31 Aralık 2016 Cumartesi

MUTLU YILLAR - Hapyy New Year



BUGÜNÜN BÜTÜN DEĞERİ YARINDADIR . BÜTÜN BİR ŞİMDİYİ BİR GELECEK UĞRUNA YİTİRİYORSUNUZ.
Farkındamısınız o gelecekte bir gün şimdiki zamana dönüşecek ve siz onuda başka bir gelecek uğruna feda edeceksiniz
                                                                                    MUTLU YILLAR

FERDİ TAYFUR - Yıldızlarda Kayar



FERDİ TAYFUR  
Yıldızlarda Kayar

30 Aralık 2016 Cuma

Bir At Bir At için bütün Krallığım.




My kingdom for a horse at all

Bir At Bir At için bütün Krallığım.
Tarihte İNGİLİZ-İSKOÇ Britanya Krallığının GÜLLER İÇ SAVAŞI vardır.
Gücün efendisi,şişirmelik şovalye,herkesin önünde saygıyla hürmet sunduğu ingiliz KRAL Richard bindiği atın öldürülmesi dolayısıyla atsız kalır ve o ünlü ölüm korkusu haykırışı yazılır dünya tarihine."Bir at, bir at, bir at için benim bütün krallığım."

29 Aralık 2016 Perşembe

Yazmak ağır iş okumaksa eşsiz bir lüks.



Yazmak ağır iş okumaksa eşsiz bir lüks.
Yazar aslında hiç kendi dilinde yazamaz.
Ne yazıldığı değil ne okunduğu önemlidir çünkü.
Dil hep okuyanın dilidir.

27 Aralık 2016 Salı

TZAMAİKA (101-152)



TZAMAİKA   -   (101-152)


Stavro Evinin kapısından çıkarken ayakkabısını alal acele giyinip sokağa atmıştı kendini.havanın soğukluğu içine işlemiş adanın her tarafına vuran ayaz rüzgarı keskin keskin eserken yolda hızlı adımlarla yürüyordu.Kendince birşeyler ile uğraşıyor günlük paralar kazansada eski işinden kalan işyerini kapatıp gelirken elinde bir miktar para ile döndüğünden o ücret ona yetiyordu.Eskiden kalan bazı borçları olsada ödemelerinde eksiklik yaşamıyor ama Ada içinde kendine göre bir iş kurmak istemiyordu.Kendince haklı nedenlerinden olanda ada nüfusunun belli kişilerden olması ordan kazanacak olan para belli miktarın üstüne çıkmayacağını bildiğinden boşu boşuna uğraşmasına gerek olmadığını biliyordu.
     Yolda hızlı adımlar ile yürürken karşıdan bir arabanın geldiğini gördü yolun kenarına geçip dar yoldan geçmesine izin verirken arabanın yanında durduğunu görünce eğilip camdan kim olduğuna baktı.Pencerenin camı açılırken Bağcı Boreas amcayla karşı karşıya gelince gülümsedi Boreas amcada gülümseyerek.
-         Evlat ne yapıyorsun ?
-         Ooooo Boreas amca selam nasılsın ?
-         İyi evlat işin varmı ?
-         Yok öyle amaçsız Marposa iniyordum.
-         Atla o zaman.
   Durdu o an karşılık veremeden Arabanın kapısını tuttu etrafa hafif şaşkın bakarak saniyelik düşündü sonra saniyelik karar vererek kapıyı açarak bindi tokalaştıktan sonra Boreas amca vitesi düzelterek gazladı araba evlerinin önünden geçti Ağaçlı yolu geçti Tapınak Kilisesinin yanından geçerken ikisi aynı anda dua ederek atalarını andı araba hızlanıp Boreas Bağlarını görmeye başlamışlardı artık. Az bir süre kalmışken Stavro camdan uzaktaki yeni çarşının binalarına dalgın ve hüzünlü bir şekilde baktı biraz uzaktaydı ama onun için içinde bir saraydı orası içinden sadece kendisinin anımsayacağı kelimeler ile’’’Canımın Canı.İçimin Sultanı Orda’’’ diye seslendi.Araba yolda adeta kayarken evler süratle seyrekleşmeye başladı.Sağlı sollu üzüm bağlarından oluşmuş aralıktan yoldan gittiler.
                                                 101
      Ve nihayet İnsan kalabalığının ve taşduvarların yokluğunda bir bağ evinin önünde durduklarında daha önce.Macelas ile geldikleri küçük bir bağ evi değildi,Saray gibi bir köşk zanginliğin ve ihtişamlığı göz alabildiğine gözleri kamaştırıyordu.Arabayı köşkün önüne koyup kapıları açıp çıkınca birden hışımla bir adamın koşup Boreas amcanın kapısına yönelmesi ve saygıyla gülümsemesi fark edilmemesi imkansızdı.Stavro başını hafiften kaldırarak köşkü süzerken ihtişam ile her ayrıntıyı gözlemliyordu.
-         Yıllardır seni görür ve tanırım Boreas amca ama ilk defa geliyorum buraya.
-         Anladım o zaman hoş geldin evlat.
Gülümseyerek arabanın arkasına geçerek Boreas amca ile Kahyasını seyretti.Arabanın bagajındaki bavul ve eşyaları yere koyup diğer çalışanlarından içeri taşımalarını söyleyen Kahya arabayı çalıştırarak garaja sürdü.Boreas amca Stavro’ya.
-         Gel sana bir yeri göstermek istiyorum.
    Biraz köşkten uzağa doğru yönelip yürüdüler.Ağaç ve Sarmaşıkların arasına adeta gizlenmiş bir kulübeye gelmişlerdi.Boreas amca kulübenin kapısını bir anahtarla açtı.Burası birbirine açılan iki odacıktan ibaretti ve hem depo görevini görüyor hemde önü denize açılan bir tekne ve kayıklardan oluşan çifliğin iskelesini oluşturuyordu.Onlardan artı şişme botlar,Kıçtan takılma iki motor,Kürekler,uzun çizmeler,birkaç sandalye,kapkaçak ve bir soba yaz kış kurulu kaldığı belli olan isli tavanı bir köşede yığılı odunlar bulunuyordu.Deniz durdukları yerden durgun,seğirmeye yüz tutmuş titremeler içerisindeydi.
-         İşte burası benim yalnızlığımın sığındığı yer.
Stavro etrafı şaşkınlıkla seyrederken aklından geçirdiği yazın konuştukları geldi.
-         Amca yazın anlatmıştın.Borc ödedim elimdekileri kaybettim.
-         Evet çok ödedim o kadar çok ödedimki elimde kalan bunlar işte.
-         Elinde kalanları gördükçe.Kaybettiklerini hiç sormayayım.
                                        102
Derken derin bir kahkaha ile karşılık veren Boreas amca kolundan tutarak.
-         Hadi evlat gel yemeğe davetlimsin.
     Hayır diyemedi.O anda yapacak bir planı yoktu kabul etti.Beraberce köşke doğru yürüdüler.Köşkün merdivenlerinden çıkarken merdivenlerin sağında solunda Helenistlik mermer heykelleriyle donanmıştı.Sanki milattan önceki eski Yunan ihtişamı yada Romalıların yaşamından kalmıştı.Büyük ve oldukça ağır ahşap kapı açılında yaşlıca bir kadın kapıda karşıladı.Boreas amcaya saygıyla eğilerek selamladı oda karşılık verdi daha sonra Stavro’yu selamlayan kadın içeri doğru geçip gözden kayboldu.Boreas amca eliyle Stavro’ya koltukları göstererek oturmasını ima etti.Stavro oturunca.Boreas amca merdivenlerden yukarı doğru kendi odasına çıktı.Stavro oturduğu yerden evi ve dizaynını incelerken pencereye gözü ilişti.Ayağa kalkıp perdeyi araladı,dışardaki manzaraya dikkatini veri.Bağların arasından bir su kaynağı vardı.Su kaynağının tam çevresinden özel düzenekle küçük ırmak tasarlanmıştı.Ortasındaki büyük süs havuzuna akıyordu.Aynı zamanda Antik mermer sütunlar,Heykeller arasında süzülüyordu.Havuzu çevreleyen zakkum ve palmiyeler adeta çağlar üstü bir anı yaşatıyordu.Her yandan fışkıran çeşitli yönlere akan suları izledikçe sanki bedeninden geçip iç dünyasını arıtıyordu adeta.
      Bunları düşünürken yanıbaşında biten Boraes amcayı anca farketti havuzu ve yapısını gösterdi çok beğendiğini beğenmek ne kelime bayıldığını söyledi.Hayal gücüne ve hayal gücünü ihtişamla buluşturan parayıda araya sıkıştırdı.Birlikte gülümserken Stavro.
-         İnanılmaz bir şey var şu anda.O denli inanılmazki başka bir dünyada gibiyim Amca.daha bu sabah evde anamla birlikte tek başımaydım.Ne sokağa çıkacak nede kimseyi aramak içimden gelmiyordu.Arabada önümde kapıyı tutarken amaçsız Marposa doğru giderken sen geldin amca.Hayat dediğimiz böyle birşeymi hep açılıp kapanan kapılar heyecanla merakla beklediğimiz önümüzdeki kapılar.Havuz için söyledim yanlış anlamayın.
-         Gözlerin alışınca enteresan bir şey gelmiyor biryerden sonra.İçerimiz dışarımız bir oluyor.
                                     103
                                                      
-         Yeni evler, güzel evler, şık dekorasyonlar... Fakat herkes dışarıda! Niye? Evler güzel oluyorda, mutluluk hep dışarıda kalıyor gibi. Gibisi fazla!Evlat. Ne fark eder? Mekanı temiz kılan, havalandıran, ferahlatan şey ilişkilerdir.Çamurdan insanlarla kurduklarımız değil.Bu çağda günler de, arkadaşlıklar, yoldaşlıklar da böyle gelip geçiyor.hadi gel evlat yemek salonuna geçelim yemeğimiz hazır.
-         Tamam Amca.
Derken perdeyi yavaşça kapatıp yüzüne hafiften bakış yaparak onunla yemek salonuna doğru yürüdü.Büyükçe bir yemek salonu içerde uzun bir masa on oniki sandalye vardı.
-         Evlat burdamı yiyelim ?
-         Farketmez benim için ama hanımefendi hazırlamış.Ayıp etmeyelim bence burda yiyebiliriz.
     Deyince ikisi birden oturunca Masanın başlarına konmuş servisleri arası neredeyse kilometre mesafesine ulaştığından Boreas amca servisi yanına kurulması için beyaz tenli kadına seslenince masanın başında kurulmuş tabak ve çatalbıçakları yan tarafa taşıdı.sandalyeyi geriye çekip Boreas amcanın yanına oturdu.Hizmet eden kadın 1971 Devrimi’nden sonra Ailesiyle Yunanistan’a göç eden Rus bir hanımdı ama kendisi Yunanistan’da doğmuş yaşı 80’i geçmiş olmalıydı.Zorlukla ayakta duruyor,ayaklarını sürüyerek yürüyordu.Ama yinede uzun boyu sarı saçlarıyla yaşına rağmen yaşını göstermeyen bir edası vardı.Konuşmalarında Rus aksanı belli oluyordu.Boreas amcaya karşı sevgisi olduğu kadar büyük saygısı vardı.Yıllardır ailesiyle Boreas Ailesine olan hizmetlerinden dolayı ailesinden sadece kendisi kalmış.Boreas amcada onu bırakmamıştı.Rus kadında onu bırakmamış üzerine titrereyen hali yemek yapacaksa Boreas’a sormaz Boreas’ta onun hazırladıklarına hayır demiyordu.Rus’un Yunanistan topraklarında doğmasına rağmen ailesiyle başbaşa kaldıklarında daima rusça konuştuklarından Yunancasını Aksansız konuşamıyordu. Çorbalarını içerek başladıkları yemeği usulca ve aheste şekilde sürdürdüler.
                                         

                                                104

      Yemeklerini yedikten sonra Boreas amca ile Stavro ayağa kalkarak Rus Kadına bahçeye geçeceklerini söyledip bahçeye doğru dışarı çıktılar.Büyükçe sürgülü bir camı açarak hayalere sığmayan havuzlu bahçeye çıktılar.Kaynaktan gelen suların bağlardan sarkan Üzüm salkımlarını dolaştıktan sonra Asma yapraklarından havuza suyun akışı muhteşemdi.Verandaya doğru koltuklara oturdular.Boreas amca bacağını bacağına atarak adeta zengin oturuşu dedikleri tarzda oturuyordu.
      İçerde yemekleri getirenle kahveleri getiren farklı olunca Stavro merakından sormak gereği hissetti.
-         Amca çalışanın bayağı var galiba ?
-         Evet Kahya var ona bağlı 12 kişi çalışır.Evi Olga bakar onada 4 kadın yardım eder başlarındadır.Bağ ve Şarap dolumda ise mevsimine göre işçi alırız .
-         Hımmmm anladım.Yalnız OLGA’mıydı.
-         Evet ismi Olga.
-         Yalnız bu kadında bir şey var sanki size karşı bayağı hürmetkar.
-         Evet öyledir senelerdir yanımızdalar bizim ailemizdendi onlar .
Benden büyük ama beraber büyüdük bu bağda desem yeridir.Hayatımın en iyi yıllarında yanımdaydı hayatımın en yalnız zamanımdada gitmedi.Emekli oldu ona Atina’da ev aldım bayağı yüklü bir parada yatırdım kimseye muhtaç olmadan kendi yaşamını kursun diye ama üç ay sonra döndü bende git demedim.
-         Vefa başka bir şey be amca.Sende kıymetini bil o zaman Olga’nın.
   Olga yıllardır yaşadığı bu Bağ Köşkünü kendi dünyası seçmişti.Başka bir yerde yaşamak onun için azap gelmişti.Yüzüne yerleşmiş mecburiyet gülüşü safından gelen soğuk iklimin özelliklerini Sıcak denizlerde bile taşıyabilen disiplin suratı gülümserken bile kaybolmayan derin hüzün,merak uyandıran sorulması çekinilen bir geçmişi olduğu duygusunu uyandırıyordu.Eskiden bugünlere gelene kadar tavrını değiştirmeden kişiliğine oturmuş olan.Otoriter,Ciddiyet dolu her işe görev bilinciyle yaklaşan tavrı hiç değişmemiş.Derttaş olduğunda bile yüzünü yumuşatmakta güçlük çekiyordu.

                                             105
       Ama bakışlarında bir mana olduğu belli olan her güne Ümit ekmiş olsada hayatının sonuna doğru hüsran yaşayacağı belli olsada sevgisini göstermekte ustalaşmamış insanın öyle cır cır  sevgi sözcüklü bir yaşayışı kabullenmeden.Sonuna kadar sevdiğinin yanında ömür boyu kahroluşunu seziyordu Stavro.Birden elinde kahve fincanıyla irkildiğini hissetti sağına soluna bakış attı Boreas amca farkında olmamıştı.BAA’nın bir ara bahsettiği bazı insanların iç dünyasını okumaya başlayan yada birden bire bile olsada anlayabilen özelliğini keşfeder olmuştu kendinde.Kadın orda değildi ama gıyabında onu anlar olmuştu Kadının yapacak bir şeyi yok olmasına üzüldü.Mecbur insanları tercihleri ile yargılamak kimsenin hakkı değil diye düşündü.
       Hep iki kişiyi severek başlanır. Biri sevdiğimizin yanımızdaki halidir, diğeri bizden uzaktayken zihnimizde bıraktığı iz. Bu ikisi birbirinden öyle farklıdırki bazen, iki ayrı kişi gibidir. Sonra sürekli birlikte yaşamaya başlarız. Aylar, yıllar geçer. Sevgimiz eksilmiş gibi gelirse, bundandır ama eksilmez durgun sular kadar titrek olur sadece çalkalanmak için hafif rüzgar daha sonra derinliklerde tuttuğunu fırtınalara saklar gibi! Gırtlaklarımızdan haz alma gibi Bir gram şeker için tonla keçiboynuzu yemeyi andıran arkadaşlıklar gibi.Bazen bazıları için geçmiş zamanlara sığdırdığı kendine hayrına olacak değişimlere kapıları kapatan o kadar çok insan var ki!
Bardağı bomboş yaşayan dostlarına hadi şu bardağı dolduralım diyemiyorlar
.Yere Çivilenmiş gibi ne kalpleri ne ayakları kıprdayabilen.
        Kahvelerini içmişlerdi havanın biraz bozulması ve kararmaya yüz tutması Boreas amcayı üşütmüş Stavro’ya mimikleri ile bakarak.
-         Evlat içeri gireli malum yaşlılık.
-         Girelim amcada yaşlılıktan değil bende üşüdüm.
     Ayağa kalkıp içeri geçtiler.Stavro kolundan tutup beraberce yürüyünce sorma gereği duydu bakışlarıyla zenginliğe.
-         Amca kaybetmeye başladığında eski bazı şeyleri nasıl affedebildin.
                                     106 


-         Nasıl ?
-         Ne bileyim iyi olduğunda insanlar hep seninledir ya ! hani kaybettiğinde olanları çevrendekiler illaki sizin hoşunuza gitmeyen hareketlerini sezmişinizdir zenginliğin ölçüsünü tartan insanlar gibi.
-         Haaaa ! anladım şimdi evlat.
-         Amca daha önce konuşurken tam anlatma fırsatınız olmamıştı o yüzden soruyorum.
-         Önce şunu söyleyeyim.Almak isteyen affedemez evlat.Çünkü affetmek vermektir.Önce Affetmedim sonra yaşayınca böyle insanların sonu olmadığını görüp yel değirmenlerine karşı savaşmak istemedim.Gün geldi hep Don Kişot’un Panchosu oldum.
-         Almak ve vermek hep istenilir be amca olmalı bence.
-         Etrafına bak yaşantına bir de kendine bak hepimizin arasındaki ilişkiler Alış veriş hayatına uyarlandı evlat. Karşındakinin her fikrine katılmıyor, sürekli dedikodu yaparcasına malzeme alıp vermiyorsan ucuzcu tüketiciler gibi işe yaramaz sanılıyorsun.
-         Yine Kapital dünyadan bakıyorsun Amca.
-         Evlat ! hayatım ticaret içinde geçti.Al gülüm ver gülüm bir hayatın içinde başka nasıl betimleyeyim bende dünyaya para akışıyla yorumlarım.
-         Aslında haksızda değilsin Boreas amca hayat paranın üzerine kurulmuş.Ama dünya çalkalanıyor bize ekonomi diye anlatılan şeyler borsalar, şirketler, tüketim ekonomisi.Gündelik ekonomisi arasındaki uçurumu halklar anlamaya başladı. Çalkantının asıl kökü burada.

-         Yaniiii Evlat……Bak eskidende öyleydi ama.Modern hayat sürekli zenginleşmek üzerine kurulmuştur.
                                       107
                                       
-          Yani bir Sihirden hem dünya hem de bilim yarattık. Bir felaket!Ben Üreticiyim Üretmek eski atalarımın sayesinde varlık sahipliğine ulaştım.Ama şimdi Adaya bak bütün dükkanlar hizmet üzerine kurulmuş Sıkılgan insanlara karşı hizmet.O kadar çok aciziz ki.Yani neye muhtaç olduğumuzu bile şu "yalan dünya" söylüyor! 
-         Fakir ne yapsın amca.Yanlış anlama sizin nezninizde söyleyeyim siz herşeye ulaşabiliyorsunuz ama fakir ömür boyunca ulaşamayacak.
-         Fakir farklıdır.Yani fakir olmanın tam zamanıdır benim için artık. Çünkü o ihtiyaç sahibidir. Böylece maddi ve manen hakiki ihtiyacına yönelir.
-         İnanayımmı !
İkisi aynı anda güldü.O anda Olga oturdukları masaya İçecek ve kadehleri getirtmiş.kapının önünde servisi yapan kadını denetliyordu.Gelen İçki en az 3-4 yıl dinlendirildikten sonra ortaya sürülebilen yemekten sonra hazmı kolaylaştırsın niyetiyle kahve yanında tüketmek için getirildiği belli olan açıldığı gibi ortama anında yayılan keskin kokusu ile dikkat çeken Kanyak ve özel yayvan geniş kadehi ile yudumlar iken Boreas amca masadaki purosunu yaktı birtanede Stavro’ya verip devam etti.
-         Üzgünüm ama Evlat…….Manevi hayatlarımız.Kültür merkezlerinde,Kurslar,Paneller ve Sohbetlerle yükselmez. Öyle olur sanıyoruz. Olmaz. Çünkü sonra gündelik hayat ekonomisine geri dönüyorsun. Aynı sıkıntılara,dertler içine. Aynı faturalara, bedellere, ödemelere.
   Geniş yayvan kadehindeki kanyak’tan bir yudum alıp Purosunu çekip ağzı dolu dumanı salarken ayak ayak üstünde kendinden emin, hayatta emin ve kendine olan güvenin yanında Zenginlikle fakirliğin terazisinin arasındaki ince çizgiyi çok iyi tespitleriyle cevapladığından karşı tez üretemiyordu Stavro ama bu durumdanda rahatsız değil ömrünü varlık deryasında geçirmiş birisindende hayat dersi alması aslında hoşunada gitmişti.
                                               108
-         Aslında amca anlattıklarına hak vermemek elde değil çok insanı bilirim dört duvar arasındaki mutsuzluğunu ama görüntülerde kendini ısmarlanmış mutluluklar satın alıp görüntülere yayıyorlar.
-         Çünkü iyi fotoğraf, iyi hayat anlamına geliyor artık.
-         Yalan yanlış bir araya getirilmiş iki güzel söz bile kalbimizi çalmaya yetiyor.Peki neden kelimelerle eylemlerin arası bu kadar çok açıldı? 
-         Çünkü Evlat.Herkes kendini iç’ten sanıyorda ondan.Başarı kültürünün son aşamasına bak .Birileri tarafından poh poh’lanıyorsan bu sefer kendini bir şey sanıyorlar o halde başarılıyım diye geziniyorlar.
Konuşmalar iyi derinlere gitmeye hazırlanıyorken .Boreas amca Stavro ile olan muhabbetin en derinlere inmesinden çok mutluydu ama bunu belli edemediği içinde Stavro’un kendisinden çekinmesinden muhabbeti daha samimi cevaplara yansıtıyordu.Olga masaya doğru gelince amca ona oturmasını söyledi.Olga ikiletmeden oturunca.Boreas amca olaya açıklık getirmesi gerektiğini hisseti.
-         O Bu evin daimi sahibidir.Ona çalışma diyorum ama kendi bildiğini yapıyor onu serbest bıraktım.
     Kadın mecburiyetten oturduğu koltukta kıvrıldı eliyle birleştirdiği bacaklarını birleştirip eliyle eteğini yanlardan çekiştirip oturma duruşunu bitirerek gülümseyen edasıyla başını saygıyla selamladı.
-         Teşekür ederim bu ev benim hayatım evin düzenini aldıktan sonra benim saatim biter.Ama Ev deyip geçilmiyor işte!İnsanlık tarihinin hiçbir çağında insan evsiz yani tepesinde bir dam olmaksızın yaşamadı, yaşayamadı.Bende burayı ev hissettiğim için işimin kaçta bitip kaçta bitmediği önemli değil.
    Stavro Boreas amca ile konuşmasında duyduğu.Olga’nın yıllarca kendilerinin yanında çalışmasından sonra emekli oluşu ona yüklü miktarda para ve Atina’da aldığı evi bahsetmişti ama üç ay sonra çıkıp gelen.
                                                 109

     Olga kendine bir hayatı kurmanın gereksizliğinden kendini hissettiği yerin bu bağ köşkünden başka bir yerde mutluluğu bulmanın anlamsızlığına kendini inandırarak bulunuyordu o evde.Kendini anlatırken aslında Ev denilen şeyin önemini vurgulamıştı aslında.Bir Evde yaşamakla.Ev için yaşamanın başka şeyler olduğunu vurgulamıştı. Günümüz insanı ikinci türden.Ev için yaşayan türler dünyası.Peki, huzur buluyor mu Ev için yaşayanlar ? Ne gezer! Başımızı sokacak Ev dolu.Eninde sonunda bulunuyor ya ruhlarımızı koyacak Ev’ler ? Onlar ne kadar az ve bu gerçeği nasıl da geç fark ediyoruz!Koskoca evlerini terk edilmiş mahallelere çevirip bir küçük koltuğa sığınanlar yepyeni mutfaklarında,iç sıkıntısıyla pencereden dışarıdaki manzaraya bakarken yemeklerini yakanlar ne çok! Yada Ev için kendini işe adayıp adayıp zamanını yakanlar.Stavro bu konuşmalarından sonra söze girip.
-         Amca Tzamaika’daki bu Bağ’ın ve Şarap tesisin iyi güzelde daha büyütmeyi istemedinmi.
-         Büyümekmi büyümeden bu kadar Şarabı kime sattığımı zannediyorsun.
-         Nasıl ?
-         Atina’da bir şirketin ortaklığı var bende bütün Şişeleme,Satış ve Pazarlamayı onlar yapıyor ben burda olmaktan mutlu olduğum için Tzamaika’dayım.Yoksa benimde her daim orda olmam gerekiyor ama Beyaz yakalıların yanında durmaktansa Bağımın içinde olmak daha güzel.
-         Beyaz yakalı ha ha ha ha ha !
     Evet Beyaz yakalılar sattıklarının nerde nasıl hangi koşullarda yetişip şişelenmesini anlayamazlardı.Onlar ürünü görür sadece satar ellerinde beyaz kağıtlardan başka bir şeyleri yok elinden kağıdı aldınızmı yapacak hiçbirşeyleri kalmaz.İş, aş, aşk, aile falan derken, tek tek hayatlarında zorlandıklarını görmüş. Gündelik hayatın hırı gürü hakkında masaya yatırmamız gereken konulara bir türlü sıra gelmiyor onlar için derdi Boreas amca.
                                                110

-         Şu modern iş hayatı mesela...Evlat.
Beyaz yakalıların çoktan kararmış ruhları yani...
Biliyorum, yığınlarca genç insan o hayata dahil olabilmek için işyeri kapılarında çırpındıkça çırpınıyor karşımda kariyerden kariyere sıralı sıralı konuşurlar,ama şansı olup da o hayata dahil olanların psikolojileri de berbat!
İşyerlerinin pembe ambalajlarını açınca bitmez tükenmez bir tatminsizlik, hayal kırıklıkları ve "ayakta kalmak" için sürekli didişme ortamı çırılçıplak ortaya çıkıveriyor.
Mesai saati denilen şey kirli bir zaman dilimi sanki ve bittiğinde bile o kir insanı terk etmiyor.Uzun yıllar pek gösterişli hayat ve şirketlerin içinde yöneticilik görevlerinde bulundum Patronluk yani.Çok Müdürlerim oldu altlarında masalarda burnu kıvrık ama pısırık insanları.
En kötüsü ne, biliyor musun? Yeni çalışma Şartları insanların arkadaş olmasını önlüyor. İşyeri dostluğu ya da biz bir aileyiz gibi lafların hepsi yalan! Buna inanma.
Stavro karşısında patron psikolojisi ile konuşan adama bakarken hayat boyu savunduğu bazı fikirlerin arkasında durmak gereği hissetsede.Normal çalışanlar hakkında kötü bir şey söylememiş bu insana ne diyebilirdiki.Kapalı mekanların beyaz yakalılarını tarif ettiğinden karışmadı sadece içinden geçeni sesli düşünerek ortaya koyaraken.
-         İnce iştir insanın kendi hakkını korumaya kalkışması... Bir bakarsınız, hakkınızı korumak isterken çok açık bir haksızlığa imza atmışsınız! En doğrusu, garantili, güzel ve iyilikle dolu olanı haklılığın peşinde olmak bence.
Dedi.Boreas amca bu konuşmadan sonra gülerek.
-         Gözbebeklerine bakıyorum bana yalan söyle, yeter ki güzel olsun! diye yalvarıyor sanki...
Ne gariptir değil mi? İnsan sadece mutsuzken gerçekleri bilmeye hazır olur. Gerçeğin tadı tuza benzer. Yaraya basılır! 
     Konuşmalar konuşmalara götürdükçe saat ilerleyince Stavro koltuktan hafif doğruldu iki elini dizlerine koydu.
                                              111

    Kalkmak ile kalkmamak arasında kalmış Boreas amcaya doğru baktı tam sırasının geldiğini anladığı anda söze karıştı.
-         Amcacım ben sizden müsaadenizi istesem.
-         Oturuyorduk oğlum.
-         Saat bir hayli ilerlemeden gideyim.Zaten sizde Yol yorgunusunuz.
-         İyi o zaman bende dinlenirim bari.
-         Tabii Amca dinlenin.Herşey için teşekkür ederim güzel ve doyurucu bir geceydi benim için.
-         Ayıp ettin bak doyurucu ne demek.
-         Yok,Yok onu demedim bilginize ve analizlerinizden dolayı.
-         Hah hah Hayat Zenginede fakirede haddini bildirir Evlat.
     Hepsi bir den Ayağa kalktı.Stavro Boreas amca ile tokalaşıp tekrar teşekkür ederken kapının açılması için kapının kenarında bekleyen Olga’yada hazırlıklarından dolayı nezaketen saygıyla teşekkür etti.Kapıdan dışarı çıkıp Mermer merdivenlerden inip avluya çıktılar.Tekrar teşekkürlerini sunarken Stavro bahçenin dışına doğru çıkarken Boreas amca omzuna kolunu sararak.
-         Geldin,Gördün ve Gidiyorsun nasıl geldin nasıl gidiyorsun bilemem ama en azından benim düşüncelerimi öğrenmiş olarak gidiyorsun.Bunu bilki hayatta en büyük şey KAYIP’tır sadece değerlerini kaybetme.
-         Tamam amca aklımda bulunacak bundan sonra.Ama Kayıp gerçeğiyle karşılaştığımda ayık kafayla baş etmekte zorlandığım çok oldu. Telafisi imkânsız kayıp! Peki Nedir bu?
-         Zaman elbette! Geçip giden zaman! Evlat.
-         Zamana karşı Amca güçsüzlüğümüz.
-         İkide bir insanın kendiyle barışmasından söz edenler asıl zamanın geçip gidişiyle barışıp barışmadığımızı kurcalasalar ya.
                                            112

-         İşte O zor olur.
-         İnsan kendine bin türlü sarhoşluk bulur.Alkollü yada Alkolsüz İnsan bin türlü yoldan hipnoz olur ister gözleri açık, ister derin uykuda... Hepsi de telafisi imkansızdır.Bugünün gençleri büyükanne ve büyükbabalarının ömürleri boyunca yaşadıkları hayal kırıklıklarından kat be kat fazlasını bir çırpıda biriktiriyorlar. Bir insan sadece hayal kırıklıklarıyla olgunlaşıp yaşlanıyor olsaydı, onları Ninelerinden daha yaşlı olurlardı.
Derken kahkaha attı herkesin birgün yaşlanacağını ima ederek keyiflendi.Sonra yeni kuşağın bilgisiz kurnaz olduğunu belirterek bahçenin sonuna kadar gelmişlerdi Stavro ile ayrılma vakti gelmiş birbirlerini öperek vedalaşırken Stavro Boreas amcanın yüzüne bakıp ah çekti.
-         AHHH Amca Ah! Coşkuyu elimizden aldılar yerine ne yapacağını bilemeyen gayesiz, odaksız Anlamı olmayan bir koşturmaca koydular. Oysa dağları yerinden oynatan dostlarımız elimizden kayıp gitti sana bana güç veren anlamı olan En güzel insanı’nın olmayışı.
-         Yeni İnsanların sözleri Cüsseli ve parlak ama kendileri cılız sönük . İnsan bunu fark ettiğinde mahcup olur ama adamda surat yok.Biliyorum Neyse ki, günümüzde mahcubiyet çok kısa süren bir duygu  diyeceksin. Haklısın.
-         Dostu olmalı insanın keyifleneceği Amca iki laf edeceği,Herşeyini paylaşabileceği,Hiç birşeyinden çekinmeyeceği,Hatta çok büyük kavga edebileceği gördüğü ilk hayal kırıklığında kaçıp kendini saklamayacağı.
-         Dost güzeldir her daim Evlat ! varsa kaybetme kaybettiysen Sakladığın yerden çıkarma.
  Sakladığın yerden çıkarma evet Stavro için içine işleyen bir konuşmanın finaliydi bu söz.
                                              113


Kahyanın gelmesiyle Boreas amca kendisine eşlik etmesini söyleyip pikabı getirmesini istedi Kahya gelene kadar muhabbetleri olağanca devam edip sürmekteydi.Boreas amca Stavro’ya bakıp hafif gülümseyerek elini omuzuna atarak konuştu.
-         Evlat yazın beraber bağ evinde üçünüz gelmiştiniz ya.
-         Evet Boreas amca biliyorum.
-         İçlerinde acısı yüzünden okunan tek sendin bunun ben farkındaydım .Boreas amca farkeder ona göre.
-         Yok be amca o gün canım sıkkındı biraz ondandır.
-         Evet evlat ondandır.Boreas amcan çok zengindir ama eğlencelidir yalnız.Eğlence yalan söyler, neşe hep doğrucudur.Anesteziye değil acı’ya güven. Uyuşturulmuş bir beyin de gün gelir, ayılır. O zaman sana hakikati acıların söyleyecek. Sevmek ile tanımak farklı zamanlara aittir. Aynı zaman içinde gerçekleşmez gelirken sevdiğini,giderken tanırsın.
   Gelirken nasıl Asil’se giderkende o derece bir Asil’di diyemedi. Stavro Sustu gözünü yere doğru dikti.Gelirken nasıl hesapsızsa Giderkende o kadar hesapsız Sustu sustu uzunca sustu Boreas amca susarak konuşmalarını onaylayan Stavro’ya.
-         Suskunsun... Çünkü söylemek istediklerin biriktikçe birikti dışarı dökmeye kalkışsan dilin dar ve zarı çatlayacak, seni deli sanacaklar! Ayrıca bir o kadarda gevezesin Çünkü dili bir zırh gibi kuşanıp saldırıları atlatmaya çalışıyorsun …..Ama  oğlumimum  düşüncelerini kendine saklamanın başka yolu yok! 
Stavro bu sözlere tebessümle karşılık verince.
-         Biliyorum beni başkalarıyla karıştırma diyorsun…. Mecburum. Çünkü sende bir Sen yok onu görüyorum Evlat.
Modern hayatın fikri hep yukarıya yani zirveyi gösteren bir çizgiye işaret eder. İnsandan ve toplumlardan hep üstüne koyması beklenir. Başarı ve kalkınma fikri bu çerçevede inşa edilmiştir. Ve bunu yaptıkça içimiz daralır, boğulacak gibi oluruz. Oysa bize asıl gereken açılmak, genişlemek, yayılmaktır.
                                                   114


      Stavro’da gördüğüde buydu kendini kabuğa hapsetmiş gördüğünden bazı kelimelerle onu aydınlatma gereği görüyordu Sürekli "kendimi iyi hissediyorum" ile "kendimi iyi hissetmiyorum" arasında gidip geliyor. Halbuki o tahterevalliden inse, ne iyi olacak! Diye düşündü Boreas amca.
      İkisi konuşurken kasalı araç önlerinde durmuştu.Tekrardan görüşüp Stavro arabaya bindi.Kapıyı kapatıp eliyle hoşça kal tarzında sallayarak gülümseyerek tebessüm etti.Araba o anda usul usul kalkmış bağların arasından süzülürken Arabanın arkasından Haline tavrına bakarsan, çok Samimi biri. Fakat bütün istediği değiş tokuş,diyerek Köşke doğru yöneldi.
      On dakika içinde Marpos’a yaklaşmışlardı.Dışarıdan bakıldığında bir tiyatro dekorunu andırırdı.Tzamaika her mevsimde evler bembeyaz her mevsimde kendine has renkli doğa gökyüzü gece gündüz ahenklidir.Kahyadan girişte bir yerde indirmesini istedi evlerinin yakını yer olmasından dolayı kendisine teşekkür edip araban indi.Araba kendi geldiği yola doğru dönüp bağ yoluna yönelip uzaklaşmasını seyretti.Arabanın arkasından baktıktan sonra eve doğru yönelecektiki soğuk havanın yumuşadığını ılıklaştığını hissetti.Yolun arkasındaki hafif tümsekten aşşağı doğru inerek sahilin başına yaklaştı denizin sakin sesi kıyıya vuran suların sesi sakinceydi.Elini cebine sokup denize doğru bakarak gülümsedi başını kaldırıp baktı bakınca Babasını hatırladı.
     Mehtaplı akşamlarda evde oturamaz, kıpırdanmaya başlar, sonra çoluk çocuk herkesi toplayıp dışarı çıkartırdı.Mehtabın en güzel göründüğü sahilleri dolaşırlardı. Hele bir de yakamozlu bir geceyse, babasının kendinden geçmesini anımsadı.Kardeşleriyle birkaç dakika sonra sıkılırlardı ama şimdiki çocuklar gibi değillerdi sabırla zamanın geçmesini beklemek için..
Gençliğinde ise babasının yolunu izlemek yapmacık romantizim gibi geliyordu.
Onun yerine şarkılardaki, şiirlerdeki mehtapla ilgilendiğini.
Çok sonraları anlamış oldu.
Babam haklıymış ben fena yanılmışım diye düşündü. Meğer mehtabı seyretmek güzelliğinin hazzı karşısında hayat sükunetinin birleştiği ender hallerden biriymiş meğerse.
Çakıl taşları ayaklarında tümsekler oluşturur ama aldıran kim, öylece bakınırken.Uzaktaki balıkçı kayığı yapayalnız sallanıp dururken.
                                              115

         Orta yaşlara özgü sessiz sedasız bir aşk kırgınlığının içinden geçiyordu insanı jilet gibi kesen şarkı mırıldandı içinden!Nereden o şarkıyı söylemek aklından geçmişsse artık...Hep sanırız ki, sadece sevinçli anlar güzel hatırlanır!Hayır! Hüznün’de hatırlanınca güzelleşeni varmış onu anlamıştı.Kendi içgüdüsünün dünyasını her zaman beğeniyor ve pek ender yanılıyordu.
         Durduğu sahilin hemen yanında biten çam ağaçları geniş dallarını yayarak adeta çadır gibi üstünü örtüyordu.Hava soğumaya başlamış mehtablı loş bir geceydi.Sessizlikte geceyi dinliyor bir yandanda gökyüzünü seyrediyordu.Ay’ın kendisine bakarken Evren ile ilgili Evren *……… bilmem nesi olan Tarikatına gönül verenleri hatırladı yada O tarikata girmeye çalışan en yakın dostlarını.O evren için biten tüm alışkanlıkları.
      Peki şu "evren" ne, kim? Nasıl bir şey? Evreni kullananlar neydi? Buradaki Evren bir ad, bir sıfat, bir tanım falan değil aslında.Hile uyanıklıklarını evrencilik adı altında toplamaya çalışanların konum sahipliğine ihtiyaç kapısı. pek uyanık bir numara ! toplumların bazı  kesimlerinin içindeki Tanrı inancının son derin kalıntılarının dünya üzerindeki tarikat kardeşliği içinde oyup çıkarma ve yerine.Bilgisizce yazılıp,Çizilen ve aktarılmaya çalışılan Sözde bilimsel havalı ve sözlü hurafeci bir yaklaşım getiren numaraydı. "Evrenden iste, evrene söyle, evrene inan, evren bilir, evren yapar" diye giden tezleri. En temel ve gönül çalan kavramı da.Evren Yasası gibi iki satır güzel yazıyı bile yazamayan üst akılda bilmişlik abideleri alt akılda kendinden bile sakladıklar cahil ve maddiyat hayatından kendini alamamış alışveriş kültürünü en iyi hesaplayabilen kimselerin sürdürdüğü kendi dertlerine bile derman olamayan yayıcıların bu numarası seküler olan hayat tarzalrında ne yazıkki tutmuştu.
        Bu düşünceleri beyninde kurcalaya kurcalaya sahilden geri dönüp geldiği tümsekliğe çıkan Stavro aslında içinde olan son kalıntılarını temizliyordu düşünceyle,Sorgulayarak sadece kendisini suçlayarak çünkü hayatı kendi istediği gibi üzerine giderek yaşayıp gördü sadece ben suçluyum olan ve bitenlerden demeyi ihmal etmeden elleri cebinde yürüdükçe yoldan karşıya geçti beyninde sorgulamalar kendi kendine muhasebesini yaparak ilerliyordu.
                                             116



Takvimin ve saatin değil zamanın değerini bilmeliydik diye mırıldandı. Karıştırdık hepsini ve galiba o karışıklıkta kaybolduk diye gülümsedi.Evinin kapısına gelmiş ve cebinden çıkardığı anahtarıyla kapıyı açmaya çalışırken gözüne ilişen Haç’ı farkederek girdi.Kutsal işaretlerinden arınıp üretim düzenine iliklenen bir takvimin bize ne hayrı olabilir? Sürekli ileri doğru koşturan bir hayat... Durup nefeslenemezsin,geri dönemez, O zaman baştan başla diye nasihatlendi.
Koltuğa oturup biraz dinlendi ceketini çıkarıp koydu Zengin bir insanın yanından gelip.Mehtaplı gecenin denizini izledi kendini gecenin sessizliğine ve Mehtabın loş ışığına bırakıp şimdiki oturduğu koltuğa bakıp aradan geçen An’ların çabucak yön değiştirmesine zaman ve mekanların anında değişmesine hayret etti.O anda birden aklına.Geçen gün izlediği bir filmin sahnesini hatırladı ama aklında kalması o an beyninin o yöne işateti vermesi ile an be an repliklerindeki cümleler döküldü.
      Hali vakti yerinde, estetiğe,etiketlere pek önem veren, orta yaşlı ve güzel kadın sabah uyandıktan hemen sonra aynaya bakarken kaşlarını çatıyor. Sonra şöyle mırıldanıyordu. 
"Galiba tek kurtuluşum var birkaç yıl sonra Alzheimer hastası olmak. Böylece hatıralarım silinecek, yaşlandığımı, çirkinleştiğimi, zenginliğimin beş para etmediğini bilemeyeceğim."
Önemsiz bir filmin anlamlı bir sahnesiydi bu.
Sahneyi izlerken ürperdiğinide hatırladı.
Sonra içinden"hep böyle değil midir?" diye geçirdi...
İnsan bazı şeylerden uzaklaşıp Kaos’a adım atarak çok uzaklaştığını fark ettiğinde umutsuzluğa kapılır ve artık tek çarenin zihninin "silinmesi" olduğunu düşünür. Ama bir düşünün, hedefiniz ne?
 Dövüşüp durduğumuz hırs içinde beş para etmez başarılar için çabalamak içinde nasıl sonu hayal kırıklığıyla gelmesin!


        ***********************************************

                               117

      Kasım ayını sonları yaklaşmış havaların denizden gelen esintilerini adanın tümü yaşıyordu.Son yılların en kurak en buhranlı zamanlarını yaşayan bir dünyanın sabahına uyanan Tzamaika kendi içinde barındırdığı sıcaklığı hissettiriyordu her şeye rağmen.Stavro Sabah kalkar kalmaz Mavropulos amcayı ziyaret etmek istedi nedensiz. Evinden hızlı adımlarla yürüyerek marposa varmıştı sahil yolunu boylu boyunca yürüdükten sonra meyhanenin önüne vardı.İçeri girip kapıyı kapatarak paltosunu çıkarıp astı.Mavropulos amcanın yok olduğunu hissedince kasanın önündeki yazıyı gördü.Kilise’ye gittiğini cenaze için döneceğini yazıyordu oda vakit kaybetmeden kiliseye gitmeli kimin öldüğünü bilmeliydi.Astığı yerden aldığı paltosunu giyip kapıdan çıkıp kilisenin yolunu tutarken yolda karşılaştıklarına kimin öldüğünü sorarak merakını giderdi.Soranların Eidothea Yaya’nın öldüğünü söyleyince duraksadı adımları yavaşladı başı önde yürümeye başladı üzgünlüğü o kadar belli oluyorduki yanından geçen kim varsa anlayabilirdi.Sevinçleri kadar üzüntülerinide anında belirten fiziki yapısı onu duygularınla var olduğunu hissettirirdi.
           Huzur vardı Tzamaika’nın sokaklarında eskiden. Sokak vardı. Sokaklarda onayan çocuklarımız, çocuklarımıza fırça atan Amcalar ile Teyzelerimiz. Komşularımız vardı. Evde pişen yemekten bir tadım ikram ettiğimiz komşularımız vardı. Giden tabağın ardı gözlenirdi komşu teyzeden tabak mümkünü yok boş gelmeyen. Komşularımız varken hüzünlerimiz de tatlıydı, neşelerimizde. Sokaklara sığmazdı neşemiz. Ekmek almaya giderken.Yaya’larımızın kapısını çalmadan gitmez madam teyzeyede uğrar bir isteği varsa alınırdı. Ben okuldayken annemizin alışverişini Kristin yapardı, hani güzel bir kızdı da, akşam oturur merdiven başında çene çalardık. Kristin’in babası çarşıda esnaftı ve Kristin Yayası öldüyse bizimde yayamız ölmüştür şimdi annem ne yapacaktı arkadaşı,sırdaşı,yoldaşı yapayalnız kaldı haberi varmıydı acaba habersiz kalması imkansızdı bu adada diye düşündü.
                                       118
       Düşündükçede Kiliseye varmıştı ama kilisede birkaç kişi kalmış sonra farketti kilisenin arkasındaki kalabalığı cenaze törenini dün gece evinde tören olmuştu ama Stavro Boreas amca ile gününü geçirdiği için anlayamamıştı ama bir ara Kilise çanlarını duymuş ama üstüne düşmemişti.Evinden alınan cenazeyi Kiliseye getirip ayini başlattıkları anda yetiştiği için içinden şükür etti Tanrıya. Eidothea Yaya’a Son görevi ve saygısını göstermek istedi normalde cenazelerde biraz acımasız tavrı dikkat çekerdi Stavro’nun acımasız ve gerçekleşecek gerçeklerden kaçınılmaz ölen öldüğü ile kalır mantığından vazgeçmezdi.
       İlahiler,Dualar ve Kutsal Kitap metin okumalarından sonra Cenaze,Rahip ve cenazeye katılanlar ile birlikte gidilen mezarlıkta ilahiler okuyarak cenazeyi mezara indiriyorlardı papaz tekrar ayinler ve Kutsal metinler okurken.Eidothea Yaya’nın cenazesinin üstüne birdaha geri gelmeyecek yolculuğu andıran toprak atan Ada halkının gayretleri göze çarpıyordu.Toprak atılıp bittikten sonra cenaze yavaş yavaş çekilirken kilisenin kapısında toplanıp cenaze evine hem yas hemde yemek yenmeye gidilmesi için hareketlendi.Kiliseden uzaklaşan gurubun yanına yaklaşmaya çalışırken Stavro Mezarlıktan ayrılmayan Mavropulos amcayı farketti,sandığı kendisinden başka kimsenin Mavropulos amcayı orada kaldığının,biraz bekledi gelirse beraber gideriz diye aslında mezarlık biraz uzaktaydı ama kilise arazisi daha önce kiliseye yardımları olanlara ayrılmıştı ondan.Verdiği emekler karşılıksız kalmaması adına Papaz Thederos onu hakkını verdiği için araziye gömülmüştü.neredeyse iki saat geçmişti kilisede ve Ada halkından hiçkimse kalmamıştı ama Mavropulos amca mezarın başından hiç ayrılmadı öylesine ayakta başı önde mezarın başında dikiliyordu.Stavro aslında yanına gitmek istedi ama tuttu kendini  o anki bağı koparmamak adına kiliseden uzaklaşıp cenaze evine doğru yürürken ikide bir arkasına dönüp dönüp amcaya bakıyordu amca bu sefer mezarın yanına çökmüş şapkasını göğsünde tuttuğunu gözlemledikten sonra uzaklaşıp kayboldu.
                                         119
    Bazı insanlar vardır. İçlerindeki gündelik hayat gaddarlığı yüzlerine yansır Saklayamazlar.Ama bazı iç dünyalarını saklayarak yaşarlar. Mimiklerinden anlayamazsınız. Jestleri Duvar gibidir. Kendi gibi olanlarla ötekiler arasına geçilmez bir engel koyarak yaşarlar.Stavro yolu yürüryüp cenaze evine yaklaşırken bu düşünceleri anlamaya çalışarak geldi evde yemekler veriliyor ilahiler ve Kutsal metin sözleri söyleniyordu ev kalabalıktı gelen giden çok oluyor kalabalık hiç eksilmiyordu evden.Aradan bayağı zaman geçince akşam güneşi denizini üstünü kırmızılaştırıp batmaya yüz tutuyordu.Evin kalabalığı eksik olmuyor her gelen elinde yemeklerle gidende boş tabaklarla giderken.Stavro Mavropulos amcanın meyhanesine uğrayanın amcanın meyhaneyi açmadığını işitince meraklanıp gitti.Kendisine halini hatırını sorunca biraz hasta olduğunu söyledi amca biraz konuştuktan sonrada amca dinlenmek istediğini söyledi.Stavroda üstüne düşmemiş meyhanenin kapısını yavaştan kapatıp gitti.
     Ertesi gün olmuş Eidothea Yaya’nın yokluğunun ikinci günüydü akrabaları kilisenin kapısında ihtiyacı olanlara yada halka yiyecek dağıtıyorlardı.İkinci gün olmuş Mavropulos amcanın meyhanesi yine açılmamıştı kendiside iki gün boyunca hiç görünmediğinden ada halkı tarafı kadar Stavro ve Macelas meraklanıyordu gittiklerinde ise Amca onlara hasta olduğunu açamayacak kadar bitkinliğinden dolayı yürüyemediğini belirtip tekrar üstlerine kapıyı kapatmıştı.
-         Macelas neler oluyor acaba ?
-         Bilmiyorum ama istersen doktoru çağıralımmı.
-         Yarını bekleyelim yine aynı ise doktoru alır götürürüz.
     Derken aslında biraz kendini kandırıyormuş gibi olmuştu ama fazla da düşünemediğinden evlerine ayrıldılar.
     Tzamaika her zaman günlerini yaşarken yine acılı yine yaslıydı.Tzamaika’ya kim veda ederse o ada belli bir süre yas tutardı.Çünkü herkes biribirini öyle tamamlamışlarki bir kişinin yok olması parçalarından birinin kopması demekti. Eidothea Yaya’nın yokluğunun üçüncü gününün kuşluk vaktiydi Saat sabahın dördünde Yaya’nın mezarında Papaz Thederos ve Eidothea Yaya’nın Kızı Kristin ile mezarı tütsülüyorlardı.
                                             120
   Mezarın dışına doğru ise kadınlar simsiyah elbiseleri ile yaslarını tutuyorlardı.Sonra hepsi birden ellerinde mum ateşleri ile mezarı çevreleyerek ağlaşıyorlardı.Bu İsa’nın öldüğü andaki haç’a kadınların gelmesine benzerdi.Ölenin mezarındaki ateşler ışıklar ölenin ruhunu aydınlatmak ve ruhunun huzur bulmasını sağlamaktır.Ama Kiliseye arka tarafından gelmekte olan ve sabahın karanlığında.Ruhundaki sıkıntılarına çare arayarak bu saatte gelen birisi daha vardı ağır aksak ve Elinde bastonu ve şapkasıyla Kilisenin içine girdi.En kuytu köşeye oturdu şapkası elinde öylece durdu sessizce kendinle bile düşünmeden öylece hareketsiz şekilde ortalığın sakinleşmesini beklerken.
     Stavro sabah kadınları getirmek için Macelasın arabasını almıştı Kadınların mezardaki ayinleri devam ederken yavaştan ve usulca Mavropulos amcanın yanında oturdu.Sessizlik kilisenin bütün ortamında yankılanıyordu adeta.Stavro sessizliği bozarcasına amca ne oluyor diye sorunca.Mavropulos amca onu azarlarcasına yanından kalkmasını istedi ısrarla yanında oturmaya devam edince tekrardan yalnız bırakmasını istedi.Stavro tekrar edince Mavropulos amcadan bu güne kadar görmediği bir hareketi görünce hışımla aya kalktı paltosunu içine ellerini sokarak sıra oturaklarının başında amcaya döndü.Ahşap oturaklara dayanarak.
-         Susuyorsun. Susmak sana yakışmaz, diyorlar. İyi o halde, deyip konuşuyorsun. Onu da yakıştıramıyorlar. Çok sert ve açık oluyormuş. Arkanı dönüp gidiyorsun. Oldu mu ya şimdi, biz seni böyle kaçak bilmezdik, diye tepki gösteriyorlar. Kalıp sevginde, inancında, bilginde direniyorsun. O kadar inadıda şık bulmuyorlar. Sanki her şey bir tür kılık kıyafet! Sanki bir kravatın hafifçe yana kayık, bir davranışın hafifçe uyumsuz görünmesinden daha önemli bir şey yok! İyi de bu "dış"ın hiç mi "" tarafı yok yahu? İçini okuyorum amca içini…….için kan ağlıyor omuzdaş olmak istiyorum beni tersliyorsun.
Amca kafasını kaldırdı Stavro’ya baktı.
-         İyiliği düşünmeden "iyi bir hayat" düşlemek! Bir düş değil, düşüş bu!Evlat benim için …..özür dilerim. 
                                               122

-         Amca herkes hasta olduğunu sanıyor ama ben senin acını anlamaya çalışıyorum.
-         Kimse anlayamaz nasıl acılar içinde olduğumu evlat.
Stavro dışarı çıktı cebinden aracın anahtarını çıkarıp genç Alexise uzatıp kadınlar ayinlerini bititirince eve sen bırak araç cenaze evinde kalsın ben gelirim sonra deyip Kiliseye tekrar girip Mavropulos amcanın yanına oturdu.
-         Üç gündür meyhaneyi açmıyorsun amca herkes merak ediyor seni.
Boşver dergibi el hareketi yapıp.
-         Trajik sonun,talihsiz gerçekliğini yaşıyorum evlat çok büyük bir dostumu kaybettim.Kimsenin bıçakla bile kesemediği dostumu.
-         Ama hiç bahsetmedin hatta karşılaşmada  selamlaşmıyordunuz bile.
-         Çoook eski bir kırılganlık hikayesi birdaha yerine yapışması imkansızdı bizde kesip attık dostluğumuzu ama içimde hala tek dostum olarak kaldı o kadar.
-         "İyi ki varsın" duygusunu birbirlerine tattırarak başlıyor, "ben olmasam, sen yoktun"la tamamlıyorlar. 
-         Hep sevdiğinden başkasını beğeniyordu. 
Acı çekmekten öyle korkuyorduki, herkesle iyi geçiniyor fakat kimseyi sahiden sevemiyordu.
Bazen sırf kendimize katlanamadığımız için bir başkasınamı sığınıyoruz diye çokta düşündüm zamanında ama Stavro bir gün bir masaya oturduk Masada iki yabancı olduk gözyaşlarımı çay tabaklarına dökülünce gördüm Evlat.Yaşadığımız şehirler değişti o anda,Caddeler,sokaklar ve evler bambaşka geldi o anda. ilişkilerimiz zihnimizi derinden etkiliyordu ki öyle duruma gelmiştik ve  biz artık o güzel inanlardan çıkmıştık birbirimizden Umudumuz, korkumuz, sevincimiz, sevgimiz’de.
Bu sözlerden sonra kafasını kaldırıp mozaik desenli kilise bahçesinden dışarı baktı kadınların hareketlenmesinden dolayı ayağa kalktı.
-         Tütsü ayinleri bitmiş galiba.
                                          123





Dedi.Stavro o anda kendisini burda bekliyeyimmi diye sorunca.
-         Evlat sen marposa git.Beni yalnız bırakırsan sevinirim.Dostumla baş başa kalmak istiyorum.
     Zamanın ona sunduğu hasretlikti aslında.Yiğit Düştüğü yerden kalkar derler.Mavropulos amca için bu söz neyi kaybettiğinin içinde gizliydi. Çünkü bazen insan yerden kalkamıyor. Düştüğü yerden.
Stavro Mavropulos amca için bayağı endişeliydi çocukluğundan beri tanıdığı insanın buhran içinde oluşunu ilk defa izliyordu.
         Birbirimizi arayışımız, bulamadığımızdan...Belki o da değil. Bu dünyada hiç bulunamayacak bir şeyi arayışımızdan... Bizim hikayemiz bitecek, dünyanın hikayesi başlayacak.Mavropulos amcanın hikayesi artık sonsuzluktu.











                                            6
     BÖLÜM
       

                                                124


   Sonbaharın son günlerini yaşarken hayatın kaybedişlerini yaşayanlar ile kazananlar arasında aslında bir galibte görünmüyordu. Mevsimlerin akşamüstüsü Sonbahar iyiden iyiye soğutarak kışa hazırlıyordu Tzamaika’yı.Stavro Balıkçı Andreasın teknesinin yanaştığı minderekten balık alıyor.Macelas’ta onları seyrediyordu yanlarından geçen Tzamaika’nın yıllarca ana kara,Girit ve Rodos’a büyük yolcu gemilerinle ulaşımını sağlamış yılların Kaptanı Stanis’in selamlaşarak geçerken seslenişine kulak vermek için kafalarını döndürerek baktılar.Kaptan Stanis emekli olmasına rağmen her zaman temiz pak simsiyah ve omuzlarında,yakalıklarında ve kol ile omuzlarındaki apoletlerle beyaz şapkası elindeki piposuyla.
-         Selam Çocuklar.
-         Selam Kaptan
-         Balıkları ucuza sat Andreas.
-         Kaptanım zaten son balıklarım bedavaya gidiyor.
-         Ela ela iyi akşamlar çocuklar.Dikkat edin Akşamüstü hava bozar
  
Macelas gülerek havaya bakıp Kaptan Stanis’in ağırdan ve yavaşça geçişini izlerken.
-         Etraf günlük güneşlik Kaptanım….???
Elindeki piposunu sağ eliyle kavramış dumanını sala sala yürürken diğer kolu arkasındayken elini kalbine koyup yürüyerek cevapladı.
-         Buradan biliyorum çocuklar.
Macelas yürüyen kaptanın arkasından bakarken ağır ağır uzaklaşan Kaptanın gür sesi çınlatıyordu adeta.
-         Her akşam üstü hava bozar Çocuklar.Ya dışında Ya içinde ama mutlaka bozar.
Deyip geçerken kaptan Teknenin deniz üstünde sallanması içndeki Balıkçı Andreas ile Stavro’nun birbirlerinin suratına bakışıp sonra giden kaptanın sözlerini dinlemişlerdi.Balıkları alan Stavro hala kaptanın uzaklaşmasında kalmış gözleriyle uzunca uzağa dalmıştı. Sevilmeyen insan serpilip olgunlaşamaz. Fakat sevilmek var, sevilmek var! Diye düşündü.Her kimseyle karşılaşsa belli bir sevgi sözcükleriyle geçer olmuştu acaba herkes Hikayesinin üstüne lafmı sokar olmuştu.
                                               125

     Yada herkes kendinde kendi hikayesinimi yansıdığını hissediyordu anlayamdan Macelas ile Mavropulos amcanın meyhanesinin önünden geçip gittiler.
       Akşam olmuş gün ağarmış yemek için hazırlanmıştı masaya hazırladığı Stavro’nun getirdiği balıkları kızartıp getiren anne Aneorke oğluyla baş başa bir akşam yemeğinin tadını çıkarıyordu.Stavro balıkların yanında yapılmış salatayı yerken.
-         Mama çok güzel kavurmuşssun.
-         Balıklar güzelmiş oğlimum.
    Yemeklerini yerken Sonbaharın bitmesine günler kaldığını söyleyen Stavro.Kaptanın sözlerini söyledi.Anoerke Ana gülümsedi.
-         Oğlum bu adada herkes aşık’tır.Ondan herkes kafası bulanık gezer.
-         Kaptan kime aşıktır Anaorke mama.
-         Oğlimum onu hepimiz tanırız okulda bile beraberdik.O kimseye aşık değildir.O Deniz kızına Aşıktır.
-         Vaaayyy o kadar yani.
-         Evet 12 yaşında başladı hala aynıdır git sor bak.
-         Kafa sıyırıkmı.
-         Yokkkk oğlum herkesten akıllıdır.Zor aşk varsa derdi en zor aşka ben tutulcam.Bizede sizin güzelliğiniz yaşlanınca gidecek neden sizin gibi bir faniye aşık olayım.
-         Baştan kendini iyi hazırlamış sevdim bakkk.
-         Bu okudu üniversiteye gitti büyük uzun yol kaptanı oldu babanla limanda sormuştuk varmı bir sevgili hala deniz kızınamı aşıksın diye ?
-         Eeee babammı sordu.
-         Evet verdiği cevap…..Sevile sevile sevilenler sonunda küçülebileceklerini görmezden gelemedim hala Deniz kızına aşığım deyip gülüştüler babanla.
-         Hımmmmm ……
Anoerke mama balıkları yerken Stavro’ya bakarken oğlununda bazı duygulara yenik olduğunu anlıyordu.
-         Hiç Hazan Yapraklarına yakından baktınmı Oğlimum.
-         Evet Mama baktım.
-         Nasıldır Hazan Yaprakları.
126 

-         Cansızdırlar, dokununca çıt diye kırılıverirler.
-         Evet oğlimum.
-         Fakat nasıl da güzeldirler ve bulundukları yeri güzelleştirirler...Sararmış ve turuncuya çalmış renleri ile yerlerde.
-         Oysa tabiat her sonbahar bize hakikati gösterir.Bitiş,Ayrılık ve Ölüm kaçınılmaz olduğu kadar güzeldir.Ürperişin kalbidir Sonbahar ve ömrümüzde bir sonbahar daha bitiyor.
Annesiyle konuşmalarının ardından karnının doyduğunu hisseden Stavro tabağını ileri itip masayı seyretti.Stavro ne zaman konuşssa mama Anoerke ona büyük bir ilgiyle bakardı.Endişeli hallerinden kendince sıyrılmasına yardım ederek kendini mutlu ettiği çokça görülmüştür.Yıllar yılları alıp götürsede hayattan tek isteği sadece birbirlerine nasıl destek olacaklarını öğrenmesi olmuş bu gel gitlerde başka insanların bu denklemde yeri yoktu onun için.
       Yemeğini yemiş evde biraz zamanını geçirmişti,belli bir süre sonra oturduğu koltuktan ayağa kalkıp paltosunu aldı Annesine.
-         Ben çıkıyorum Mavropulos amcayı bir göreyim son zamanlarda çok tuhaf halleri var.
-         Durumu nasıl ? bayağı üzgündür şimdi bilirim.
-         Çok üzgün hemde nasıl ama Yaya’nın ölümümü onu bu kadar üzgün yaptı yada kendiyle ilgilimi anlayabilmiş değilim mama.
-         Oğlum onlar adı konulmaz bir şekilde bir dostlukları vardı.
-         Ama herkes onun bu kadar üzgün olduğunu hem hissediyor hemde ona paylaşmak adına yardımcı olanlara ise kırıcı davranır diye yaklaşamıyor hatta bir keresinde beni bile yanından kovaladı.
Anoerke Mama bu davranışı çok iyi biliyordu ve tavrını hiç yadırgamadı.koca ihtiyar huysuzluğu hala üstündedir diye düşündü.
-         Hiçbir şekilde dertleşmek istemez o koca göbekli.Şikayet’te etmez derdin nedir diyede sorma oğlimum.Direk ona neren acıyor diye sor ancak o zaman sana cevap verir.
Mavropulos amcanın bu özelliğini daha önce BAA ile beraber nice dertleşmelerinde aslında şahit olmuştu söze fazla girmemeye dikkat eder bazen sorarken bile kızarak cevaplar verirdi.Birinin bir derdi var isede fazla karışmamaya özen gösterirdi.
                                                127

       Hatta fazla dertlenmelere karşı hayat dersi sözlerine ihtiyacı olsada tek kelime söyler geçerdi.’’Hayatta artık insanların Dertleri değil.Neşeleri ile ilgileniyorum’’ derdi.Nerden bilinebilirdiki Mavropulos amcanın Hüzün senelerinin yıllar önce başladığını.Yağmursuz Toprağın kuruluğunda gözleri bulut bulut olmuş ama dökemediği gözyaşlarını içine akıttığını ısrarla Tzamaika’dan ayrılmamasının nedenini onu mezara çökerkenki gördüğü hali gözlerinin önüne gelmişti.Toprakta Yayanın kokusunu aramasını.Anoerke Mama oğluna dışarda yağmur başladığını müjdeledi Stavro camdan dışarı bakınca güldü Sonbahar bayağı kurak geçmiş bu kuraklık devam ederse seneye zorgünler beklediğini söyledi.Annesi ona şemsiyesini uzattı oda aldı,ayakkabısını ve paltosunu giyerek dışarı çıktı.
      Dışarıda çiseleyen yağmur toprağa değiyor yüzüne gelen taneler ilede hoşnut oluyordu gökyüzündeki bulutlar kararmış ve yoğun adanın dışındaki engin denizlerde şimşekler çakıyordu.Paltosunun yakasını kaldırarak gelen yağmur tanesinden korunmak adına şemsiyesini açmadan yürüdü Marpos’a doğru.Yürürken aklında Mataios’un siması belirdi sanki onu düşünüp ıslanırken onsuz bir yağmurda ıslanmak aklından geçti birdaha aynı zamanda aynı hayatta yaşayamayackları aklına geldikçe içi ürperiyor ürpermesinden adeta korkuyordu birgün gökten boşalırcasına oturdukları bir cafe aklına gelmişti gülümsedi kendine kızan kelimeler sarf etti bazen hayatın içinde Mataios’a kızssada ençok kendi hatalarını kendi yüzüne söylüyordu.Kıza kıza Mavroplos amcanın meyhanesine geldi.Meyhanenin önünden içeri girmeye çalışırken içerde sadece bir tek koridorun ışığının yandığını fark etti.Ama meyhanenin alt üst olmasının fark etmek için ışığa gerek yoktu.Meyhanenin ortasında birbiriyle eşleşmeyen mobilyaların bir yerde toplanması bazıların kırık ve bakımsızlık nedeniyle darmadağınıktı.Sandalyeler bir yerde toplanmış bazı eşyalar yerlere saçılmıştı.Stavro Mavropulos amcanın koridordan arka kapıya yürürdüğünü duydu.Kırık bir tabağın üstüne basıp onun ardından gitti.İç taraftaki küçük bahçenin içinde kalabalık sesler geliyor Stavro meraklanıyordu.Mavropulos amcanın sesi ortalıkta yankılanıyordu.
-         Eeeee Pires daha gelen giden yokmu ?
                                      128

Kel kafalı yaşı ellinin üstünde olmalıydı.Sırtında tozlu palto ,ayağında kareli pantolonu,geniş yüzlü,sarı,az sakallı,donuk bakışlı ,küçük gözlü bir adamın cevabını işitti.
-         Geldiler Mavropulos …..
Stavro’nun geldiğini kamyoncu sanmıştı.
-         Yok Stavro imiş.Hoş geldin Stavro.
-         Hoşbulduk Pires.Hayırdır Mavropulos amca.
Yaşlı adam içini çekerek boş bulduğu bir yere oturdu.Düşünceli sorgulayan bakışlarıyla etrafını inceleyerek Stavroya baktı.
-         Tembellik! Stavro artık Tembellik zamanı.
-         Kapatıyormusun burayı.
-         Yoruldum Evlat ayaklarım artık gitmiyor.
Diyerek Stavro’ya baktı.Kapının eşiğinde adeta çakılı kalan Stavro birşeyler söylemek istediysede söyleyemedi kelimeler ağzından çıkamadı.Adeta ateşlenmiş bir hastanın yüzünü andıran şaşkınlıkla dona kalmıştı.İçinde buz gibi,panik derecesinde korku duydu.
-         Burayı bıraktıysan herşeyi bırakmışssındır Amca.
-         Gerçekleri konuşalım be evlat.Benim için herşey sona erdi.Ben artık gayesiz amaçsız bir yaşlıyım artık.Sonuçta geleceği düşünmek gereksiz.Onun için Tembellik yapmak istiyorum.
Baktı Stavro bu kelimelere ne söylenebilirdi aksiliğinin verdiği çekinmede vardı.Mavropulos amcanın.
-         Sen dinlenmek istiyorsan tabikide senin hakkın Amca ama burayı dağıtarakmı.
-         Yok be evlat dağıtmıyorum toplatıyorum.Haaa ! Tembellik derkende.Yanlış anlaşılmasın.Çalışma,üretme tembelliği değil. Kendimi artık buralı biri olarak tanımak konusundaki tembellik! Bu iş zor iş artık! Yolunun geçtiği mahallenin kahvesinde oturanlarla üç beş kelime etmeye benzemiyor.Benim için Tzamaika’nın Hikayesi bitti benim için onun tembelliği.
-         Burayı unutmakmı istiyorsun Amca.
-         Unutkanlıkla unutmak çok farklı şeyler. Unutkanlık Aptallıkla kardeştir.Unutmak Abdallıkla.
O anda içeri girenler eşyaları toplamaya koyulmuştu.Kamyonun yanaştığı yere kadar taşıyanlar her eşyayı amcaya soruyordu.
                                                129


İçlerinde Talos’ta vardı Talos Stavro’yu görünce selamlaştı.Oda taşıyanlara yardım edenler içindeydi Stavro’da yardım etmek istediysede.Mavropulos amca izin vermedi gel diyerek eliyle işaret yaptı.
       Mavropulos amca ağır aksak ilerlerken Şişelerin bulunduğu yerden bir şarap eline geçirdi.Şişeyi eline alır almaz dibine tortusuna bakarak masaya koydu,hafifçe eğerek çekmeceden çıkardığı türbüşonun kıvrım ucuyla mantara bastırarak çevirerek mantara geçirdi.Türbüşonun ucuyla şişeye dayayarak hafifçe kendine doğru çekerken itinası gözden kaçmıyordu.
-         Yıllanmış bir şarabı açarken tortusunu karıştırmadan açacaksın.Aynı insan gibi.Acıları ve yaşanmışlıkları tortusuna saklamıştır çalkalamaki kapanmış acıları şarabı bulanıklaştırmasın evlat.
Mavropulos amcanın göz alıcı geçmiş yaşamından bugüne aslında parlaklığının kendini nasıl sinsi sinsi büyülemiş olduğunu görüyordu.Delikanlılık günlerinde en büyük hayalleri dostuyla dünyanın her yerini gezmekti.O yıllardır sakladığı şaraplardan bir tanesini dahi içmemiş onu hep güzel anlara saklamıştı ama o güzel anlar gelmedikçede yıllandırdıkça beklettiği Şarabı bugün artık içmek istemesi artık geri dönüşü olmayan yolla yüz yüze kaldığının göstergesiydi.Ömrü boyunca hasretlik çekmiş ama aynı havayı aynı toprağı paylaşsada hasretliğin girdabında yaşayıp giden bu yaşlı adam artık hasretliğin en korkulanıyla yüzleştiğinden beri eskisi gibi değildi.Bu eski rüyadan uyandığı ilk anlarıydı ama artık hiç hatırından çıkmayacak kadar.Şu anki ruh hali ne yapacağını bilmez halde bu garip adanın en yalnızı hissediyordu.Görüyorduki artık onun bu çevrede yaşamasına elvermezdi.hayatının geldiği nokta bu güzel adayı keşfedenlerin ,nede bu Adaya övgüler yazan kişilerin lafını bile etmedikleri,Ancak kol gücüyle çalışan.Balıkçıları,Teknecileri,Denizin verdiği en ağır şartlada para kazanmaya çalışanların hep dert ortağı meyhanesinde ağırladığından onu herkesin dertlerini bildiği için sürüklenmişti.Yinede o Denizciler meyhanede olmasalar ne filozoflar,nede bilginler yetişebilirdi.
                                               130


     Stavro meyhanenin bu bölümlerini gözleriyle süzerken.Mataios’u hayal etti önceleri varlığıyla destek sonrada kayboluşuyla çıldırtıcı bir işkence kaynağı olan artık sonbahar ağaçlarının arkasında düşlüyordu. Yoldaşı olarak yanında Mataios bulunsaydı bütün emellerinden gülümseyerek vazgeçerdi.Onsuz olunca bu kötü günlerden derin yaralar almaması kaçınılmaz birşeydi.
    Mavropulos amcanın bardaklara itinayla koyduğu şarabı izlerken biliyorduki son kez konuşacaklardı.
-         Amca nereye gideceksin bundan sonra.
-         Yorgunluğumu atacağım herhangi bir yere.
-         Çokmu yoruldun yada yorulduğunu şimdimi anladın.
-         Yorgunluğumu bir süreye kadar izin vermiştim nefes aldıkça hiç yorulduğumu anlayamamıştım.
-         Eidothea Yaya’nın ölümünden sonra yorulduğunumu anladın.
Sustu susmak zorunda kalan Mavropulos Amca dostluğun en güzelini yaşadığı insanı çok özlüyordu.Nice yıllar tek kelime bile etmediği hatta kavganın en üst seviyesinde yollarını ayırdığı halde günler geceleri aylar yılları devirsede ona karşı dostluğunu hiç bitirmemişti.
-         Yorgunluk evlat…… kaçınılması gereken, kötü, tatsız, ayıp bir hal değildir. Haksızlık ediyoruz. Yorgunluğun soylu bir yanı vardır ve ne yazık ki bu yanını unutur olduk.Yorgunken arsız arzular,boş tercihler,bizi öldüren hırslar çekip gider, bizi kendimizle baş başa bırakırlar. 
-         Ama yorgunluğun tek bir insanın yokluğunda ortaya çıktı.
Güldü Mavropulos amca heyyy gidi dergibi kafasını salladı.
-         Bana söyleyene bak sen Mataios ile ne zamandır görüşmüyorsun.
-         Aylar oldu sanki yılları devirmişim gibi,Sanki birimizden biri ölmüş çaresiz bir sonu bekleyiş gibi.
-         Tamam! Aşk bana göre gökten zembille inen tek şeydir. Başa gelir! Aşk cürettir.
-         Yorgunlukta seçimdir o zaman.
-         Aynı anda hepsini seçmek... Bu imkansızdır.Baktım yıllar öncesine elimden bir şey gelmiyor dediğin gibi dostluğum öylesine büyükki ama birdaha aynı alanları paylaşamıcaz kaybetmeyi göze aldım.
                                            131

Kaybetmeyi göze alarak kazanmaya başladım. Fakat bu çağın insanı kaybetmekten korkuyor,eksikten, gedikten, hata payından çekiniyor. Bu yüzden sürekli endişe içinde. Herkes endişe hastalığı"na tutulmuş halde. Endişe, seçmeyi ertelemekten ya da seçtiğinden ürkmektir

-         Amca Endişe ve cesaret, umutsuzluk ve umut birlikte filizlenir. Onu değil de bunu beğenmek... Bunu seçmek diye yutturuyorlar.
 Sevmekten kaçmak, hoşlanıp bırakmak... Bunu da seçmek diye yutturuyorlar. Amca sen seçerken o da seni seçtimi.
-         Bak evlat biz dosttuk ha belki ben sevdim çok sevdim ama tek farkımız vardı baştan beri onun beni sevdiğine ikna olmadım yoktu çünkü sevmek başka sevilmek başkadır.Çok fazla konuşuyorum ama son konuşmam say birazda içtim hani üzgünümde hani.
Mavropulos amcanın yüzüne bakınca gözleri buğulandı.

-         Konuş amca konuşki içimdeki çığlıkları bastırsın.

-         Bak Evlat ! Huzur mu istiyorsun, önce şu huzursuz gerçeği kabullen.Hayat eksik’tir, hep öyle kalır. Anlam da zaten oradadır.

-         Ne kadar sevilirsen sevil,hep ihtiyacından az kalır.Ne kadar çok seversen sev karşılığını bulmaz.Ne kadar kovalarsan kovala hep kaçar zaman. Her başarı, başarılamayan ne çok şey olduğunu hatırlatır.Bir şeyi tutmak başka bir şeyi bırakmakla mümkündür.
Elimizde fotoğraflar kalıyor geriye iyikide kalıyor evlat baktığımız zaman zamanın durduğu yerde ama içim parçalanıyor baktıkça o fotoğraflardan sonraki geçen zamana bakınca boşa geçirdiğimiz dostsuz geçen.

-         Ama amca fotolarda olmasa tarih için yok olacak bir üfleyiş değilmi.
                                           132

-         Bir zamanlar erkeklerin fotoğraflara bakmaktan kaçınması, kadınların fotoğraf albümlerine bayılması üzerinde çok dururdum. Bu durum erkeklerin unutarak,Kadınların hatırlayarak yaşadığına işaretti.Nihayet Mutlu fotoğraflar,mutsuz insanların imdadına yetişti.
Topu topuna yaklaşık bir saat orda öylesine şarap içip sohbet etmişlerdi.Mavropulos amcanın bugüne kadar bu kadar derinden konuştuğuna inanamıyordu dışında tipik bir iri yarı cüsse sadece meylikten anlayan bir anlayış sandığı insanın kelimelerinde o bir saat içinde taş olmuştu, deryada balık, dipte yosun, az daha rüzgar olup uzaklaşacaktıki, yine dönüp insan olmuş. Şimdi gidip manasını anlatsa, Mataios’a ne fayda! Bilen bilirdi zaten diye düşündü Stavro. Kaskatı kesilmek, orada öylece kalakalmak değildi.Tutunmak ve tutuculaşmak değildir. Bir kaya, bir masa, bir vazo onları kendi hallerine bırakırsak, öylece dururlar. Fakat insan hem fiziksel hem de zihinsel olarak ancak eylem içinde durabilir!derken amcaya baktı.
-         Amca şimdi sana ben git derim içim rahatlayarak.
-         Ama sen kalacaksın artık.
-         Belki bende gelebilirim gideceğin yere .
-         Yok sen onu denedin evlat eline ne geçti kocaman bir hiç.Döndün kavuştun hayalini yaşadın ama hayallerin elinden pufff ! uçtu.
-         E e  evet !
-         BAA İçin Tzamaika iç’inin Ütopyasıydı.o içimizdeki şanslıydı hikayesinin son noktasını geldi,gördü,gitti.
-         Hikayesini bana yükleyipte gitti.Olacakları bir anlamda sezebiliyordu.
-         Evet evlat.Ben sizin içinizde gitmeden kalan varlığına sığındığım bu adayı hiç terketmedim.Herkes bir yerlere kaçarken ben aynı oksijeni paylaştım,Aynı havada yandım,aynı havada üşüdüm oralarda bir yerlerde olduğunu bile bile kaçmadım kaldım burda.Şimdi geridönüşü olmayan bir yola girenim için hayat bana limansız sahillerde dolaşmam gerektiğini söylüyor.
                                        133



BAA geldiği yer olarak ütopyasına sığındı.Hikayesini mecburiyetten başkasına yükledi.Stavro’a kendi hikayesini BAA’dan devr aldı şimdi Mavropulos amca kendi hikayesini Stavro’ya yüklemeye hazırlanırken Stavro bütün hikayeleri yüklenecek kadar dayanıklımıydı acaba ayağa kalktı amcanın elinden tuttu daha önce kendinde kalma isteğini yineledi eşyalarını satmış amca bunu mecburiyetten kabul etti hava soğuktu dayanılacak gibide görünmüyordu.Elinde hazırladığı iki bavulla Stavro’nun evinin yolunu tutarken dışarda soğuk ve loş bir gecede Islanmış sokak lambalarının altında yürürken Mavropulos amca Stavro’nun elini tuttu.
-         Bir zamanlar "önce kendi ayaklarının üzerinde durmalısın" lafı  tavan yapmıştı.Neden? Çünkü hayat bir yürüyüştü.
Ve bir yerlere yaslanmadan, kendi kararlarına dayanarak yürümeye başlamanın ilk adımı buydu.Bizim gençliklerimizdeki siyaset mücadelemizde bazen Krizler vardı o krizlerde insanlar ne yaptı Stavro ?

-         Kriz insanların parasal anlamına ağır bir darbe vurdu. insanlar bile anne baba ocağına geri dönerek dostlar birbirine destek çıkıp borçlanarak krizi atlatma yolları aradılar. 

-         Ama  Evlat hepimiz….Üç karışlık kariyer zemininde ayaklarımızın üzerinde durmak için kim bilir kaç kişiyi ittik, düşürdük? Yıllar geçti. Ayaklarımızın üzerinde durmak pek de marifet değilmiş onu anladık ne yazıkki.Durduğumuz yer Sağlammıydı yada doğru yermiydi onun kavgasını hala bitiremedik.

-         Ne garip... Kazanmak insanlara yetmiyor. Diğerlerinin kaybettiğini de görmek istiyor...

-         Stavro şimdi aklıma geldi.Geçen yaz Atina’dan gelen kadın gurup vardı.Tzamaika dahil bütün yunan adalarını gezmeye koyulmuş üç masayı birleştiren

                                         134

Beyaz Yunanlı diyeceğimiz halleri vakitleri yerinde 50 yaşlarını geçmiş kadından oluşan gurup oturuyor.BAA yanlarına gidip siparişlerini falan alıp getiriyor yiyeceklerini hazırlıyorum koyuyorum BAA Götürüyor getiriyor.Neyse….. Kadınlar Bakımlılar. Fakat yüz ifadelerine tuhaf bir yorgunluk yerleşmiş. Çok geçmeden BAA benim bakışlarımı anlamış halde gelip.’’Hepsi bakımlı zannediyorlar ama amca hepsi Yarış yorgunu kadınlar amca’’ diyerek gülüyor.Bende iyice bakmaya başladım onun sözünden sonra doğruydu. Yıllardır eşlerini, çocuklarını, kendilerini, mallarını mülklerini yarıştırmaktan bitkin düşmüşler ama farkında bile değillerdi yani evlat sana son nasihatim kimse için yarışma….

-         BAA bu analizini yine yapmış.
-         Dur en sonu söyleyeyim.
-         Kadınlara baktı hepsine film karakterlerine benzetip kadınları bir havaya soktu kadınlar bir havalarda bir havalarda.Sipariş üstüne sipariş verdiler neredeyse 20 kişi iyide kazandık o gün.
-         EEEEE amca…..
-         Ben oğlimum kadınlara bak hepsi.Keçe gibi neyin havasına soktun kadınları.
-         Amca bak bunlar varya Yani Rehber Motoru olduklarının farkında bile değillerdir bunlar.Bunlar film karakteri değil onlar sinema artisti sandılar. TV.Dizi Karakterlerine benzettim anlamadılar.Ama dikkat biri her an düğmeye basıp Televizyonu kapatabilir bırak kendi hallerine.
İkiside gülümseyerek Stavro’nun evinin önüne gelmişlerdi.
-         BAA dediki demekki asillik herkese uymaz.





                     **************************************


                                                  135

       Sabahın karanlığı Kasımı geride bırakmış.Dışarıdaki ayazın sesi kapı ve pencereleri döver olmuştu.Sabahın ilk ışıkları doğmaya yüz tutmamıştı henüz ama evin için sıcacık olması Stavro’yu uyanmasında rahatlama hissettirmişti.Salona çıktığında yüzüne vuran sıcaklığın ardında burnunda kızarmış ekmek kokusu onu adeta bir kez daha uyandırmıştı.Anoerke Mama kimse kalkmadan önce kalkmış sobayı yakmış kahvaltıyı hazırlamıştı.Mavropulos amcada ondan az önce kalkıp otorduğu yerde Anaorke mama’nın hazırlık yapmasını seyredip onunla konuşuyordu.Stavro yüzünü yıkayıp geldikten sonra üstünü giyerek yanlarına gelip oturdu.

-         Erkencisiniz !
Mavropulos amca gülümseyerek baktı.
-         Eski arkadaşımla bayağı sohbet ettik.
Stavro bu sözden sonra annesine bakıp Mavropulos amcaya bakıp.
-         Gençlik zamanlarınız değilmi.
İkisi aynı anda evet dedi.Gençlik zamanlarından beri aynı adanın eskimeyen insanlarıydı.Anaorke mama kahvaltıyı hazırlayıp ikisinide masaya çağırdı oturup kahvaltılarını yaparken.Dışardan korna sesi gelince pencereden bakan Stavro gelenlere eve gelin der gibi el işareti yaptı.Biraz sonra açılan kapıdan içeri girenlerin Macelas ve Talos’un olduğunu gerünce ikisinide masaya çağırıp kahvaltıya devam ettiler.Belli bir süre geçmişti kahvaltılarını yapıp koltuklarda kahvelerini yudumlarlarken.Hepsi birden Mavropulos amcanın hasretini nasıl çekeceklerini kendi duygularıyla anlatmaya çalışıyordu.
Talos kendini tutamadan ağlayınca ordaki bulunanlar onu susturmaya çalıştı.Ama Talos gözlerini silerken eliyle tamam tamam der gibi işaret yaptı.
-         Beni ben yapan insanların teker teker gitmesi beni çok üzüyor.Önce BAA sonra sen Mavropulos.
-         Bak iki arkadaşın daha var burda bak onlar varya.
Stavro ve Macelas’a bakıp amcaya dönerek.
-         Kimsenin yarın nereye gideceğinin garantisi varmı.Ya onlarda yarın gidiyorum derse ne yaparım.
Stavro Talos’a bakıp kendinin artık bir yere gideceği bir cesaretinin olmadığını anlattı.
                                                 136

Macelas ise biz artık seninle çalışıyoruz gidersek beraber gideriz deyince Talos sobanın yanına kalkarak üşüyen ellerini ısıttı eliyle sıcaktan ısınan elbisesinin silkeyerek tekrar elini ısıtırken.
-         Biliyorsunuz geçmişimi kendimle yaşayan birisiyim.İlk defa sizin yanınızda ben olduğum için mutluyum.İlk defa mezarlardan başımı kadırdım.
Mavropulos amca elindeki kahve fincanını masaya koyarken.
-         Ama bilki BAA’nın sözleriyle sen var oldun bizle.
-         Ama en büyük sen olmandı içinize girmemde.Sen hayır deseydin içinize girmem kolay olmazdı.
Susunca Stavro ve Macelas o anda yanlarına gel derken Talos oturduğu koltukta odayı gözleriyle süzdü gözlerinden yaşların akmasına mani olmak için yaptığı belli olup kendini zor tutuyordu adeta.
-         Sizlerle dost olmadan önce kimle konuştuysam üstünlüğünü belirten kelimelerle konuşuyorlardı hiç durmadan konuşuyorlar ne kadar üst konumlar ile ilğilendiklerini bana anlatmaya çalışıyorlardı.
Stavro güldü gülerkende kızarak.
-         Ama senin suçun sen hepsinden daha kültürlüsün iki lafınla rezil edebilirdin susarak kendini saklamaya çalıştın hep.
-         Doğru ama daha önce kendini önemli mevkilere taşımaya çalışan hangi tip varsa .Dilimden çıkanları çalıp,Kendi zihinlerini yönetmeye çalışınca sustum.
-         Yani……Vardı öyle tipler.
-         Bak Stavro bak Mavropulos bak Macelas hatta bak Anoerke Mama. Tüccar hesapçılığıyla hayatın dengesini ayarlayan insanlarla konuşunca ilk söyledikleri ne biliyormusunuz.
Hepsi o anda ne der gibi bakınca Talos devam etti.
-         Keşkelerim yok, iyi ki'lerim çok diyen.Keşke diyerek hayıflanmayı sevmem, hataysa benim hatam" dediklerini işittim.
Yıllar içinde oradan oraya savrularak yarım asrı idrak etmiş insanların kalkıp  yaptığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım diye böbürlendiğine rastladım.Bu tavrın nasıl bir kibir ve katılık içerdiğinin farkındalar mıdır acaba çok kereler sordum? 
                                        137

Doğru berbat Keşkeler vardır benim gibi. Hep bir şeyleri kaçırmışsın, yakalayamamışsın, hep yanlış tercihlerde boğulup  kalmışsın duygusu hani...hepsi benim gibi.Ama yıllar sonra içimde hesaplaştığım Keşkelerim iyiki var olmuşlar dediğim günlerdi sizinle geçirdiğim günler.Ama nasıl pişer insan keşkeleri olmasa.Sizi ondan sevdim gidenin arkasından ondan ağladım.

Herkesin yolculuk saatinin yaklaştığı anlardaki Talos’un içten sözlerini yudumlarlarken.Anaorke Mama söze karışmak zorunda kaldı.

-         Bazen yeniden başlamak gerekir, geçmişi bir yana bırakıp sil baştan yapmak Tamam tamam tamamda...
İyi de geçmişi neden bırakması gerektiğini bilmeyen, fikrini ve kalbini mazisinden kopartıp çekmeyen için hakikaten yeni bir gelecek mümkünmü ?

O anda herkesin kendisini toparlaması gerektiğini hissetti.birden ayaklanarak Macelas ve Talos amcanın iki bavulunu alarak arabaya gittiler.Stavro ve Mavropulos amca paltolarını giyerken.Anaorke içerden elinde siyah bir bez getirdi Mavropulos amcaya uzatarak bunu al dedi Mavropulos amca o anda ne olduğunu anlayamamıştı.Anaoerke Mama siyah bezin içinden çıkardığı kırmızımsı eşarp tarzı bezi eline sıkıştırınca bu bez senindi biliyorsun.Stavro’da şaşırmış ikisine baktı.Anaorke o anda bezin gününü ve tarihini hatırlattı.
-         O bez hatırla Eidothe’nin çocuğunun vaftizinden sonra verilen eğlencede Sirtaki’den sonra sana doğru attığı yazma atarken her daim beni hatırla demişti.
-         Bunu ben arıyordum yıllardır.
-         Sirtakiye çıkınca ben almıştım boynundan sonra o gece unuttum vermeyi bugüne nasip oldu.
                                        138



Eline aldığı bezi avuçlarında sıkıp burnuna kadar götürdü.İçine çektiği kadar kokladı.sonra paltosunun içine sıkıştırıp.Anaoerke Anaya sarılıp uzunca durdu.
-         Çocukluk arkadaşım elveda sana .Eidothe’yi yalnız bırakma kurutma üzerine diktiğim gülleri Kışın Kurumazssa baharda sula.
-         Mavro benim arkadaşım.Kocamın sırdaşı.Giderek nereye gidiyorsun Eidothea bilirsin Deniz Perisidir.Tamam o masadan kalktığınızdan beri düşmansınız birbirinize.
-         Yok o kadar değilizdir herhalde.
-         Ogünden sonra bir gün bile konuşmadınız,Yüz yüze bile gelmekten çekindiniz Madem bu kadar sevdin,Öfkende Düşmanlıktır yoksa sende yoksa onda vardır.
-         Düşmanlık olacak bir şeyimiz olmadı.
-         Evet ama Kimsenin bağını kopramadığınız bağı siz anında çözdünüz Bir ,İki hadi Üçüncü sarsılmada kendinizi yıktınız.Savaşmadınız.Teke tek hesaplaşmadan Ölümden korkar gibi korktunuz.
-         Ben kendi kavgama kendim giderim…Anaoerke  
-         O yazıları ben yazdım, o yazıların sorumluluğunuda ben kendim taşırım diyemedinmi.Sen niye kendi yazılarının sorumluluğunu tek başına taşıyamıyorsun?Niye başkalarını çağırmak istiyorsun diyemedinmi?.....O yazıları, o insanlarla birlikte mi yazdın?
-          Benimkiler,Seninkiler diyerek büyük bir kalabalığı çağırmak ve o kalabalığın arasında kaybolmak istedi ?
-         Herkes boşa bağırıp çağırırken sen o gürültünün arkasına saklanacaksın, derdin oymuydu ne oldu Dostluğunuzdan oldunuz…
-         Hem kaçtı, hem de kalabalıkları bahane edip kaçmıyormuş gibi davrandı.
                                         140
-         Giderayak böyle konuşmak istemezdim ama neylersin Mavro….Sen bizi buralarda mahsunca bırakırken senden Eidhote’nin hatırına bunları söylemeden rahat edemezdim.
-         Gel ,Gel Buraya kendine iyi bak…….Stavro ile mutlu ol Tzamaika ve Gençliğimizin yolları ve Sahilleri sana emanet.
Eski dostuyla vedalaşırken yavaştan ve usulca dışarı çıktı.Araba hazır çalışmış.Kasasında Talos oturmuştu.Kapyı açıp Direksiyonda Macelas ortaya Stavro’ya kapının kenarına Mavropulos Amca oturunca gaza basıp ilerledi.Mavropulos amca geminin kalkmasına daha biraz zaman var deyip Macelasa bir ricası olduğunu söyledi Sonkez Eidothea’nın mezarına uğramak istediğini Söyleyince Macelas olur diyerek Kilise sokağına sapıp arka bahçeye kadar sürdü arabada kalan Macelas ve Stavro Mavropulos amcanın Yavaştan inişini ve Mezarlığa kadar yürümesini arabanın içinden camın arkasından gözlemliyorlardı.Onlar gözlemleyene kadar Mezarına ulaşan amca Şapkasını önüne koydu.Kilise bahçesi ve Mezarlığı avlusu eski dostlarla hem buluşma, hem de bir vedalaşma yeridir. Kimileri aramızdan usulca sıvışırken, eski dostlar gideni yad eder,  birbirleriyle hasret giderirler. Son yolculuk sıralı oldukça mesele yok gibi görünür …Ama Mavropulos amca sessizce sadece kendisinin duyacağı şekilde mırıldansada Arabadaki Macelas en çokta Stavro onun gönül sesini duyar gibiydi.Mavropulos Amca mezara başını boynunu eğerek konuştu konuştukça Boncuk boncuk ağlarken sözleri kalbinin diline vururcasına.
-         Eidothe Hoşça kal Asil KadınHoşça Kal Tanrılara güzellik veren Tanrıça bilirsin beni.Hayatımız göründüğü kadar basit değil olmadı olması nasipte olmadı dost ,ama anlaşılmaz gibi de değildi öyle bir adım ötedeydi aslında ,çoğunu unuttuk belki şimdiden bitti birtakım bekleyişler umutlar da bitti bir zaman, ama unutmayalım çektiksek acıları sonunda unutma zulüm de biter hayatımızda,,,,,,,,,,,,
                                         141

Aslolan esasdır bizde unutma biz bu hayat savaşında herkes gibi yaşamadık herkes boş boş konuşurken,boş boş yaşarken,biz yürek yüreğe dövüşdük hemde ne dövüşme yüreğimizi parçaladık ,uzaktada olsa ,yakındada olsak ,herkes bir yıldızını söndürürken biz kutupyıldızına sarıldık tesadüfen apansız imkansızı beklerken sakın ve sakın umutsuzluk yok bu sözleri hasta haberini alırken Hastahane odasında tek başına kaldığın zaman haberim olduğumda yazmıştım sana Bak unutmadan kelime kelimesine haykırdım sana duyuyormusun.
Biliyorsun Kürsüm olmadı ama savaşlarım oldu,politikam olmadı ama siyasetim oldu,satışlarım olmadı ama alışlarım oldu, düzenim olmadı ama risklerim oldu,kirli zengin olmadım ama varlığımı yitirdiğim oldu, resimlerim oldu ama sahte gülüşlerim olmadı,sevmelerim oldu ama değmezlerim olmadı .insanlığımdan çıktığım olmadı ama insan olmak için duruşum oldu.Onun için gerçek oldum.Kavgamda,Küsmemde ve Öfkemde Hoşça kal en güzel insanım….
     Aracın bulunduğu alana giderken Ağır aksak ve yavaşça yaklaşıp kapıyı açtı iri cüssesini aracın içine sığdırırken ufaldığını hissetti.Macelas Kontağı çalıştırıp gaza basıp ilerlerken Mavropulos amca arabanın dönmesine rağmen kafasını mezarlığa çevirmiş vedalaşmasının sonuna kadar kullanmak istercesine bakıp kalmıştı.Mezarlık ve Kilise arkada kalınca kafasını çevirip yola doğru derin bir off çekerek kafasını kaldırıp.
-         Sanki 945 yıl önce Bizans imparatoru ROMEN DİYOJEN'İN yaşamı bana yapıştı sanki.

                                         142



Stavro nasıl deyince.
-         ALPASLANLA karşılaşıncaya kadar BİZANSIN gördüğü en iyi imparatordur.taakiiii MALAZGİRTTE TÜRKLERLE SAVAŞINCAYA KADAR .
-         Türklerin ilk girdiği Bizans Toprakları savaşında değilmi.
-         Evet Evlat.
-         Eeeee ne oldukide kendini özdeşleştiriyorsun amca.
-         Tarih Tekerürlerle devam eder….Yada Tarih sahnesinde kişilerin düştüğü durumdan kendindede bir şeyler bulunabilir.
-         Herkesin Devri her zaman daimdir BAA söylemişti.
-         Evet……
Savaşın başlangıcında herşey iyidi ama kendisine akraba ve dost bildiği derebeylerinin birden adamlarını savaş meydanından çekip kendi adamlarıyla baş başa kalıp çatışmadan kaçınmadan kılıç kılıca bilek bileğe dövüşe devam ettirip taaki az kalmış adamı ve gücü tükenip yoruluncaya kadar bir türk askerinin eline esir düşünce ALPASLANIN karşısına çıkardılar alp hakan toz toprak içinde kalmış olan DİYOJEN’in imparator olduğuna inanmadı ama daha önce gönderdiği ajanları vasıtasıyla doğruladı ..... ona tek soru sordu ALP HAKAN...... Diyojen cevapladı..... O kadar savaştım az adamla kazanamayacağımı bende biliyordum ölmek istedim ama bir türlü kanımı akıtamadılar ölseydim karşına çıkmayacaktım teslimim sana ama ne olur beni öldür sırtımdan değil göğüsümden kılıç sokunki çatışmış olayım....
-         Alpaslan Öldürdümü Diyojeni ?
-         HAKAN ona ..... sana ben değil senin adamların ceza vermiş . yüreğine duyduğum saygıdan dolayı ama düşmanım olman sana verilecek en iyi ceza sağ bırakıp BİZANSA göndermektir.ROMEN diyojen Bizansa ayak bastığında gözlerine mil çekilip ömür boyu manastıra kapatılmıştır .....
                                                143

-         Ölmekle Kalmak en ince çizgi bu Amca….Ama yine Dik duruş sergilemek Savaşıpta kaçmamak.Savaşıp ölmemek Ölüpte sonra yaşayan Ölüye dönmek.En kötüsüde Dostlarının Savaşmaktan korkup sıvışmasından.
-         Onun İçinde dedimki bunca yıl sonra Malazgirt Ovasında tek başına kalmış .Diyojen gibi kalakaldım.
-         Yaniiiii Amca.
-         HER DÜŞMAN biraz DOSTTUR ....
Ömrü Boyunca İmparatorluğun en zorlu dönemlerinde Bulunsada ilk Düştüğü gafletten uyanması en zor dönemlerine rastladığını savaş meydanında anlayanların yaşadığı bir hayat vardı etrafımızda.Mavropulos Amcanın bundan sonra anlamı olmayan hayat yürüyüşünde anlamlı insanının yokluğuna merhem olacak kimse olmadığını biliyordu.Birden Stavro’ya döndü ne oldu sizin bir siyaset kurma gibi bir girişiminiz vardı.Dışardan gelen bir adam diye sorunca.
-         Devam ediyorlar gibi….
-         Siyasetin akıllıca davranmak hareketi, sanıldığı kadar kolay değildir.Hele ülkemizde bu iş hiç kolay değildir.
-         Evet Amca ….Çünkü siyasetin başkalarıyla bağlantı kurma sanatı zordur, biraz tuzakçıdır. Biraz da kurnaz ve hakikatsizdir.Ben Bağlantı kurmak istemedim bundan sonrada tövbe ettim o insanlardan.
-         İkinci defa “çünkü” ile başlayan bir cümle kurarak yorumlamaya devam edersek, önümüze çıkan manzara, kurnaz ve hakikatsiz saptamaları bile aratacak kadar ağır yükler yaratır.
Bu yüklerin önemli bölümü duygusaldır ve siyaset bilhassa, bu bahiste ağır basan özelliklerle dikkat çeker. Çünkü her siyaset münasebeti bir karşılıklı ilişkide akıl kullanmayı zorunlu kılar.
-         Önce bir duygu buluşması ararız.Aradım Bu buluşmanın yararları üzerinde hassas duruşlarımız öne çıkar hassaslığımı önde tuttum. Her sonucun kendi beklediğimiz doğrultuda olmasını isteriz kendi doğrularımı öne koydum.
                                        144
-         Ayrıca beklediklerimizin gerçekleşmesi için yükleneceğimiz her zahmetin, bize nimetlerin en büyüğünü getirmesini isteriz ve bekleriz bekledim sonuç hüsran benim için...
Konuşmalar aniden kesilmişti.Liman görünmüş BAA’yı götüren Gemi bütün heybetiyle karşıda duruyordu.İçlerine biraz hüzün düşmüştü Yolcuların telaşları belli oluyordu ama daha biraz zaman vardı yolculuğun.Mavropulos amcayı götürene kadar arabayı parkedip indiler Limanın hemen dışında bulunan Cafeye oturdular Garsondan üçtane kahve söylediler.Kahveler anında hızlı bir şekilde gelince Satvro Garsona bu ne hız deyince .Garsonda Mavropulos amca ilk defa teşrif etti bekletmeyelim amcayı derken gülümsediler.Macelas Amcanın biletini onaylatıp gelip masaya tekrar oturdu.Arka Masalarında dört kişilik bir grup vardı.Bir büyük şirketin çalışanı oldukları .Takım elbiseleriyle ellerinde çantalarıyla Yunanistan’ın her şehrine Seyehat ettikleri belli olan Genç çalışanlar kendi aralarında tartışıyorlardı... Seslerinin masalarına kadar gelmemesi imkansızdı.Mavropulos amca gözlerini açıp sessizce dinleyin dergibi işaret yaptı.
Konu malum... İşyerinde herkes birbirini ön ismiyle mi çağırsın, yoksa "bey", "hanım" demeye devam mı etsin? Bunlar soyluluk ünvanları değil ki, niye bu kadar tartışıyoruz" diyor içlerinden biri ve ekliyor.Gençlerden biri o anda Mavropulos amcanın omuzuna değip Özür dileyerek.
-         Merhabalar…..Sizden özür dilerim ama dünden beri tartışıyoruz.İşyerinde herkes birbirini ön ismiyle mi çağırsın, yoksa "bey", "hanım" demeye devam mı etsin? Siz tecrübenizle lütfen bir yol gösterin.
Diyen grubun en fırlaması olduğu belli olan gence doğru döndü Amca herkese selam vererek.
-         Selam Çocuklar.İşyerlerinde söylenen Malum kelimeler istemesekde Nihayetinde basit nezaket ifadeleridir.
Birden içlerinden diğeri üzerinde durulmaya değer bir söz mırıldanıyor ama galiba diğerleri pek fark etmiyor.Mesafe iyidir, herkese yarar!derken Amca onaylayan ifadeyle karşılık verince.
                                             145



Derken işe yeni başladığı her halinden belli olan genç bir kadın kaşlarını çatıp yüksek sesle
-         Vallahi benden kimse beklemesin bunu, çok zorlanıyorum
Derken…Bu çıkış karşısındakilerde merak uyandırınca sözüne şöyle devam ederek.
-          Babam beni hep kızım kimseye bey, hanım, efendi deme ki, efendin olmasın, diyerek büyüttü!
Mavropulos amca hepsinden izin alarak masaya dönerken….Aslında Şimdi o genç kadına nasıl anlatmalı!Çalışma arkadaşlarına sadece ön isimleriyle hitap etsede...Modern bir köle gibi çalışacak. Gündelik hayatında mutlu olabilmesi için şirketin muazzam hiyerarşisine uyacak.Yönetime Biat edecek,her bölüm şefinin de kendi çapında bir Derebeyi olduğu bir Post kavgasına girişecek diye düşündü.Dünyanın yeni efendisinin her yere yayılan İşletme düzeni ve giderek Şirketleşen Hayat olduğunu giderek anlayacak diyerekten Kahvesinin son yudumunu içerken.
Bir sevenler var, bir de sevilmeyi sevenler. Birinciler Yalnız kalır, ikinciler kalabalığa Yenik Düşerler.Diyerek mırıldandı. Sevdiklerimizi başkalarından gelecek tehlikelere karşı korumaya özen gösteririz. Keşke gerektiğinde onları kendimizdende korumamız gerektiğini kabul edebilsek. Çünkü en coşkulu aşk vaatlerinin içinde bile soğuk ve yıkıcı bir Yabancı gizlenir.Mavropulos amca Stavro ile hasbihal sırasında tekrar arka masadaki gençlerden biri seslendi.
-         Kötü oldu Beyefendi Hırsımı kaybettim.
Mutsuz ifadeyle.Masadaki arkadaşlarının bakışlarından sen anlamazssın diyen bir el sallaması ile sen anlamazssın diyen ifadeyle sözlerine devam ediyordu.
-          Sizin kuşaklara çalışıp çabalamak yetti belki ama bize yetmez, biz ancak hırs yaparak ayakta durabiliriz.
Yirmili yaşlardan az veya çok olmayan bu aynı renklerde takım elbiseli ve Çantalı yeni çağın Çalışanları Büyük Sermayenin Küçük Böcekleri misali İnsanları masada tanımışlığı kadardı.Mavropulos amcanın sonrasında Stavro karışmak isteyerek.
-         Nedir hırs dediğin? Gayretten, azimden farkı ne sence?"
Diye sordu.Kendinden Emin bir şekilde cevaplıyordu genç.
- Sadece kendi başarını değil, aynı kulvarda koştuklarının da başarısız olmasını istemek!
                                             146
Mavropulos amca,Stavro ve Macelas o anda tavırlarıyla gencin söylediği söze karşı vay canına diyerek hayıflanınca.Hırs denen belaya hiç bu kadar açık seçik bakmadıkları belli oluyordu.Genç arkadaş gözlerini kısıp fısıldar gibi konuşmasına.
-         İlkokuldan beri, sınavlara gire çıka, derece peşinde koşa koşa nasıl yetiştik sanıyorsun?
Sınıftaki En yakındaki arkadaşım sınavda başarısız olsun da ben derece yapayım diye dua ederdim!
Devam edince.Gençlerin olduğu masaya tekrardan Nezaketen başlarıyla selamlaşıp kendi masalarına dönerken Stavro Mavropulos amcaya gülümseyerek.
-         Tarihten başlamıştın,Tarihle devam edeyim bu duruma amca.
-         Nasıl?
-         Gün Olmuş Timur Gelmiş.Kan dökmeyeceğim Teslim olun demiş,teslim almış şehri sözündede durmuş diri diri gömmüş insanları.Demekki Herkes Suyun Irmağına akmasını istiyor.Kazanmak insanlara yetmiyor diğerlerinde kaybetmesini bekliyorlar.
Derken Geminin Sireni olağanca yüksek ve acı acı çalmaya başlamıştı.Ayrılığın zamanının geldiğini hissettiren bu Sirenden dolayı masadan kalkıp Cafeyi kenardan geçerek limanın ağzına doğru yürürken.Cafede otururken farkedemedikleri kalabalığın yoğunluğuna dikkat kesildiler.Limanın yolcuları ve Yolcu edenlerinin kalabalığının yanında neredeyse tüm ada halkının limanın ağzında biriktiğini görünce ayrılığa üzülmemek için zor tutuyorlardı kendilerini.O anda yanlarından geçip giden biraz önceki masadaki gençler Yaşlı amcanın yanından geçerken Bu kadar kalabalığın içinden şaşkın tavır ve Şaşkın bakışlarla biraz önce konuştukları kişinin tanınmış birimi diye meraklanmış şekilde geçerken.Üstlerine oturmamış kiminin uzun kiminin vücuduna dar gelen takım elbiseli halleriyle.Fakat gündelik hayatlarını berbat eden, ilişkilerini yıpratan, gitgide Ruhsuzlaştıran ne varsa, başımızı çevirip yanından geçiverirken hayat onları gerçekle yüzleştirsede.
                                               147

Hırs,Açgözlülük,Bitmez tükenmez rekabet hayatlarına yerleşmiş olan yeni çağın insanına Öyle bir yarış düzeni yapışmış şekilde. hırsa kapılmak tabii bir şey sayılıyor.Biraz önce Masada tanıştıkları İnsana vedalaşmaya gelen muazzam kalabalığın anca Hırsıyla bir yerler gelebilmiş Ünlü olabilirdi onlar için.Yada prensib olarak hayatlarında bir kez bile selamlaşmamış hasbihal etmemiş insanları Telefon kayıtlarına,Not Defterlerine,Sanal hayatına katıp anlık onay olan beğenilerine sunan kadın veya erkek aslında birer MOTOR’a dönüştüğünün bile farkında değillerdi. Hayatı bir yarış gibi tarif ederken, o zaman herkesin kazanamayacağını anlamak için yılları vardı onlar için. Hedefe koşmaya ve koşarken yanındakini itip düşürmeye zorlanan deney hayvanlarını andıranlar için,bu manzara hiçbir zaman anlayamayacakları bir İnsan biriktirmenin en güzel finaliydi.
Mavropulos amca hemen herkesle bir şekilde sarılıp tokalaşırken Stavro’nun elini tutuyordu.Stavro elinde ve sırtında bavulları ile amcaya destek olurken.Vedalaşmaya Tzamaika’nın yaşlısından gencine herkesi duygulandırıyordu.O anda kalabalığın arasından süzülüpte gelen birisi Mavropulos amcayı fena halde şaşırttı.Bu gelen Ömrü boyunca didiştiği insan olan Boreas amcanın karşısında durması olmuştu,anlaşılacağı üzere ilk adım atan kişi gayet kendinden emin ve eskiyi unutma çabasındadır. Yıllar sonrasına denk gelen yaşanması zor olan bir zaman dilimidr. nasıl davranılacağı kestirilemez, hatta buna karar vermek için karşı tarafın davranışları gözucuyla ve dikkatle incelenir.Ama Son Veda olduğu için bir birlerine sarıldı gülümsediler.Boreas amca kızgın vede hiddetli bir şekilde ses tonuyla.
-         Elveda sana ….. Çok Kavga ettik,Çok didiştik,Birbirimize yıllarca Tahammül ettik.Ama gerçek insan olduğunu biliyorduk.Hoşçakal kayıp yıllarımıza üzülmekten başka çaremiz yokmuş vedalaşırken.
                                           148

-         Nediyeyim bu kadar kalabalık insanın beni vedalaşmaya gelmesi benim için onurdu.Ne yalan söyleyeyim senin buraya gelmeni hiç beklemiyordum.
-         Gelmemek için hiç düşünmedim,Nederse’de desin gitcem dedim ve geldim.Sana Kızssamda sadece ben kızarım başkasına söz söyletmem söylettirmedimde sadece huysuzluğunu herkese duyurdum.
Derken Gözyaşının aktığını gören herkes kadar Mavropulos’uda şaşırtmıştı bu durum.Oysa hayatı boyunca herşeyi elde eden bu insanın hayatla hep dalga geçer bir hali ile tanınmıştı.Yıllarca adı konulmamış bir savaş yaşamışlardı.parasal ve güç ölçekte Boreas amca önde olduysada,Her zaman Kitlesel güçlülüğü Mavropulos amca yaşamıştı O anda onu orda uğurlamaya gelenler içindeki gençlerin onun sadece eski meyhaneci olarak tanımaları ama Eskilerin tanıdığı ise daha farklıydı….Hayattan bazı şeylerden kendini çekmesi o devamlı söyledikleri ünlü Masa’daki gelişen olaylar olduğunu bilirlerdi.Son veda zamanı geldiğinde gençlerin bilmediği ama eskilerin anlamış oldukları tarih tarih ,zaman zaman yaşanmışlıklardı.Masa başında savaş haritalarına bakan İlerde Mısır’ın Firavunu olacak KEOPS’un babasına söylediği.’’Her savaş başlamadan önce iki taraf kaybetmiş sayılır.Savaşı kazanırsın ama kendinden birşeyler kaybede kaybede’’Tