı, beyaz sakallı, ağzında piposu, elinde oltasıyla ufak kayığında salına salına balık avlamaya çalışan yaşlı bir denizci gördü denizin ortasında. Uzaktan birbirlerine el salladılar. Bu “Hey denizci, denizlerde başına bir şey gelirse yalnız değilsin, ben buradayım, yardımına koşmaya hazırım” demekti…
 
Yavaşça yanına gitti yelkenlisiyle... Aborda oldu balıkçıya usulca. Beraberce balıkçının tuttuğu balıkları yiyip, denizcinin zulasındaki şaraptan içtiler gece boyu. Ve gecenin karanlığı önce kızıla sonra sarıya dönene dek sohbet ettiler… Gün ışıyınca ufuktan sordu yaşlı adama
- Balıkçı ! Ben bir denizkızını arıyorum. Efsanelerde adı geçen, denizcilerin hem aşkından divane olduğu hem de korkudan köşe bucak kaçtıkları o mest oldukları kızıl saçlı, deniz bakışlı denizkızını arıyorum. Bilir misin nerededir ?
- Evlat… Denizkızı bir efsanedir. Var mıdır yok mudur kimse bilmez.. Ama öğrenmek istiyorsan bu kadar çok, bunu ancak Knidos fenerinin bekçisi bilebilir. Oraya gitmelisin. Ona sormalısın… Aradığın denizkızının yerini sana ancak o söyleyebilir…
                                             15
Knidosta yolları kesişen Denizci ile Deniz Kızı konuşutukça konuşur .Denizci sözü alır.O adam var ya o adam, bir yanında Ege öte tarafında Akdeniz olan tek adam geceleri başını yastığa koyduğunda. O adam var ya o adam her gece aşk tanrıçası Knidos’lu Afrodit ile rüyalarında sevişen adam o adam. O adam, denizciler kadar denizci, atalar kadar ata, bir bilge adam. O adam var ya o adam denizkızı ruhlarının her akşam toplandıkları görünmez sofraya kabul edilen tek fani. En yaşanası hayatın sahibi bu adam, ömrünü aşk ve denizle dolduruyor işte. Benim yapmaya çalıştığım gibi denizkızı.
- O adamın sen olduğunu biliyorum denizci. Denizin, Ege’nin, yitip giden hayatların içinden doğan aklı ve yüreği mavi sevdasıyla yaşayan gri hayatlardan kopmuş olan o adam sensin. Seni görüyorum denizci, ait olduğun ve hissettiğin yerdesin.
- Ben hep bunları anlatmayı istedim denizkızı. Karalar ülkesinde dinleyen olmadı beni pek.
Kalamadı denizci güneyin sıcak ve mavi dünyasında… Denizkızının ateşinin yanı başında duramadı. Tüm hayatı boyunca aradığı ve sonunda bulduğu denizkızına sarılamadı … Koklayamadı… sevemedi… Kalmak istedi… Durmak istedi… Sarılmak, ona dokunup doyasıya sevmek istedi… kor alev parçalarının yan yana ateşte durduğu gibi durmak istedi onunla… Onu bulmak için gelmişti oysa… onu bile söyleyemedi… 
İçin için yanarak dönüş yolunda açtı beyaz yelkenlerini yine de… Dönmek zorundaydı.. Anlatamazdı bunu denizler ülkesindekilere, denizkızına… Anlatsa da zaten anlamazlardı ki… Beyaza sığındı bu kez denizci. Mavi denizin üzerinde, ak yelkenleriyle, güneşin battığı kızıllara kırdı dümenini... Bilerek bütün bu renklerin gideceği yerde siyaha dönüşeceğini… Bilerek fora dedi göklere kadar yükselen sesiyle... Yine de gitti… Arkasına bakamadan…
Knidos fenercisi usulca gıcırdayan kapısını açıp baktı sahilden yavaşça uzaklaşan teknedeki denizciye… Ve kayanın üzerinde sessizce denizcinin ardından bakan denizkızına…
Mırıldandı içi hüzün dolarak…”Ne harap bir sevda… başlamadan

                                              16
biten çok eski bir aşk… Ne bir daha yaşanır, ne de rastlanır… Ne yazık… ne kadar da yazık…”
Sonra güneşin ufkun içinde buz misali eridiği yerlere baktı fenerci.. Semada artık ne sarı vardı ne de kızıl.. Saf bir siyah ele geçirmişti gökleri sessizce… Araf, gecenin ta kendisi olmuştu artık…
yani Araftayım BAA Araftayım.
       Konuşmalar konuşmaları açtıkça şişeler şişeleri boşaltmış hava tan yerinden akşamın karanlığına bırakmış yavaştan yavaştan süzülerek akan bir denizin üstünde sakin sıcak ve o kadarda kıyıları serpe seren balıkçıl kuşların sesinin eşliğinde adanın başka bir köşesine geçilmişti karşıdan bir teknenin motor sesi iyice yaklaşmış kayıklarının yanından geçerken selam verip yoluna devam etti.Kayığın zulasında sakladığı fener lambasını çıkarıp yaktı teknenin karşıdan görünecek bir yerine yerleştirerek görünecek tarafına koydu.
Kıyıya doğru sürdüğü kayığı sığ suların olduğu ama kayalıklarla dolu bir küçük plaja yanaştırdı ikisinin gücü ile karaya oturtulan kayık yana doğru hafif yatık bir şekilde durdu Stavro zuladaki çuvalı ve balıklardan iki tanesini aldı eşyaları paylaşıp kayalıkların ardındaki tümsekleri tırmanıp çıkarken arkada kalan BAA’ya dönerek hızlan der
gibi işaret edip kıyıdan oldukça yüksek bir yere ulaşınca adeta çocuk edasıyla çığlık attı Stavro.
-         Gel dostum seni buraya keşfetmen için getirdim.
Diyerek hafifçe koşturarak bir kayalığın üstüne adeta uçarcasına süzüldü BAA gördükleri karşısında adeta mest olmuş yüz ifadesiyle etrafına ve çevresine hafif tebessümlerle süzdü karşısında deniz olağanca engince geniş ve karanlık aşşağısı engin kayalıklar ve topraklı hafif yarık altta dalgaların sarp kayalıklara vuruş sesi sırtında birkaç ağaç ve genişçe bir çimen düzlüğü TZAMAİKA’nın adeta uçurum dibi o dipden sonra hiçbir hayal hiçbir zaman işlemeyen karanlık deniz adeta Kara Delik uzay boşluğu kafasını kaldırıp baktığı gökyüzünde Yıldız Kümesi Yoğun ışık dansı ve parlaklık kucağını açıp gökyüzüne bütün yıldızları toplayacakmış gibi sarıldı içine girdiği his ve duygu adeta denizden gelen esintiye karışıp hasret gideriyordu adeta
Bu duyguyu hisseden Stavro yere serdiği sofrasını hazırlamakla meşgul bir şekilde bütün muhabbet ihtiyaçlarını sunarken balıkları bir

                                                  17
sopaya geçirip pişirmeye hazır bir şekilde ateşin közlenmesini beklerken.
-         Bak etrafına burası benim gizli sığınağım.
Etrafına seyre dalan BAA Stavro’nun oturduğu yere bakıp gülümsedi.
-         Açık alan sığınak olurmu dostum.
-         Olur olur hemde nasıl olur.İnsan bazen kalabalıkların içinde yalnızlığı nasıl yaşıyorsa burası o şekilde sığınaktır.
Ayakta bulunduğu yerin adeta büyüsüne kapılmış şekilde seyrin içine dalan BAA  etrafını dönerek öne bir adım attı önünde engin kayalıklar ve dalga sesinin içinde adeta kayboldu gökyüzüne kafasını kaldırdı gökyüzündeki o kadar yoğun bir yıldız kümesi vardıki etrafında kimsenin olmadığını fark edemeyecek bir şekilde kendinden geçmiş bir şekilde feryadi bir ses tonuyla.
-         Yıldızları Ayağıma Getirirmisin.
Hüznün ve ağlamaklı ses tonunun ritmi adeta denizi çıldırtmış Poseidon’un oku adeta denize değdirip kayalıklara şimşek misali çarpmasını hissettirdi. O an oracıkta neler düşledi neyi hayal etti ışık hızıyla hangi şehrin hangi sokağına gitti hangi balkonun karşısında neyi özlemle gözyaşının içinde seyre daldı kimbilir ama ses tonuna yapışan hüznü  anlamak için zorlanılmıyordu.İç çekip hafifçe elini yere basıp çömelerek yere oturdu ayaklarındaki ayakkabıları üşengeç bir tavırla çıkardı esintiden gelen ferahlık terlemiş ayak uçları ile ayaklarına vurdukça rahatlıyor kendinden geçiyordu.
-         Artık burası benimde sığınağım.
Stavro iki eli arkada dayanmış bir şekilde BAA’nın sözlerinin ardından sağ kolunu kaldırıp karşıyı işaret parmağıyla engin denize doğru gösterdi.
-         Bak karşısı engin deniz senin ülken arkada kaldı
-         Karşımız Kıbrıs’mı
-         Hayır Engin deniz orası Kıbrıs sol tarafımızda kalıyor burdan açıldınmı Libya’ya kadar kara parçası yok.
Denize doğru uzunca dalgın bir bakış fırlattı kafasını hafifçe kaldırarak Ayın denize yansımasını izledi izlerken mırıldanıyor mırıldandıkça şarabın şişesini derinden yudumluyordu bir den Stavro’ya dönerek.
             
                                 18

-         Hiç yıldızları ayağına getirdinmi ?
Diye sordu sorarkende hiddetini anlayabilen Stavro
-         Nasıl
-         Öyle işte  hiç sevdiklerinin ayağına yıldızları indirdinmi ?
-         Sevdiklerinin !
-         Mmmmm ! belliki çok şey istemiş senden dostum kendisini ulaşılmaz sanmış sanırım.
-         Ehhhh işte bir bakıma.
-         Peki o kendini hangi yıldıza benzettiki senden bunu istemiş olabilir.
-         Bilmiyorum
-         Bak yukarı milyarlarca yıldız biz milyarlarca diyoruz trilyonlarca belkide yıldızları sayacak bir sayı sistemi bile yoktur.
Bunların İçinde hangisi senin yıldızın onu söyledimi.
-         Kendisinin yıldız olduğunu yıldızlar kadar uzak yıldızlar kadar ışık saçan ve benim onun için olmayacak şeyleri oldurmamı ister gibiydi.
Stavro BAA’nın konuştukça üzüldüp kahrolduğunu görüyordu daha fazla yarasını kaşımak amacında olmadığını ama insanoğlunun birilerine dertleşme ihtiyacının ne kadar önemli olduğunun farkındaydı.
-         Yıldızının yanında ayağının dibinde hatta yan yana göz göze olduğunu bile anlayamamış olması yada yanında durmanın verdiğinden korkusundandır.
BAA durgun halini gözlerinin yanında akıttığı tanelenmiş gözyaşının nazarında gözlerini kıstı elinde şarab şişesini kaldırarak yudumlayacaktıki birden ne gibi diye sordu.
-         Bizlerde yıldız tozuyuz aslında hepimizin yukarıdaki yıldızların dünyadaki yansımalarıyız Yüreğimizle,gözlerimizle,sözlerimizle ve etimiz kemiğimizle.
Diyerekten elindeki sopa ile ateşi karıştırıp közün altındaki ateşin harlamasını sağladı.BAA’nın elindeki şişeyi alıp iki yudum içip tekrar uzattı uzatılan Şarabı alan BAA elindeki şişeyi önüne atıp yukarı kaldırdı cama gözlerini yanaştırarak karanlığa doğru tutup

                                                     19
ayın ışığına doğru bakış yapıp tekrar indirdi oda birkaç yudum içerek.
-         Bir hikayede burada biter başka bir hikaye başlar dostum.Bizim olan tüm hikayeler başka birine yüklenir o hikaye devam eder.Canlılar ölür toprak olur yok olur bir zaman sonra onlarda unutulur.Bilinmeyen hikayelerde biter Dostumuz,sevdiğimiz,çocuklarımız,annemiz,babamız,hatıralarımız,anılarımız,kötü günlerimiz,iyi günlerimiz tüm hikayeler biter yok olur.
Konuşmalarının birbirine adanmışlıkları adanan ömrü hayatlarının birbirlerine ne yakın bir hikayeye hizmet ettiklerinin farkına varmaya çalıştılarsada o anın verdiği iki kişinin farklı bir coğrafyanın farklı insan yapısından karşılaştıkları için anlayamadılar.
Aslında  paralel evrendeki yenibir hikaye başlar hikaye kahramanları sonsuzluğu yaşar sanır bu bir yanılgıdır yenilginin kaçınılmazlığı karşısında hikayenin sonu en baştan yazılmıştır aslında ne olup bittiğini süreç belirler sona doğru.Tecrübe edinmişlerin yanında yaşayanlar yaşanacak olan tüm tecrübeyi dinler ama uygulamaz çünkü hikayeler ( İYİ ) den başlamıştır anlık zevkin yanında sonsuzluğun lafımı olur.
İstisnasız herkesin ruhunda gedikler var.Ruhumuz bir türlü tatmin olmadığı için sıkıntılardayız ancak sevdikçe derinleşilir sözcükler anahtardır oysa ama kalbimizden çok uzak tutuyoruz o cümleleri.
Güzel evlerde oturan,arabaları olan,yabancı diller bilen,çocuklarına piyano dersleri aldıran,sağlıklı beslenme adına salata yiyen,spora giden insanlar,Yükselmek için tüm insani vasıflarını yitirmeye hazır bunca insan…….Ama koskoca bir bir boşluk var hayatlarında ve onu neyle dolduracaklarını bulamıyorlar.
Paylaşma kaybedilince zamanlarda herşeyi kaybediliyor.eski filimlerdeki gibi mutlu aileler,mutlu çocuklar ve mutlu aşklar seyrediliyor yada çekiliyor yeni filmlerde ama aynı tat yakalanmıyor.Çünkü insanlar çocuklarına öğütlerinde.Engüzelini sen giy,engüzelini sen ye,en güzeli senin olsun ve bizden sonrası tufan benliğini benimsendikçe paraylada saadet olunmadığı anlaşıldı.
Niye bu kadar antidepresan haplar? Niye bukadar nefes terapileri? Modernleştiğimiz ölçüde ilkelleşiyoruz modern dünyada istediğimiz adresi cebimize kadar bulabildiğimiz kadar kalbimizin adresini bulamıyoruz.                      20
                Her zamanki gibi sakin sıcak ve bir hayli nemli akşamlardan biriydi.
      Adanın sakinleri yavaş yavaş kıpırdanma sesleri ile adeta geceleri aydınlatmaya aday bir havası vardı.Yunanistan’ın en uzak karaparçası olan bu ada Sürgünlerin getirildiği yada gönderildiği yer olması nedeniyle genellikle turist hemen hemen barındırmazdı,Sakinliği ve az nüfusu ile herkes birbirini tanır bir yabancı surat ve siması hemen kendini belli etmesine yol açardı,Askeri tesisin olması belkide adanın en ayrıcalıklı tarafıydı asker sayısının artması ada ekonomisini adeta canlandırır biraz yüzlerin gülmesine yol açıyordu onun içinde adadaki her esnaf kendi kendine hizmet veren bir sürü dükkanı barındırıyor esnafta birbirlerine olan takılmalarıyla günlerini geçiriyorlardı.
       Adanın Papazı Thedoros orta boylu hafif vücuden orta kilolu beyaz gür sakallı bir o kadar adada kendine saygı gösterilen bir şahsiyetti.Çarşıdan yavaş yavaş adımlarla ilerlerken hem esnafa hemde ada halkına selamlaşıp gördüğü herkesle hoş sohbet ede ede yürüyordu.Adanın kilisesi yanında inanç okulununda başkanlığını yapan Papaz Thedoros  o gün içinde ada halkına okulun etkinlik kağıt ve broşürlerini dağıtarak ilerliyor ilerledikçede zaman ve saatini belirtiyordu.
       Simsiyah elbisesinin içinde adeta vaaz verir gibi akıcı iknayen gibi konuşması konuştukçada sakalını yumarak karşısındakileri adeta mest ediyordu sağında ve solunda soru soranlara karşı cevap verirken
Karşısında Stavro’yu gören Papaz Thedoros.
-         OOOOO ! Stavro
-         Merhaba Papaz efendi
-         Merhaba
Stavro Papaz efendinin selamından sonra eğilip yüzük parmağını saygı ve sevgiden öpüp yanındaki BAA’yı kolundan tutup yanına doğru çekerek.
-         Tanıştırayım Papaz efendi bu arkadaşım BAA
-         Tanıyorum evlat sen gelmeden önce tanışıyoruz nasılsınız bakalım.
BAA saygıyla başını eğerek selamlaştıktan sonra Papaz efendinin elini tuttu avuç içini açarak avucunu öptü.
-         Sağolun Papaz efendi sıhhatim ve keyfim yerinde.

                                                 21
-         Nasıl alıştınızmı adamıza.
-         Hemde çok alıştım sağolun.
Bir iki konuşmadan sonra Stavro’yu kolundan tutup kuru kalabalığın içinden alarak yalnız konuşmaya başladı konuşmaları kalabalığın içinden çekip alarak ikisinin arasındaki konuşmalar kalabalığın içinden geçerken cümleleri duyan herkes Stavro’yu ikna edebilmek için mırıldanarak sesleniyordu.Papaz efendinin kendisine olan konuşmalarının ardından elini öperek uğurladı.
    Stavro bundan tam 16 yıl önce İnanç Okulunun gençliğinin içinde bulunmuş.Atina’ya gittikten sonra okula adım atmamıştı bunun farkında olan Papaz Thederos onun tekrar aktifliğine dönmesi aktifliği ile yararlı olmasını istiyordu amma velakin Stavro aktifliğe tekrar adım atmak istememiş nedenlerini geçiştirerek verdiği için Papaz Efendi biraz kızıyor birazda hayıflanıyordu.BAA Papaz Efendinin meyhaneden ayrılırken verdiği selamına karşılık tebessüm ile karşılık vererek Stavro’nun yanına gitti.
-         Bak dostum şu andaki konuşmanız bile ne biliyormusun?
-         Nedir ?
-         Bir hikaye başka bir hikayeye yüklenir demiştim sana bunu unutma.
Ne,Nasıl,Niçin sorularının ardından kendi hikayesini anlatıp Mavropulos amcanın meyhanesinin içine dışardan girip dolu masaların ardından dolanarak boş bir masaya oturdular.
-         Mavropulos amca yetişemezsen seslen bize.
-         Yok be marinu hepsi kalkıp kendi alsın evde karıları sanki masaya getiriyor bunların
Deyince meyhanede bir kahkaha koptu.Ogün ve hemen hemen bazı günler meyhane müşterileri kendi işlerini kendi görür içkisini bardağını yani masayı her müşteri kendisi hazırlıyordu sadece sıcak yiyecek ile mezeleri Mavropulos Amca yapar ve getirirdi.BAA bu arada masaya içki ve kadehleri koyup mezeleri sıralayarak bir özen ahengi içinde masayı hazırlamıştı.
       O sırada masaya Mavropulos amcada oturmuş masadan bağımsız ama ara sıra kulakları onlarda olacak şekilde Meyhaneye hakimiyet kuracak şekilde duruyordu.Beyaz kaytan bıyıkları,beyaz saçları göbeği ve omuzuna attığı havlusuyla adanın belkide en sevilen ve
                                                 22
sayılan tipini oluşturuyordu arasıra konuşur konuştukça şenlenir şenlendikçe birden hüzünlenir hüzünlendikçede öfkelenirdi adada BAA’yı bağrına basan ilk kişi olması sorgulamadan BAA’nın ona olan saygısı ve beraberce aylarca aynı çatıyı paylaşmalarının ardından Bugüne kadar birbirlerine olan dostluk hikayelerine Stavro’da katılması dahada bir güzel hal alıp günlerin daha anlamlı geçmesini sağlıyordu gerçi Stavro’nun içinde saklayıp günyüzüne çıkarmadığı kedisinden başka kimseninde bilmediği daha önce yazılmamış hikayesini sezmişti BAA.
      Sormak istedikçe kaçınan tavrı kaçındıkça içini dökmek fırsatı bulmaya çalışan bu insanın zamanla içindekileri anlatacağı anı biliyordu Stavro ikişer kadehi hızla devirdi.
-         Ne olacak bu halimiz?
-         Anlatacaksan konuşalım yoksa müzikle kafa bulalım Stavro
-         Sen anlat sen başka diyardan geldin
-         Ben anlattım benim hikayem Yıldızları ayağa getiremediğim zamanlarda bitti.
   Kadehlerin biri kalkıyor biri inerken Haris Alexiou’nu duru sesinden TZAMAİKA ezgisi denize ulaşıp kayboluyordu ezgi bütün adayı kaplamış meyhanedeki havayı alkolün en tepesine çıkartmıştı adeta balkonlarında amaçsız yada yılların yorgunluğunun ardından geçmişlerine giden bastonlarına dayanarak oturan yaşlanıp giden yahut her gecenin sessiz hıçkırığı nice oturanlarının sokakta yürüyenler kadar gemisinin başında gecenin en karanlık anında bembeyaz elbiseli kaptanın başındaki şapkasına çıkartma haline hüzün veriyordu limanda demirlenmiş sabahın en erken saatinde sefere hazır olan bir gemi ezginin geçtiği tüm notaları kimbilir hangi yolculuklara çıkarıyordu her kişinin kendi dünyasında.
      Şarkıdaki gibi taa JAMAİKA kadar uzak JAMAİKA kadar hasret tutam tutam nefes oluyordu adeta.Kiminin gerçekleşmiş hayalleri kimininse elinden uçup giden fırsatları hepsi insani hepsi duygu yüklü gemilere yüklenmiş limandan ayrılmaya hazırlanan eşya gibi soğuk donuk bir ayrılık türküsü söylüyordu adeta.
      Stavro ve BAA masadaki içkilerini yudumlarlarken bir yandanda Meyhanedeki diğer masalardaki boşları topluyor yeni siparişlere destek veriyorlardı.Mavropulos amca günün yorgunluğunu oturduğu
                                                  23
masada ve sandalye üstünde uyuklama halinde olması ve ona herkesin saygı duymasından dolayı herkes meyhanede kendi işini kendi görüyor kimse kimseye yük olmamaya çalışıyordu.Gecenin ilerleyen saatine yaklaşılmış her masa bir dertli her masa kendi derdi ile her masa kendi yalnızlığınla başbaşa kalacak gecenin karanlığında boşalıyor her masada içinde bulundurduğu sevgi baloncuklarını saklayarak terk ediyorlardı meyhaneyi tek tük kalan diğerlerininde boşalttığı meyhaneyi yavaş yavaş temizlemeye başlayan Stavro masalarda kalanlara seslenerek boşaltmalarını istiyordu.
-         Haydi bre !! yarın kilise var tatil var isteyen uyusun isteyen kiliseye haydi!!
Adanın inşaat ustası elleri kalın kalın olmuş nasırlardan Krikor hafiften kafayı kaldırarak.
-         Papaz Efendi yine aynı nameleri söyleyecek evlat.
-         Tamam işte sende vaazda uyursun Krikor.
Eliyle masanın bir köşesini tutan Krikor diğeriylede oturduğu sandalyeden destek alarak yarı baygın hale gelene kadar sarhoş haliyle kendini dengeleyerek ayağa kalktı yürümekte zorlandığı her halinden belliydi.Krikor adım atmakta biraz tereddüt ederek duraksadı bir kaşını kaldırarak diğerini yumup adım atmaya yeltenince biraz sendeleyip düşecek gibi oldu o anda BAA hızla doğrularak Krikor’a tutunarak.
-         İstersen eve beraber gidelim.
-         Yoook ! bre biklumumben giderim.Heyya herkesle yarın kilisede görüşürüz.
Diyerek yavaş aheste aynı zamanda yalpayarak gözden kayboldu.Stavro ve BAA meyhanenin tüm temizliğine başlayıp sandalyeleri masaları kaldırıp yıkayıp paklayarak.Mavropulos amcanın yüzüne masum masum tebessümle karışık muzip şekilde baktılar.Mavropulos amcada onaylayarak.
-         Hadi hazırlayın masayı bu saatten sonra bizim için olsun.
-         Yaşa! Bre amca
-         Ama ben biraz uyur biraz kalkar biraz içerim tekrar uyurum siz kendi dalganıza bakın.
-         Tamam tamam keyfin senin amca
Diyerek hızlıca bir şekilde masayı donatıp müzikçalara hafif bir müzik
                                             24
koydular müziğin verdiği hüzün etrafı sarıyor sardıkçada birbirlerine dertlenmek istiyorlardı adeta.Mavropulos amca kah masada kah masada değildi arasıra uyuya kalıyor uyuya kaldığı yerden uyanıyor yarım kalan içkisini yudumluyor yine kaldığı yerden uyumaya devam ediyordu.
     Eşini kaybettiğinden beri yarı uyku yarı uyanık yaşam belirtisi ile tutunmaya çalışıyor ama adeta hayatın benliğinden usanmış haliyle geceyarısına kadar içiyordu.Hayata tutunacak hemen hemen hiç birşeyi kalmamış halini tutan tek şey elinde Eski ve köhne Meyhanesi hayatındaki tek varlığı  kızı Marine idi ama en son onu Kıbrıs’ta olduğunu biliyor neredeyse 7 senedir ne yüzünü nede belirtisine ulaşmadığından öldümü kaldımı bilemiyordu.Elinde çıkarıp çıkarıp bakmaktan cebinde eskimeye yüz tutmuş 7 yıl önce çekilmiş resime bakıpta en son bıraktığı haliyle özlüyor bazı geceler ismini sayıklayarak uyandığı hatırlanıyordu.Adanın sakinlerinin ona olan sevgisi ve saygısı sayesinde biraz hayatı anlamlandırıyor ama ne yaparsa yapsın ona o da yetmiyordu.
      Taaaki BAA’nın bir gece elinde sırt çantasıyla gelip karşısına dikilmesine kadar.O zamana kadar geçen saat dilimlerinde sabah en erken kalkıp içer Meyhanesini hazırlar akşamın güneşinin batışıylada dolan müşterisine hizmet eder herkesin çekip gittiği saatlerde hayatın anlamsız yalnızlığı ile baş başa kalırdı.
       Taaaki BAA’nın gelişine kadar.
Mavropulos amca hafiften ayıklanarak uyuya kaldığı yerden doğruldu
Elini bardağına atıp kadehini yokladı bardağının içini boş görünce bardağın dibini tatlı sert vurarak.
-         Evlat doldur bakayım bir kadeh.
Stavro içkinin şişesinden bardağa doldurup uzattı.Mavropulos amca çatalını mezelerden birine daldırıp yerken içkisinden yudumladı.BAA O anda söze katılarak.
-         Amca dikkat ettim geldiğimden beri fazla söze karışmıyorsun.
-         Evlat senin gibiyim işte.
-         Ama ben Yunan’cayı fazla konuşamadığımdan susuyorum.
-         Hayır evlat senin Susman gerektiği için susuyorsun bak etrafına aslında ne kadar susan var konuşmak var iken.

                                                 25


      BAA hüzün kaplayan yüzünü yere doğru eğdi başını hafiften denize doğru çevirip Mavropulos amcanın adeta tokat acısı veren cevabına hem mahcubiyet hemde bilgeliğine saygı duyarcasına kadehini kadehine tokuşturdu.
-         En büyük pişmanlığın ne Amca.
Mavropulos amca hafiften iç çekerek.
-         Hayatımın belli bir dönemini daha farklı değerlendirebilirdim bu kadar.
-         Bazen seni izliyorum bazen çok küfür ediyorsun.
-         İnsanların neşesi beni ilgilendiriyor ama dertleri beni ilgilendirmiyor artık ne yazıkki.Mesela sen BAA sen ilk karşıma çıktığında gözlerinden okudum.acılarını hep içinde yaşayıpta kimseyle paylaşamamanın yalnızlığına karşın bir yerlere kaçtığın anlaşılıyordu.
BAA
-         İnsan hikayeleri zengindir Amca.Ve biliyorsunki bu yaşanmışlıkların pek çoğu İbret,Nefret,Sevgi,Aşk yada Güzelliklerle donanmış yaşanmış ve bitmiş belkide bir yerlerde yaşanıyordur diye buradayım.
Mavropulos amca kadehindeki kalan içikisini yudumlar iken beyazlamış saçlarını iki eliyle arkaya doğru yatırıp omuzundaki havlusuyla yüzünü sildi havlusunu tekrar omuzuna atarak.
-         Bir insan ölünce herşey yarım kalıyor.İkiye ayrılıyor zaman.Okuduğun kitabın kıvrımları kıvrılan sayfasında donup kalıyor evlat.Mesela ömür ütülenmek için ayrılan gömleklerinde,yatırılmayı bekleyen faturalarda,atmak için biriktirdiğin çöplerinde,yarın ısıtıp yerim dediğin buzdolabında beklettiğin bir tencere yemekte.Peki sadece gidenmi yarım kalıyor ? ya kalan ! hafızalarımız öyle çok acıya tanıkki geride kalanlar nefes dahi alamıyor.
Stavro elini masaya uzatarak kendini doğrultarak eliyle sandalyesini iyice masaya yapıştırarak.
-         Ne varki  o suskunluğumuzun altında yatan hepimizdeki paramparçalık insana ders niteleğinde oluyor.İkinizin gözlerinde okuduğum kendiminde aynada gördüğüm yüzümdeki hüzne
                                
                                         26
yaslanmış dik duruş.Benimde yüreğime taa çocukluk yıllarımdan kazınmış.
BAA
-         O zaman ister istemez o yaşanmışlıkların umursadığımız ölçüde oyunlaştırıp perdelerimiz açalım.
-         Açalım dostum.
Aslında ikiside bu adada birbirlerini yoklayan ama bir türlü açılamayan ikili olmuşlardı,onları birbirine yaklaştıran birbirlerine benzer olan hikayelerin, hikaye yolculuklarının yolcuları olmalarıydı.BAA çantasında getirdiği Hikayesini tam anlamıyla Stavro’nun hikayesine yüklemişti ama bundan ikisininde haberi olması imkansızdı.
      Ama ilahi bir kudret  farklı bir coğrafyanın farklı bir yaşamın hikayesini denizin ortasında bir hayata yazıyordu aslında .Adanın tüm sakinlerinin dışında bu iki insanın içindeki duyguların hayat ve ömürlerinde ilk defa karşılaşmaları bundan sonra yaşayacakları her anı taptaze kalacak zaman dilimi idi o bakımdan geçmişlerini bilmeyen bu iki insan tek bir hikayenin iki coğrafyasında yaşanacak yaşanmışı tekrar edecekti.
      Stavro saate bakarak gecenin hayli ilerisinde olduğunu fark etti,eve gitmek için hazırlanırken.Mavropulos amca onu durdurarak kal bu gün burda edasıyla içeriyi gösterdi.Stavro önce kabullenmeyip.
-         Mamam yalnız meraklanır.
-         Yıllardır yoksun bir gece daha olmazssın okadar.
BAA amcayı destekler nitelikte konuşunca Stavro mecburen kabullendi,gerçi ertesi gün pazardı hem ayine burdan katılabilirdi.
Stavro biraz duraksadı yatağa doğru geçip üstünü çıkardı kafasında düşünceler alıp başka bir hayale sığrdırmış şekilde yarını düşünüyor bir o kadarda tedirgin halini etrafa yayıyordu,kimseye anlatamadığı bazı durumların farkedilmesi durumuna rağmen ne anlatmak nede dinlemek istiyordu küçük bir ada herkes biliyor birbirini içindeki durumunu sadece kendinden başka kimseye diyemiyordu.
    BAA’ya olan güvenide tam burada başlıyor geçmişini bilmediği adamdan dertlenmek dertleştikçe içini kemiren ağırlığını dışa dökmek istiyordu.BAA’da onun bu hallerini gözlemlediğinden bazı durumlarda incitmemek için onun içindekilerine dertdaş olma
                                              27
gününün Stavro’ya bırakarak bu hakkının onda olduğunu düşünerek birşeylerde sormuyordu.Ona bakarak gülümsedi BAA yatağına doğru uzandı doğru tavana diktiği gözlerini yumarak.
-         Stavro ne anlatmak istiyorsan şimdi anlatma anlaşıldı hikayeni yaşayacağız bundan emin ol.
                        
        

       Sabahın ilk ışıkları her zaman olduğu gibi denizin üstünü ışıldayarak yalarken denizin sakinliğine üzerine vurmuş sisiyle adayı kaplıyordu adeta.Hafta sonunun verdiği heyecan her zamanki gibi ada halkını tatlı bir heyecana sürüklediği kalabalığın toplanmasından belli oluyordu.
       Stavro her zamanki gibi uyanışı yapamamıştı adeta daha bir heyecan daha bir korku halini andıran gergin yüz ifadesiyle sabahın en kör noktasında meyhaneden uyanmış doğruca evine gitmiş temiz bir paklanmış haliyle dünden kalan elbiselerini değiştirmek için halinde bir telaş oldukça gergin tavırları beraberinde getiriyordu..Annesi bir hayli yaşlanmasına rağmen oğluna karşı hala hizmetkar bir tavırla üstüne düşüyor üstüne düştükçede Stavro’yu bu halleri üzüyordu.
-         Mama ! biraz dur ne olur ben hazırlarım.
Başındaki eşarbı gözlerinin içe doğru çöküntüsü ve aynı anda tüm yüzünün çizgileriyle hayatın en anlarının acısını ve tatlılığını bir arada görebileceğiniz bir yüz hattı tanımına uygun karaktere sahip Anaorke elinin avuçiçiyle Stavro’nun başını Şefkati ile Okşayarak.
-         Oğlum dün istediklerini temizleyip ütüledim içerden alırsın.
Şefkatin sesine kulaklarının içinde adeta yankılanan Stavro az önceki heyecan ve gerginlik halini bir kenara bırakarak Anaorke’nin elini iki eliyle kavrayarak kendine yanaştırdı annesinin eliyle tuttuğu elini sevgiyle öpücük kondurup kokladı yanağına dayadıktan sonra gözlerini yumarak.
-         Mama ! seni ben nasıl bırakırım ? bundan sonra bu dünyada senden başka kimsem yok.
-         Oğul akrabalarımız var onlarda bizim bağımız.
-         Yok Mama senden başka kimsem.
                                               28

Aslında annesinin dediği gibi epeyce bir akrabası adada mevcuttu ama Stavro’nun bilinci ilgisi annesinin kendisine tek varlık seçmesi anneliğinin ardından zor günleri en acıyla atlatırken bu geçişi çocukluğunda oğluna hiç hissetirmemeye çalışmasından geliyordu.
Ama bu acılı ve sancılı babasız bir gençlik zamanının en yakın tanığı olması.Stavro’yu derinden etkilemiş bunun bilinci ve inancıyla annesine çok büyük saygı duyuyor vede sevgi besliyordu.Anaorke’nin sesi dramatik travmayı derinleştirirken dışardan gelen Macelas’ın sesi travmatik dramayı bozuyordu.
-         Haydi bre ! palikarya geç kalıyoruz.
-         Geldik geldik bekleyin hadi mama ben dışarda bekliyorum.
-         Stavro dur geldim bekle.
Adanın sokakları inişine doğru geçen dar beyaz badanalı önlerinde çiçeklerle bezenmiş evlerin arasında süzülüyordu.Süzülen her sokak denizi görüyor gemilerin bacalarındaki tüten hasret dumanları kadar limana yanaşan kavuşma sirenleri ile yankılanıyordu.
      Sokaklardaki tüm telaşlar Pazar ayininine yetişmeye çalışan çoluk çocuk ada halkı mutlu bir şekilde birbirlerini selamlıyor her birey başka biriyle sohbet etmeden gitmiyordu.Bir yolu neredeyse imkansızlaştıran bu sohbet duraksamalarının üstüne.Anaorke’nin haftada bir dışarı çıkmasından dolayı gençlerin selamlaması yaştaşlarının onunla muhabbeti kiliseyi bağlayan yolu adeta zamansal olarak uzatıyordu Stavro bu konuşma duraklarında her beş dakikada duraksayıp beklediği annesini uyara uyara mecburiyetten Macelas ile sigara üstüne sigara yakmasına neden oluyordu yürümenin uzayacağından emin olan Stavro Anaorke’ye .
-         Anne sen kiliseye geç ben seni orda bulurum.
-         Tamam ama geç kalma.
-         Tamam tamam mama papazdan önce kilisede olurum.
Macelas ile gülümseyerek uzaklaştı.İskelenin yolundan uzayarak giden yol boyunca hızlı adımlar ile yürümeye devam ettikçe ayakkabılarına sinen tozu hem eliyle hemde pantolonun paçasıyla siliyor yine toz olunca kendince sinirleniyor küfredip duruyordu.
Mavropulos amcanın meyhanesinin önüne gelip durdu meyhanenin bahçesini sulayan BAA’yı selamlayıp masaya oturdu BAA çeşmeye doğru gidip suyu kesip meyhane bahçesine boylu boyunca uzanmış
                                                29
hortumu el ve kolunun dizinin yardımıyla toplayıp çiçeklerin arasına özenle sıkıştırıp içeri geçti bir zaman sonra elinde iki fincan irisi kupa ile dumanı ve kokusu sinmiş şekilde masaya koydu masanın üstünde ıslanmasın diye kaldırdığı sandalyeyi indirerek oturdu masanın üzerindeki kahvelerden bir tanesini alıp dumanını üfleyerek bir yudum içip masaya tekrar koydu Stavro’ya alaycı bir şakacık hamle yaparak gülümsedi.
-         Mama ile gelcem diye sabahın köründe çıktın yalnız geldin.
-         Üstümü değiştirdim birde mama ile yola çıktım ama hala çene yapıyordur ne yapayım.
-         Bütün yaşlılar aynı galiba bizim oralardada hep böyle dışarı çıkmaya görsünler çeneleri hiç durmaz on dakikalık yol bir saate varır.
-         Ha Ha Ha Ha ! evet yaa aynen durum öyle.
Birlikte gülümseyerek kahvelerini yudumlayarak bakıştılar.Stavro’nun heyecanı ve gerginliği yine üzerindeydi kaçırmaya çalıştıkça nedenin anlaşılmamasının imkanı yoktu adeta.BAA bazı durumlarda kendine vazife olmayan hiçbir şeye karışmama gibi bir durumu yıllar önce bırakmıştı onun için neyin var gibi soruları genellikle sormaz halin ve zamanın getirdiği konuşmalarda ortaya çıkan zamanlarda cümleleri tercih ederdi.
-         BAA bugün benim için zor bir gün olacak ne yaparım ne ederim bilemiyorum.
BAA Oturduğu yerden kalkarak Stavro’nun omuzuna dokunup sarıldı elinin içiyle hafiften sıkıp sırtına dostluk tesellisiyle hafiften sürterek hiçbir şey söylemeden içeri geçip bir süre sonra üstünü değiştirmiş şekilde tekrar dönerek meyhanenin dışına çıktı.Meyhanenin kapısından caddeye doğru kendilerini bırakan Stavro ve BAA uzunca bir sahil şeridini yürüyerek bitirip kilisenin sokağına geldiler kalabalığın içinden geçip selamlaşarak bahçenin içindeki kalabalığın yanına yaklaşarak durdular.BAA’yı gören herkes birbirlerine merak içinde birşeyler fısıldayarak konuşmaya başlayan gözlerin merakı kiliseyi adeta baştan sona sarmış bulunmaktaydı.BAA başka bir coğrafyanın başka bir dinine mensup olması dolasıyla meraklı bakış ve konuşmaların muhatabı olarak uzayıp gidiyordu.
                                               
                                                30

Bu enteresan meraklılığın farkına varan Stavro,BAA ve Macelas gülümseyerek bahçenin içine kurulmuş Çay masasından kendilerine çay doldurup içtiler.Kalabalığın sesini genç rahiplerin çaldığı el çanlarının tını sesleri kesince birlikte kilisenin içine birer ikişer olarak girip herkes kendine göre yer bulup oturdu.Papaz Thederos ayin hazırlıklarını yaparken ada halkı oturduğu yerden sağa sola bakınarak kimlerin orda olduğunu kimlerin yok olduğunu bakışlarıyla yapıyordu.
Papaz Thederos kilise cemaatine dönerek ayini başlatacağı uyarısını yaptıktan sonra bir uyarı daha yapma gereğini duydu.
-         Sevgili dostlar aramızda bir misafirimiz var hep birlikte kendisine hoş geldin dermisiniz ?
Bütün Kilise cemaati bir ağızdan hoşgeldiniz derken BAA memnunuiyetini belirten eda ile.
-         Efkaristo poli hoşbuldum.
Diyerek Papaz Thederos’uda aynı anda selamladı.
Papaz Thederos daha sonra BAA’yı eliyle göstererek.
-         Dostlar ! BAA benim çok sevdiğim bir kardeşim sizinde aynı anda seveceğiniz sandığım bu insan belli bir süredir adamızda bizimle birlikte yaşıyor.Benden defalarca özür dileyerek  ‘’Efendim bir Pazar günü bende katılabilirmiyim‘’ diyerek bir ricada bulundu bende seve seve katılabilirsin dedim.
Kilise kalabalığının hoşnut bakışları arasında BAA’ya karşı Papaz efendi eliyle kalk der gibi işaret yaptı.Bunu anlayan BAA yavaştan ve mahcup şekilde ayağa kalkarak herkese başıyla selam verdi  sonra dönüp aynı selamı Papaz Efendiye vererek.
-         Sevgili Papaz efendi sevgili dostlar.Öncelikle ben naçizane yalnız kul olarak bu kutsal mekana ve aranıza kabul ettiğiniz için ne kadar teşekkür etsem azdır.
-         Ne demek ! evladım tekrar aramıza hoş geldin.
-         Adanıza geldiğimden beri belki tek gönül huzurum şu andır.Bunu inançsal olarak söylemiyorum ama kalabalığın içindeki huzurumu anlatmak istiyorum.
-         Buyur rahat ol evlat istediğin arzuda konuş.
-         Adanıza gelmemin bir hikayesi var o hikaye benim ve dostlarım arasındaki son nokta hikayesidir.Bu ada ömrümce benim
                                               31

-         uzaklığın hatta dünyanın son kara parçasıymış gibi görmemin hikayesi yalnız kalmak,yalnız yaşamak,beynimin,ruhumun ve duygularımın kaçışının son noktası olacak olan Tzamaika kaçışımın nedenidir.Buraya gelene kadar Yunanistan’ın büyük şehirlerini hatta büyük adalarını geze geze geldim gezdikçe bir yerin beni tanımlamadığını vede tamamlamadığını hissettim Hissetim çünkü beynimin ve ruhumun duygu karaparçası olan bu ada burasıydı buraya ayak basmadan huzuru bulamayacaktım ve bastım ayağımı ! 9 aydır yanınızdayım yanınızda olmak çok güzel ama geçmişten aldığım gönül yenilgisi ardından çok üzülmemin ,çok ağlamamın kahrolmamın ne gibi etki eder,ne gibi etmez bilinmediğinden ağlamayı kestim.Her Şarkının içindeki beni anlatan sözlere gözyaşımı dökerken kime,kim ve ne olmadığımı anladığım için ağlamayı kestim.Bir tek hikayemde burası kaldı elimde avucumda burasıda ulaşılmamızı öykülüyordu.Haris’in o buğulu sesinden keşfedip tanımıştık karşı kıyıdan bakıldığından küçük kara adası bizim yüreğimizde koskocaman bir ütopyamızdı ulaşılmaz hikayelerin mutlu sonu dünyanın bilinen en son karaparçasıydı bizim için.
Ama Ama !

Duraksadı biraz ağlamaklı ses tonuna büründü ağlamıyorum artık dediysede içindeki hıçkırıkları herkes duyuyordu adeta Macelas’ın uzattığı suyu içti Papaz efendiden izin alarak konuşmasına devam etmek istedi Papaz efendide izini vererek.

-         Dokuz aydır buradayım bir ay sonra burdan ayrılmayı düşünüyordum taaki.Yeni bir hikayenin yazıldığını farkedene kadar bazı hikayeler vardır bilinmez kimsede bilmez sadece sizinle mezara girer o mezara giren hikayeleri herkesin keşfetmesi lazım keşfetmezsse kimse hayatı yakalayamaz.
Beni dinlemek zahmetine katlanarak zamanınızı aldığım için sabrınıza teşekkür ederim.
Diyerek yavaştan hüzünlü bir oturuş yaptı kilisede o anda çıt çıkmıyor herkesin bu adamın içindekileri dökmesinin şaşkınlığı ve hüznünü

                                                 32
yaşıyordu adeta aslında herkesin fark ettiği birşeyi aynaya yansıtmıştı aslında fark etmeden BAA ,o anda orda oturupta ibadet için bekleyen kalabalığın iç dünyasının dışarı seslendiren kahramanı olmuştu kimine göre sonuna kadar sevip,Kimine görede ömür boyu kahroluşun karmaşasını yaşıyordu aslında.
Papaz Thederos o sessizliğin ardından.
-         Ne demek evladım Ne demek zaten bu ada çok sevenlerin adası olduğu kadar.Sevipte sevdiğini alamayanların beceriksizlerinde tam yurdu tam yerini hayal etmişssin.
Papaz bu sözleri yıllardır kıydırdığı nikahların ve o nikahlardan sonra doğan çocukların vaftizlerinin verdiği tecrübeyle konuşmuştu.
Kilise cemaatinin pür dikkat BAA’yı dinledikten sonra herkesin yüzündeki şaşkın tavrın onu ilk gördüklerinde Mülteci zannetmeleri ama aylar geçtikten sonra alışmalarından sonra farklı bir senaryonun hikayesi için burda olduğun farkına varmaları ona olan saygılarını artırmış ve sevdirmişti.Stavro’da adeta gözlerinin içiyle gülümseyerek elini tutup destekler haliyle şefkatle sıktı BAA bunun ardından elini kaldırarak son kez bir şeyler söylemek istediğini belirtti Papaz efendi buna karşılık kendisine söz vererek.
-         İnançlar karşısında burada bulunmamın nedeni.Hangi ırktan,hangi inanç farklılığı olsada kalbimi  dua ve yakarışı bu mekanda vermek istiyorum.Kimin ne kadar mezarı var ise burada hepinizin akrabalarının mezarlarıyla çok geceler ve güzdüzler konuştum dertleştim bunca ay kimselere fark ettirmeden siz yaşayanlar değil ama Anneniz,Babanız,Akrabalarınızın ruhları dert ortağım oldu.Beni adadaki yalnızlığımdan kurtaran Mezardaki ruhlara saygımı sunuyorum.Hepimizin Ruhları kutsansın.Ruhları Şaad olsun.
Konuşmasını bitirdikten sonra oturarak duraksadı aslında bu kadar çok kalabalığa içindekileri rahatça dökmenin verdiği ferah ve rahatlama hissi ile kendini kutsamıştı aslında.Bu duygusallığa kiliseninde kapılması Papaz Efendiye ayini başlatmaya zorladıki o da gür sesiyle herkese ayağa kalkmasının ve ayine geçilmesi için duaya başlamasına yol açtı.
 
                                          **************** 
                                                   33

 


                                 2.Bölüm





         Temmuz’un ortaları gelmişti.Adanın etrafı çepi çevresi denizide sıcaklaşmış havayla beraber adeta bunaltan bir zindana dönüşmüştü.
Gündüz sokaklarda hemen hemen kimseyi bulamaz tek tük açılan dükkanlar ve kamu binaları haricinde kepenkleri çekili sıra sıra dükkanlar açık olanlar ise işyerlerinde öğlenin belli bir saatinde Siesta uykuları hakim olurdu,gelen giden hiçbir hazırlık ile alışveriş yapmazdı o saatlerde.
       Adanın irili ufaklı otel ve pansiyonlarında tek tük turistler gelmişti.Turistler için buranın herhangi bir cazibesi olmuyordu genellikle diğer tüm Yunan adalarında günboyu dolu dolu oteller dolu dolu plajlar ve dolu dolu eğlence yerleri varken Tzamaika bu konuda daha farklı özelliğe sahipti.Etrafta adada bulunan Askeri Hava Üssünün olması ve okulların bitip yaz tatilinin başlamasıyla adadaki görevli askerlerin aileleri ile çocuklarının tatillerini subay babalarının yanında geçirmesinden dolayı kalabalıktı.Tzamaika’nın bütün caddeleri subay ailelerinin gençleri ve çocuklarının ardı sıra belli bir turistin akınıyla şenleniyordu.
Gündüzün yaşanılması imkansız sıcaklığında gecenin karanlığı bastırdığında adeta yaşam yer altından fışkırıcasına yeniden doğuyor sokaklar canlanıyor dükkanların ışıkları denize yansıyordu,muazzam kalabalık caddeler adanın kendine has sakinliğinden eser bırakmıyordu.Kamu Kuruluşlarının ofisleri gündüz yerine gece açık olsaydı yaşam sanki Tzamaika’da gece yaşanıyor sanılırdı.
        Gündüzün dereceleri çalıştırmayan cıvalarının yerinde patlatacak

                                                 34
kadar olan sıcaklığı  geceyede yansıyor,bütün günboyu evlerin duvarlarına,toprağına ve asfalta sinmiş sıcak gecenin karanlığında bunaltıcı sıcaklığı açığa vurdukça hayatı çekilmez hal haline getiriyor bu durum hemen herkesin yanında bir vantilatör bulundurmasna yol açıyordu. O an dışarıda olanlar ise ya ellerine buldukları ne var ise yelpazeye dönüştürüp serinlemek için rüzgarlar yaratıp yada mendil yada havlular ile boncuk boncuk dökülen terini silmekle meşgul olurlardı bu durum yaz boyu devam eder giderdi.
        Meyhane her yaz sezonu olduğu gibi yine oldukça kalabalıktı,yine amansız amaçsız dertlerini sevinçlerini ortaya sunacak şekilde masalardaki konuşma sesleri kadeh bardaklarının çınlayan sesleriyle karışıyor etrafa anason yada ardıç alkolü kokusu havaya siniyordu.Bir masanın mezeleri diğer masaların içkileri birbirleriyle yarışırken.Stavro elinde sipariş fişiyle bağıra bağıra masa aralarından geçiyor.Mavropulos amca ızgaranın üstündeki balıkları çeviriyordu
Kömür ızgarasının dumanı o kadar etrafı kaplıyorduki dumanın içinde adeta kaybolmuş olan Mavropulos amca hazırladığı balıkları tabaklara koyduktan sonra yeni sipariş balıkları ızgaraya atıyor,ızgaraların yanışına denk yeni atılmış balıkların yanma sesi tüm meyhaneyi sarıyordu.
     Stavro tezgaha yanaşıp bir tabaktan diğer tabağa siparişleri masalara yetiştiriyorken.BAA’nın hazırladığı mezeler ile salataları aynı hız ve nizamla servis ediyor.BAA’da arasıra sakinleşen zamanlarda oda masalara girip hem siparişleri yetiştirme hemde masalarda biriken boşları toplamada birbirlerine elbirliğiyle yardımcı oluyorlardı.Onlara arasıra ada sakinlerinin ve Macelas’ın yardımları rahatlatıyor bütün yaz geceleri hemen hemen tekrar eden bu koşuşturmaca sürüp giden tatlı telaş bütün kış boyunca Mavropulos amcayı rahatlamak adına yapılıyordu.
      Gelen misafir ve müşteriler adanın tek gündüz arasıra lokanta geceleride meyhanesi olarak biraz salaşlığından ve rahatlığından çok memnundu melamin tabaklar ve çatlamış bardaklarda kıvrılan ağzı burnu eğrilmiş çatal ve bıçaklar ile bu adayı keşfetmiş kendilerine huzur verdiğine inandığı içinde bulundukları sıradada kendi benliklerini buldukları yer olarak sayarlardı.burayı ilk keşfedenler ise ya çok sevmişlerdi yada hiç hoşnut olmamıştı bu salaş halinden

                                           35
Daha önce keşfetmiş olanlar ise yeni hoşnutsuz misafirleri kendi kendilerine sevdirmeye çalışanlarda az değildi.
      BAA siparişleri yetiştirdikten sonra soğuk tezgahına geçmiş ,biten mezeleri topluyor kalan mezeleri temiz tabaklara yerleştiriyordu.Elinde bez tezgahın üstünü kaplamış yoğurt,salata kabukları,marul yaprakları gibi mezelere konulmuş tüm artıkları çöpe sallıyor salladıkçada lavaboda bezini yıkıyordu,gecenin ilerleyen hayli geçmiş saati olmuş tüm masalarda yavaş yavaş hesap ödeme hazırlıklarına hazırlanıyordu.Stavro masaların hesaplarını teker teker çıkarıp masaların üzerine koyup kasanın önünde beklemeye başladı Macelas ile sohbete başlayıp BAA’nın işini bitirip geldiğini görünce eliyle kahve yap dergibi işaret yaptı.Mavropulos amca kasanın önündeki Stavro ve Macelan’ın yanına gelip hesapları sordu Stavro’da masalardaki kalan tüm hesapları toplayıp getirdi o anda BAA elindeki tepsiye koyup getirdiği kahveleri herkese teker teker bırakıp içmeye başlayınca Mavropulos amca günün hasılatını sayıp herkese hakkı olan ödemeyi yaptı.
      Stavro aldığı parayı saymadan koydu cebine biraz mahcup olmuş şekilde bu durumu farkeden Mavropulos amca.
-         Buklemun  Suratını indirip durma mekana emeğinle hizmet ettiysen hakkını alacaksın.
Mahcup olan yüzünü iyice yere doğru süzen Stavro.
-         Amca almak istemezdim ama biliyorsun durumu işimi ve durumumu kaybettimde döndüm mecburen bazı şeylerle durumumu çevirmem lazım.
Mavropulos amca hiçte hoşnut olmadığını belirterek susmasını istedi kahvelerini yudumlarlarken .Macelas geride kalan masaları temizlemiş yanlarına gelmişti biraz gülümser edayla.
-         Amca kışın tamam biz bize yetiyoruzda ama yaz işlerin çok iyi burayı büyütelim sen kasada oturursun sana yazları çalışacak elemanlar buluruz.
Derin ve keskin gözleri ile Macelas’a bakan Mavropulos amca.
-         Ne büyümesi be evlat burası böyle benim büyütmeye yetecek vaktimmi var.
Stavro Macelas’ın söylediklerine hoş bakmaya hazır sözleriyle araya girerek onu destekler nitelikte.
-         Bence çok ama çok isabetli bir düşünce.
                                                   36
Deyip heyecanın verdiği sevinçli edayla omuzuna vurup.
-         Afferin stiyammo !
Mavropulos amca her daim buranın büyüsünü bozmamaya çalışmıştı yıllarca hemen hemen hep aynı dizayn hep aynı havayı kaçırmamak için elinden geleni yapmış yıllar yılları devirdiğinde zamana ayak uydurmak için yenilikler yaptıysada burayı meyhane yapan dokuyu bozdurmamaya çalıştı akıllıydı zamanın ne gibi ihtiyaçları var hepsini biliyordu ama anılara saygısını yitirmemek adına zamana direnmiş bunca yılı devirmişti bu mekanda.
      Her insanın ,kişisel anahtar kelimeleri vardır.Onu başkalarına özetleyen yada hayatı kendisine özetlemeye yardımcı olan kısa ve öz kelimeler ile.Bir insan diğerine benzemiyorki,anahtar kelimelerde aynı olsun biri büyütmek isterken diğeri anıları kaybolmasından korkup siner sinerki elinden kopunca etinin kemikten sıyırırcasına verdiği azabı çekeceğinden korkar.
      Dünya üzerinde yaşayan canlıların arasındaki sonsuz farklılıkarına rağmen hepimizin ortak anahtar kelimesi vardır şu hayatta o da büyümek.Hepimiz bu dünyaya büyümek,büyütmek ve büyütülmek için gelen varlıklarız.Yaşamaya,gülmeye ,sevmeye geldik şarkılara aldanmayın boşuna büyümeye ve elimize ne geçerse büyütmeye çalışarak geldik buralara.Elbette birgün işlerimizide büyüteceğiz.Parayı büyüteceğiz,yanımızda çalışacak insan sayısını artıracağız ama ne garip büyüdükçede farkına varmadan küçüleceğimizi.


                                   *****************

        Günler  geceleri geceler günleri kovalayıp yaz sezonuda ağırlayıp gidiyorken.Yoğunluğun,yorgunluğun günden güne artırıyordu artırdıkçada aslında bir günün yorgunluğuna bırakması gün be gün çalışmanın insan vücuduna verdiği belli bir hazdan başkası değildi.Aslında her türlü amansız düşünceleri her türlü bıkkınlıkları ve her türlü travmayı yoğunluk içinde eritip kaybediyordu çalışmanın verdiği zaman harcama işin yoğunluğu işin bitimine kadar olan saffi

                                                   37


çalışma aslında insana verdiği bir terapiyi yaşatmak adına en doğal olanı olarak insan içine yüklenen bir görevdi aslında.
      O gün kasaba ve adada bir hayli yoğunluklu kalabalık civar köy ile diğer.Yunan adalarından gelen yabancı yüzler bütün sahilleri doldurmuş bir hayli kalabalığın yanı sıra siyah siyah Papaz ve Rahibe’lerin çokluğuda farkediliyordu.BAA bir acayipliğin ve özel bir günün anlamı olduğunun farkındaydı ama neydi onu birtürlü kavrayamıyordu.Etrafından gelen geçen 11 aydır görmediği adeta binlerce surata bakıp anlam veremeden meyhanedeki işlerine devam ediyor mekanda oturanlarda cafe tarzı olarak servis yapıyordu.
Mavropulos amcanın  göbeğini şişire şişire dışarı çıktığını gören BAA elindeki bezi avuçlarının içinde sıkarak yanına yaklaştı ikiside sahil caddesinden gezen kalabalığa göz gezdirdi.
-         Mavropulos amca bugünkü kalabalığın anlamı ne ?
-         Hımmm ….. çok acı bizim için çok acı .
-         Nedir ? anlatsan
-         Evlat bugün bu adanın görüp görebileceği en büyük katliamların anması var bugün.
-         Ondanmı bukadar kalabalık.
-         Evet evlat.
Bir acayipliğin olduğunu anladığı kadar konunun ana fikrinide anlamış oldu.Arkasını döndü masaları silmeye devam ederek içeri içeri doğru geçti.Pantolonunu çıkarıp üstünü düzeltti tekrar pantolonunu kemeriyle sıklaştırdı çeşmeyi açıp elini yüzünü yıkadı.
Dışarı çıkarak meyhanenin önündeki masaya geçti geçerkende elinde iki kahveyi getirmiş diğerini Mavropulos amcaya uzattı o andaki kalabalığı izlemekle meşguldüler.Bu arada Stavro’da yanlarına gelmişti.
-         Günaydın
Başlarını yana çevirerek sesin geldiği yöne bakıp.
-         Ooooo günaydın nasıl dinlendinmi .
-         Dinlendim amca iyi uyumuşum.
Stavro elini BAA’nın omuzuna atarak sen nasılsın palikaryam dergibi sıktı.BAA’da Stavro’ya bakıp başıyla kalabalığı gözlemlediğini işaret ederek.
                                          38
-         Bu kadar kalabalığı anlamaya çalışıyorum.Mavropulos amca üstün körü anlattı ama.
-         Evet ya onun hikayesini anlataym ama bir müsaade et kendime bir kahve alayım.
Diyerek içeri geçti.Kalabalık bir oyana bir buyana ilerlerken liman ve Rıhtım’da  tıka basa dolmuş onlarca tekne,onlarca vapur,onlarca gemi ve iki tanede Uçak dolusu insan ada’ya gelmişti.
Stavro elinde kahvesiyle gelip masaya oturdu.Mavropulos amcada yanına geçip BAA’ya otur dergibi sandalyeyi çekip ona uzattı.
Stavro kalabalığa göstererek.
-         Bundan neredeyse yüzyıllarca önce haçlı seferleri başlamış Avrupa’dan binlerce savaşçı kutsal Kudüs’ü tekrar Hristiyanlığın merkezi yapmak ve dünyayı Hristiyanlaştırmak gibi dert edinmiş onca Kral ve Papa önderliğinde sefere çıkmışlardı.
Yolları Ortodoks İstanbul ve Bizans Topraklarına gelince Katolik düşünce ile İstanbul ve diğer tüm Bizans toprakları kadar nasibini Tzamaika’da almış bu adaya gemilerle yüze kadar gemi yanaşmış zamanında.Dinlenmek için geldikleri gibi gitmediler burdan topladıkları erkekleri ve askerleri yukarıda görmüşssündür tapınağa içindeki Papaz ve Rahibelerle kapatıp yakmışlar o gün bugündür orada yanan insanlar için anma yaparız buda bizim ağıtımız ve yasımızdır.
Mavropulos amca kendine göre yıllarca bu anmalara katılmış her katılım yasında kendini yıllar geçtikçede hüzne boğmuştu bugünde o görülüyordu.O anda BAA’nın elini tuttu.
-         Bu dünya benim yaşlanmayı isteyebileceğim yer değil evlat.
Sokağa çıktığımda benim gibi yaşını almış insanların gözlerinde tuhaf şaşkınlık okuyorum evlat. Her üzüntü bizi yaşlanmaya dahada yaklaştırdı sanki bir sabah uyanıp kendimizi doğup büyüdüğüm yerlere benzemeyen bir yerde,bilmedikleri bir gezegenin ücra köşesinde bulmuş gibi hissediyoruz.Çünkü bizden genç insanlar bizi toplu bir yerde tutup gözümüzden uzak dursunlar gibi dertlerini anlıyoruz evlat ama bu yası biz ayağımız yetmesede bile o tapınağa sürüne sürüne gideceğiz.


                                           39
BAA durumu kavramış ama amcanın bu serzenişini anlayamamıştı.
Stavro’da işaret parmağıyla amcayı işaret edip.
-         Tertip komitesi önlerde kendine yer verip bedelini ödemiş bu ada halkının atalarına saygısını sunmasına arkalarda yer verip yaşlılarımızın çiçek koymasına bile izin vermiyorlar ondan Mavopulos amcanın kızdığı.
BAA bu konuşmada geçen mevzulara geldiği yer itibariyle hiç yabancı değildi.Hafiten gülümsemeyle karışık duyduklarına onay vererek konuşmaları dinliyordu.Mavropulos amca onun tebessümüne karşılık tebessümle karşılık verince Stavro BAA’ya bakarak.
-         Daha önce buna benzer şeyleri konuşmuştuk.
-         Evet hatırlıyorum ona gülüyorum.Bizim ordada kendini öne atıp her yer toz pembe iken kahramanların ne olduğunu çoook iyi biliyorum. Kurt Görünce topuklarına vururcasına Kaçanların asla Çoban Olamayacakların. Kurt Gidince Geri Dönüp Sıvışmak'ın Adını Düzeltmek ve ben şundan dolayı bundan dolayı zarar gelmesin falanlara sığınan zavallıları Zannetmediğimiz Zaman Onlar gibi HERKESLEŞMİYORUZ.Onlar herkez biz kendimiziz takmayın.
Stavro belini doğrulturcasına sandalyeye iyice yapıştı ardından masaya doğru eğrilerek geçici bir rahatlamadan sonra.
-         Dostum nasıl takmayalım tamam biz takmayalım karşımızdaki bu burun fakiri kişiler kendilerini iyi satarak toplumun içinde saygınlık kazanarak yaşıyorlar.
-         Saygınlıkmı ? Satarak dedin yani etiket fiyatı var.Sen kendine fiyat biçtinmi.
Duraksadı yoo dergibi kafasını salladı BAA bu duruma.
-         Bak fiyat biçemedin fiyatın belli bile değil ? Mavropulos amca’yı tanıdığımdan beri sonra seni tanıdım sen benim sözlerimi yanlış anlama Macelas seni yeni tanıdım.Evet dostum sen ve amcaya ben bu dünyada fiyatının belli bile olamayacağı bir servet olarak tanıdım ve diğerlerinin zamanları var zamanları bittimi üstündeki fiyat etiketleride sökülür.
Mavropulos amcanın iki yanağı gülümser edayla şişmiş BAA’nın kendisi ve Stavro hakkındaki bu ender benzetme hoşuna gitmişti.BAA
                                                 40
Adeta sevgi dışı gösterisiyle vurmuş şekilde Mavropulos amcanın yanağını sıkarak elini öptü karşı masada oturan Talos’u işaret edip.
-         Amca seni tanıdığımdan beri hemen hemen hergün Talosu’da gördüm onun hikayesini anlattın onun bu adadaki ağırlının ne kadar hafif ve Halk arasında ne iş olursa verilip karın doyurmaktan başka bir hayali kalmamış Hayat beceriksizi ne iş yaptıysa gençliğinde elinde kalmış bir insan olarak tanıttınız.Ama onun iç hikayesini okudunuzmu yoook kusura kalmayın ama o korteji sahiplenen kişilerden farkımız yok.
Az önce göklere çıkardıklarını şimdi adeta yere gömmüştü.Ama masadakilerin bundan hayıflandığı yoktu çünkü haklı Talos’a verilen değerin ne kadar alaycı bir meramda geçtiyse geçmişte o masada oturanlarında bir suçu olmasından kaynaklanıyordu.Stavro kafasını eğerek BAA’ya bakarak.
-         Ne yaptın buklemun yerle bir ettin bizi.
Mavropulos amca haklı dergibi gülümsedi herkese sigara uzattı bir tanesini kendisi yaktı.Normalde içmiyor arasıra keyiflendiği yada kederlendiğinde tek bir sigara yetiyordu.BAA sigarasını yakarak.
-         İyi bilin ! Talos’la ben bir gün mezarlıkta karşılaşmıştık Annesinin ve Babasının mezarına yeni yaptığı Haç’ı dikerken tanışmıştım eskimiş haçı çıkarmasına yardım etmiştim,sebebsiz kötülükler çağında beklentisiz iyilikler kadar iyiliğimin hakkının vefasının bilinmesi için çırpınan bir adam oldum hep dedi.Yoksul bir taşranın yoksul bir babanın altıncı çocuğuyum çocukluğumdan beri orda burda hatta bu adada çalışmadığım yer kalmadı.Atina’ya ve Selanikte bile çalıştım.Küçük Bir bahçemiz sokaktan bulup getirdiğim yaralı köpeklerim vardı dedi aynen aktarıyorum.Yoksun ve Yoksul İnsanları hep sevdim biçare kadınları annemde biçareydi çalışmaktan beli bükülmüş yanaklarının avurdu çökmüş adamları sevdim hep.Ama ben nedense kendimi sevdiremedim bu insanlara dedi.Bu çağın en büyük sorununun şefkatsizlik olduğunu belirtip senin geldiğin yerdemi böyle? diye sordu.Cevap vermedim çünkü ? Hayal kuracağı bir ütopyalarının o soruda devam etmesini diledim.
Durum şu ! hayal ile gerçeği iki ayrı şey olarak değiştirmesini istemedim defalarca konuşmalarımızda.Dünya Hayatı yorucu,insanlar çok rahatsız,sistemler vahşi,dostluklar sahte !
                                      41
Masadaki tüm herkes benlikleri ile başbaşa kalmış bir halde aslında Talos’un nezninde herkesin Mezardaki tüm yitirmişleri ne varsa gidip konuşacak bir çift dertleri olduğunu anımsattı anımsanan duygu vicdanlarının içinde Mavropulos amca Talos’a seslenerek masasına gelmesini istedi.Talos önce üzerine alınmadı çünkü kendisine kim seslenebilirdiki elinde Şarab bardağını sımsıkı tutmuş şekilde bekliyordu öylece tekrar seslendi amca bu sefer sesin geldiği yere bakarak şaşkın ifadesiyle benmi der gibi sağına soluna baktı ama sesin kendisini çağırdığına şaşkınlığını artırarak ayağa kalkmak zorunda hissetti.
Omuzundan hafif kamburu çıkmış beyaz tenli Kahverengi beyaz kırlaşmış kirli sakalı aralıklı saçları ile tıknaz bir fiziği ile çekine çekine geldiği masanın yanına yaklaşıp selam verdi.Mavropulos amca eliyle sandalyeyi gösterek oturmasını istedi Talos eliyle sandalyeyi biraz geri çekerek oturdu başıyla selamladı masadakilerde selamını alınca mutlu oldu.Mavropulos amca BAA’ya bakıp .
-         Eskiden Yunanistan köy gibiydi.Sadece Balıkçılık ve Tarımla uğraşırdık.Bu adada doğup büyüdüğüm için arasıra gittiğim Rodos ve Girite hatta Atina’ya yani Köydede ,kasabadada,şehirdede yaşadım.Kabuğumuzu kırıp dev adımlarla şehirleştik.Her yeniliği çiğnemeden yuttuk,hazmetmekte zorlandık evlat.Benim gözümde budur Evlat sana kızamam bu masadakilerinde kızmaya hakkı yok büyük olmam herşeyi bilen yapmıyor bazen biri çıkıyor hatanı pat diye yüzüne öksürüyor ve anlıyorsun teşekkür ederim.
Stavro ve Macelas suskun hallerin geçip gittiği zaman dilimlerini sayarken İkiside aynı anda sözleşmiş gibi Talos’a nasılsın dergibi sorulara boğmuştu.Talos’ta karşılık bu sorulara cevap verip memnuniyetini belirten yüz ifadesiyle karşılık verebildi.
      Geçmişe bir yolculuk yapın bu gerçekle karşı karşıya kaldığınız zamanlarda.Nefret ,öfke,bencillik gibi insanı yavaş yavaş tüketen duygularla henüz tanışmadığınız yıllara gidin.Zaman yolculuğu boyunca karşılaştığınız her güzel anıya gülümseyin.Gülümsemeniz yüzünüze yayılırken olumsuz her anıyı selamsız bırakmayın.
     Elbette aramızda çocukluğu kötü anılarla olanlarımız var.Onlar için herşey daha zor olmalı.Bu günlerde onlara kendilerini iyi hissettiren anılarına yardımcı olmak lazım gelir.Çünkü uzun zaman oldu ağız
                                                 42
dolusu kahkahalarla gülmeyeli.Kendi kişisel yaşamımızda herşey yolunda olsa dahi toprak bunca keder yüklüyken,gökyüzü ağıtların yoğunluğu arasında kalmışken gülmek huzursuz eder insanı.
    Mutlu’musun ? sorusuna eğer kendi hayatınızı yaşayarak yanıtlar veriyorsanız durun orda sorunlar vardır bilesiniz.Mutluluk bir bütündür.Mutsuzluğun hakim olduğu coğrafyada  bizim yada sizin yani hepimizin cennetini kurması mümkünmü ?
      Masanın etrafı 5 kişilik adeta dünyanın her coğrafyasını oluşturan Kıta olmuşlardı sanki ,her kişinin kendi coğrafyasının tabiatını yaşıyordu adeta kiminde dört mevsim yaşarken bir diğerinde okyanus tayfunlarının dağınıklığında hortumlar oluşturuyor, bir diğerinin içinde zamansız sert ve çabuk biten ama yine aynen tekrarlayan muson yağmurları ile nemlenirken,Bir diğeri ise gökyüzünü karartan volkan bulutu olup sahili gözlemleyen gözleriyle süzüyorlardı.Konuşmalar konuşmaları laflar ise lafları kovalamış iyilik ve kötülük kavramını iyiden iyiye tatrtışırken yanlarına oturan Talos muhabbetin kendinden açıldığını fark etmeden masada sessizce oturup dinliyordu.Stavro BAA’nın zamanlama konuşmasından sonra dostunun elini sıktı.
-         BAA sana bende konuşman hakkında haklı söylemlerinden dolayı söz söyleme hakkım yok.Ben hayatım boyunca hep heyecanlandım çünkü hayat boyunca bize öğretilen bir şey vardı.Biz hem kötülükle savaşmak hemde nasıl savaştığımız hiç konuşulmasın hemde bizi bu konuda yargılamasın istiyoruz..Bir olay ne ise bittiğinde sadece iyiliğimiz konuşulsun istiyoruz.Çok pazarlıkçıyız iyi olmak konusunda.Bize hep herşeyi makul karşılamak öğütüldü ama ben neden makul olayım diye karşı çıktım.Bir sevgiden ve sevgilerimden hariç fikrim var ise bağıra bağıra söyleyip yaşadım.
BAA ayağa kalktı Stavro’nun sırtı omuzuna sarılıp iyiden iyiye sıktı bağrına basarak saç telini öptü hemen yanı başındaki Mavropulos amcayı kavrayarak ikisine aynı hareketi tekrarladı.Talos ile Macelas’a göz kırparak onlarıda sevgiyle selamlayarak.
-         Zor bir sene geçirdim .Acıyla çok yüzleştim.oldıkça ağır yaralar aldım.Kabuk tutmaya yüz tutmuş yaralarımız yeniden kanadı.Vicdan dedik Adalet dedik bu ikisinin olduğu yüreğe
                                         43
-         sığınmayı ne kadar istesemde hep ayrıştık,ayrı düştük.Vicdanlarımızda adalet ve kimseye kendimizi yok etmesine müsaade etmeyen o yüreklerimiz zedelendi.Bizde neyse dedik dedikte Vesairelerimiz ile yanınıza geldik hayat sürükledi buralara iyiki sizi tanıdım.Böyle zamanlarda birbirimize sarılmadıkça sarıldıklarımız benzer hikayeler olup çıkıveriyor işte iyiki bu dünyanın bir köşesinde varmışınız.
Zaman ilerlemiş Adanın kalabalığı bir yerde toplanmaya başlamış meyhanenin ve merkezin ilerisinde meydanda hınca hınç dolu bir insan kalabalığı toplanmıştı.Meyhanedeki konuşmalar bir birinin ardına sığınmış gelenin gidene oranla çokluğunda uzayıp giderken Mavropulos amca masadan kalkarken içeri gitmek için hamle yaparken birden arkasını dönerek.
-         BAA ben anmaya katılacağım bence sen burada ben gelene kadar idare et.
BAA kalabalığa bakarken kafasını çevirerek olur der gibi işaret yaptı.Amca üstünü değiştirmek için uzaklaşırken.Stavro Macelas’a hadi deyip koluna vurup Talos’ada aynı telkinde bulundu Talos şaşkınlıkla hemen ayağa kalktı hepsi birden ayaklanırken anmaya gidecek olanlar o anda üstlerini derlenip toparlayarak Mavropulos amcanın çıkmasını bekledi.
Bir zaman sonra içerden her zaman görünüründen eser kalmamış.Tek kelime etmeden  dış dünyaya mesaj verebilen ve eski zamanlardanda mesajını yaymış giyim tarzıyla çıkagelmiş Mavropulos amca yılların verdiği yorgun tavrından eser bırakmamacasına sıradan olmak istemeyen ama fark edilmek içinde abartmadan baştan aşağıya siyah takımı içine simsiyah bir gömlek aynı renkte kravatı ile Ayakkabı  bastonu elinde yanlarında durarak haydi deyip siyah gözlüğünü takarak yola çıktılar.BAA onun bu durumuna ilkdefa şahit oluyordu,genellikle özel günler haricinde hep aynı kıyafetleriyle Mavropulos amcayı gören gözler bu değişikliğine beğeni ile fark edip selamlıyorlardı davudi sesiyle amca.
-         Haydi ! bre evlatlar atalarımızı analım.
Üçü yola doğru çıkıp BAA’ya eliyle selamlayarak kalabalık topluluğun içine doğru uzaklaşırken .BAA hemen hemen ıssızlaşan cadde ve sahilde kendinden başka kimsenin kalmadığını görünce

                                             44
günün anlamına binayen kendi dili ve müziğinde birşeyler çalmak için müzikçaların yanına gitti.

      
         Stavro,Macelas ve Talos yan yana yürürken Mavropulos amcanın ayak adımlarına göre kendilerine ayar veriyorlardı.Hayatın geçmiş yıllarının kendilerine o an için gençlik şansı olduğunu anlayan Stavro ve Macelas…….Mavropulos amca ve Talos’un yolda ağır ağır yürürkenki sakinliğini,yavaşlığını,aksamalarını yolun gittikçe uzaklaşıyormuş hissine kapılmalarını gözlemliyorlardı.Hani Çam ağaçları yapraklarını dökmezdi ? yürüken kendi yalnızlıklarına gömüldüklerini anlıyorlardı.Zamanmı yoksa,kendisi gibi olanların onlardan esirgediği vefalarmı yada yaşamın onlar için bilinsede herşeyin yokuş yukarı zorlu yol olduğunu kavrıyorlardı.
     Macelas kalabalığın içine yaklaştıkça insan selinin büyüklüğü karşısında.
-         Bu sene dahadamı çok kalabalık.
Mavropulos amca kalabalığa yaklaşıp kafasını kaldırıp başı havada yürüyerek.
-         Evet hersene dahada büyüdü.Hiç eksilmeden .
Stavro’nun heyecanı belli bir doruktaydı neredeyse onlarca yıl sonra bazı nedenlerinin ve Adanın dışında olmasından kaynaklanan mesafelerini büyütmekten sonra seneler sonra anmaya katılmasının etkisinin görüldüğü bir heyecanı vardı.En son katıldığında gençliğin en ateşli ve en hızlı yıllarıydı etrafında en sevdiği ailesi ile arkadaşları olduğu zamanlardaki anlam yıllar sonra da olsa aynı değerde hissedilmenin verdiği anılarıyla aynı tadınla değerinin kanıtını sunuyordu heyecanıyla.
     Kalabalığın içine girmeden kortejin köşesinden kendi ada halkının ve kendi inanç okulunun bulunduğu topluluğa katılmak için önce insanlara sonra bayraklara bakarak hangi tarafta olduklarını gözlemlediler.Önünde binlerce insan ile onlarca grubun ayrı ayrı bayrakları sarmıştı her yanı o anda Mavropulos amcanın kolunu tutan
Macelas Seslendi.
-         Öne doğru yürüyelim bizimkiler yine aynı sıradadır.
Hep beraber kortejin kenarından yürürken polisin çevirdiği taraftan giderek biraz mesafe katedip Macelas’ın el işaretiyle biraz hızlandılar.
                                      45
-         Amca tam ordalar hadi yürüyüş başalayacak hızlanın.
Elindeki bastonunu daha sağlam basıp kendinden beklenmeyecek bir hızla kendi sıra grubuna yaklaşıp yetişen Amca ve Kendi grubu adanın İnanç okulu ile ada halkının birlikte oluşturduğu kortej sırasına girer iken.Mavropulos amca eliyle kafasındaki şapkasını intizam ile çıkarıp göğüs mesafesine yaklaştırıp başıyla kalabalığa selam verip Talos’u yanına alıp kalabalığa karıştı.Stavro ve Macelas Adanın gençleri ile Kilisenin genç İnanç okulu öğrencilerine sırtlarını sıvazlar şekilde selamlaşıp kendi yaşdaşlarıyla buluşup bir iki sohbete tutuştular.Bu arada Ellerine tutuşturulan bayrakları intizam ile havada tutup beklerken Kortejin tertip komitesinden mikrofonla yürüyüşü başlatma anınının geldiğini uyaran bir anons gelince öndeki hareketlenme ile arkadaki yürüyüş mesafesi kısalınca her grup kendi nizam ve düzen içinde kısa adımlarıyla yürümeye başlayınca ortalığı megafon sesleri slogan seslerine karışan bir hayli gürültülü ama aynı andada hüzünlendiren havayı binlece insanın göğüs kafesine yerleştirmişti.
Küçük olan bütün dertlerin acıların hep sesi çıkarmışta.Büyük dertler
Konuşmazmış.Sessiz olduklarını savunanların bile olamadıkları bir durum ile karşılaşılırken binlerce insanın ortaklığında acı bir şekilde yükseltir sesini bağırmaya alışmıştır,ancak sessizken gelir ama yıkıp yakıp yok ederkenki gürültünün kulaklarda yaptığı o yıkıcı depremin ardındaki enkazlarda.Ya Acıdan haykırırsınız,Ya Kağıda kaleme sarılırsınız,Yada Meydanlara çıkar hesaplaşırsınız.
       Yürüyüş başlamış merkez meydanındaki havuzun etrafından dönülerek merkeze sahil şeridinden devam etmekteydi.Limanın yanından geçip sahili boydan boya uzatan yol boyunca uzun bir kortej oluşmuş denizde yüzlerce irili ufaklı tekneler bayraklar ile donatılmış şekilde korteje adeta denizden katılım sağlayan görüntü veriyor çan sesleri ile megafon ve Sloganlara eşlik ediyorlardı kalabalığın sesinin geldiğini tüm adayı adeta kaplamış heryerden duyuluyordu.Kortej Meyhanenin önünden geçmeye başladığını gören BAA bahçenin dışındaki kaldırımda sağ elini sol göğsüne yapıştırarak derviş selamıyla kalabalığı selamladı hemde gözleri ile kendi arkadaş gurubunu arayıp bulmaya çalışırken o anda ada halkının buluduğu gurubu sevgiyle selamladı.Kortej o kadar uzunduki neredeyse ucu bucağı bitmek bilmiyordu.

                                               46
Sahil Şeridinin sonuna gelinmiş ağaçlı yolun başlangıcından uzunca bir yola girilmiş ve  bu yol yakılmış manastıra uzanıyordu.Bu yol acının ve hüznün yolu olmuştu yüzlerce yıl,…….yüzlerce yıl aynı hüzne,aynı hesaplaşmaya tanık oluyordu sağında ve solundaki ağaçlar sessizce.Gelecek zihinlerde yer bulacak katliama haykırmaya çaresizliğe canlı şahid olmak gibi bir anın gövdesinden yapraklara kadar var olmuş ağaçların arasından süzülüpte karşılarındaki yanmış yarısı yıkılmış Manastıra yaklaştıkça adeta hüzün ve Acı dahada gökyüzüne yükseliyor gökyüzünde görünmeyen yağmurlar olarak gözyaşlarına dönüşüyordu.manastırın önüne konulmuş bir pikap pikabın sağında solunda hoparlörler etrafında daha önceden gelmiş araba ve insan kalabalığı kortej kalabalığıyla buluşuyor oldukça büyük bir Miting gösterisine dönüşüyordu.Platform olarak hazırlanmış Pikabın üstüne o sene için Manastır anması tertip komitesi sözcüsü çıkmış elinde mikrofon diğerinde metin kağıdıyla kalabalığın sloganlarını tamamlamasını bekliyordu.Sloganlar önden arkaya cılızlaşınca mikrofonun sesi ile konuşmaya başlayan sözcünün sesi tüm alanı kaplamış şekilde yankılanıyor tüm gözler onun söyleyeceği sözleri takip edip her sözün arkasından slogana başlıyorlardı.Stavro elinde bayrağıyla Macelas’a dokunarak öne doğru geçelim hareketiyle uyardı Macelas onun bu uyarısına uyarak birlikte kortejin yanından en öne doğru ilerleyerek pikabın yanında durdular bulundukları yerden kalabalık arkaya doğru hayli geniş alana yayılmış olduğunu gözlemleyerek mitingin en önündeki çok büyük kayıpları anlatan pankartın tam karşısında elinde bayraklarıyla duruyorlardı.Macelas ile birşeyler konuşurken adeta birbirlerini duyamadıklarından kulaklarına sokulurcasına söylemek istediklerini duyuruyorlardı.Stavro sağına soluna amaçsız bakışlar ile bakar iken birden eski dostlarından yıllar önce aynı gençliğin içinde yer aldığı.Minaspoli’yi gördü o da onu görünce yıllar sonra bir dosta sarılmanın verdiği sevinçle birbirlerine sarıldılar uzun yıllar sonra görüşmenin heyecanıyla Stavro.
-         Yıllar oldu be nasılsın Minaspoli.
-         İyiyim be Stavro sen nasılsın nerelerdesin ?
-         Ehhh işte Atina’daydım bayağı uzun kaldım.
Aralıklı konuşmaların ardından Minaspoli Stavro’dan izin alıp tertip komitesine kağıtlar vermek için ayrılınca eski dostunun arkasından tebessümle bakıp durdu.
                                            47
Yine sağına soluna bakınırken Macelas’ı yanına çağırıp elindeki bayrağı verip konuşurken O an işte O an.
      Dünyanın titrediğini,zamanın durduğunu.Hangi kutsal ayeti okuduysa gözlerinde tanrısının varlığını hissettiği.Etinden kemiğinden ayırmaya çalıştıkça,Yüreğinin kuytuluklarında yaşatıpta yerleştirdiği.
Yamalarının kanadığı yere yetmediği kumaşına kendini söküp tampon basıpta yırtıldığı yer. Kaç gözü kara bir kışla tufanla acıyla çok sınandığı.Bir gün dahi ona tutkulu olmadığı günün,açık denizlerde fırtınalarda dümensiz savrulduğu derinlerde dahi limanına yanaşamadığı,Yanaşılmaya cesaret edilmeyen limanında uzaklarda kavuşmasını hasretle beklediği bir geminin Seyir defterine Rota,rota isim isim yıllara kazındığında bihaber yaşayıpta sürdüğünü bilmediği onca zamanlar sonra ilk defa karşılaşmanın verdiği zirvenin doruğundaydı.
Geçmişten geleceğe Hep Ağlama Duvarı olmuştu.
Bu duvar öyle bir duvar değildir onun için. 2500 yıllık bir hasretin yıkıntılarından kalan tapınağın ayakta kalmış tek özlemidir 2500 yıl aynı inançla aynı sevdayla vede aynı tutkuyla kavuşmanın gözyaşlarıdır .....Sevmesenizde ,düşmanınız olsa bile bu tutkularına şapka çıkaracaksınız derdi Onu hep Kudüs gibi görürdü bütün semavi dinlerin kutsal şehri,Her dinin ve İmparatorların elinde olmasını istediği ama kimsenin sahip çıkamadığı elinde tutamadığı Kudüs. Kutsal topraklarda ne olduğunu biliyor musunuz? Yeni bir Dünya! Fransa'da yada Yunanistanda evi olmayan biri Kutsal Topraklar'da şehrin efendisi olabilir... Şehrin efendisi olan lağım çukurlarında dilenir. Orda dünyanın sonunda doğduğun kişi olmazsın içinde olduğun kişi olursun!
Tanrı’sından Kudüs’e hasretini aşkını yaşamak istiyorsan ölene kadar geri kalan ömrünü Ve sen, Reynald Chatillion’un Kral Süleymana  sen bana barış öpücüğü vereceksin. Ardından Veba’lı ellerini öpmesi için eldivenlerini çıkartır.İşte Aşk’ı O barış öpücüğünün diyetiydi.
       Stavro bütün kimyasının değiştiğinin farkındaydı ama yinede kendini titremelere kalp atışının hızlanmasına kanının damarlarında ışık hızıyla dolaşmasına gözlerindeki kararmaya karşı koyamıyordu.Macelas’a şuursuzca konuşurken bile gözlerini alamadığı dilinin sürtmesine aldırmadan duraksadı derin bir nefes aldı sonrada aldığı nefesi vererek kalbinin tutuklu kaldığı gözlere yolculuk etmeye başlayarak yanına kadar yaklaştı.    ( 48 ) 

Durgundu,Korkuyordu,Dünyanın efendisinin karşısındaydı Tanrıların Aşkı Tanrıça Afrodit ve uzaklarda yalnız iken baktığı gökteki Yıldızı Roma paganının Aşk tanrısı Venüs.Onun kadar ışıltılı onun kadar belirgin onun kadar güzel.Ya Tasavufi,ya mecazi,ya ilahi,ya beşeri,ya batıni,yada zahiri yahutta tensel anlamda dünyasının evrendeki merkezinin tam karşısında yüzüne yılların özlemi ile baktı
Ağzından tek kelime çıktı.
-         M m m …..Mataios.
Sesin geldiği yere bakan.Mataios biraz hafifçe tebessümle baktı aslında o da uzaktan sezmişti Stavro’yu ama eski bir tanıdıkmı değilmi kendi içinde sorulara cevab verebilirdi ancak.
-         Merhaba.
-         Nasılsın ……Mataios.
-         İyiyim sen nasılsın ?
-         İ.iii.İiyim bende iyiyim.
Derken aslında iyi değildi.Çok Eksiğim diyemedi.Ne Rüzgarın esişini,Nede Denizin dalgasını hissedebildiğini söyleyemedi.Yediği meyvaların tadını,İçtiği Şarapların bağın üzümlerini sezmediğini anlatamadı sadece kuru bir İyi’yim demekten başka.
-         Seni anca böyle yerlerde görmek tesadüfende olsa hiç şaşırtmadı
Beni Mataios.
-         Haaa ! evet eski günlerde ki gibi.
-         Ne yapıyorsun eski yerindemisin hala .
-         Yok eski yerimde değilim kendi işimi yapıyorum.Adanın arkasında yeni çarşı var orda yelken işi yapıyorum.
-         Çok iyi sevindim seni yıllar sonra görmek çok güzel inan bana.
-         Bende Stavro… sen ne yapıyorsun?
-         Bende işte yıllardır ada dışında macera aradım aradığımı bulamadım döndüm.
-         Seni yürürken kortejde göremedim Mataios.
-         Valla biraz kurnazlık yaptık çaktırma.Minaspoli ile burda bekledik kalabalığı.
Yıllar önce kalbinin kulağına fısıldadığı ismi karşısında Stavro bütün hayacanını yenmiş halde.

                                   49


-         Yıllar seni hiç değiştirmemiş.Sen hiçmi değişmezssin Mataios.
-         Teşekkür ederim ama bizde değiştik.
Hiç değişmemişti aslında dahada güzel olmuş asilliği her yerinden akan bir haliyle.Şarabın rengine tat veren yılların,zaman geçsede daha değerli olan şekilde duruyordu.
                                                  
       Oysa Stavro kendini öyle görememişti.Kaç kereler kendiyle yüzleştiysede biçare.Yıllarca bıkmadan usanmadan yaşattığı ağacın artık İşte bu cümlede bitiyordu işi aslında.Bıkmışlık,tükenmişlik ve yorgunluk belirtisidir bu beş kelime.Duyulmama ve anlaşılmamanın verdiği sıkıntıyla çaresizliğin başladığı noktaydı o an.Söylenen her kelime söyletene her kelime söyletene ulaşmadan görünmez bir camdan duvara vurup düşerdi adeta yıllarca.Bu döngünün tek bir sebebi vardı.İçinde yaşadığı görünmez kafesi ile zaman akıp gitmişti.
Gözlerinin içine dalarak konuşmaya başladı.
-         Zamanın var ise bi kahve içelimmi istersen?
Mataios hafif tebessüm ederek.
-         Teşekkür ederim.Ama hiç zamanım yok.
      Stavro bu söylemden dolayı biraz geri çekildi.O anda Minaspoli’de gelmişti aralarına biraz hoş sohbet edip durdular.Artık anmanın sonuna gelinmiş konuşmalar,sloganlar kesilmiş herbir birey ve grup dağılmaya başlamıştı.Minaspoli Mataios’a .
-         Nasıl gideceksin burdan?
-         Giderim ben meraklanma.
-         Yok olmaz senin oraya giden birileri var onları ayarlayayım arabayla bıraksınlar.
Minaspoli  Mataios’u bırakacak insanlarla görüşürken.Stavro mecburiyetten ayrılmak için hazırlanırken onun gidişini görmek istemediğinden önce o meydandan kendi ayrılmak istemişti,elini uzattı Mataios uzatılan elini tuttu birkaç dakika aynı anda tutulurken elleri arada tekrar görüşme dileklerini birbirlerine iletirken.Mataios eski bir dost eski bir tanıdık yüze olan görüşme talebine binayen.
      Stavro Mataios’a yıllardan sonra bu kadar yaklaşmışken o elini tutuştaki son bakıştı onu durgunlaştıran.Tabiatta  bir ahenk vardır o ahengin içerisinde inişler ve çıkışlar,Dağlar tepeler,Irmaklar gökler ve herşey zıttıyla birbirinin karşılığıdır.
Üzüntü olmasaydı sevinç olmayacaktı,insanların hayalleri varki geçmişi ona göre anımsıyor.İnsanı anlamlandıran iki duygu varki biri Umut biri Korku.Umut ve korkuyu insan hayatından çekip aldığınızda kocaman boşluğa düşüyor.Hayat umut ile korku arasında yaşanırken
Umutlardan ziyade korkular insanı etkiler.Ademin’in yasak meyveyi yeme ve yememesindeki umut dolu anlamın sonra korkuya bırakması gibi sonra yeryüzüne gönderilişidir korku.
-         Tamam kendine iyi bak bir daha görüşmek dileğimle.
    Eli elinden kayarken hayatı sanki Arnavut kaldırımlarına serilmişti adeta derisi yüzülmüş o meydana sermiş şekilde çırıl çıplak döndü.
Arkasına bakmadı bakarsa gel yanıma diye haykıracaktı buna ne hakkı vardı nede cesareti.Dümdüz doğru hızlıca ağaçlı yola doğru gitti anmadan ayrılan insanlar merkeze doğru giderken adeta orda yapa yalnızdı gözünden iki damla yaş aktı eliyle akan yaşını silip derin bir nefes aldı geriye bakmadan yürüyüp gitti.
                                                50

                                                
                           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder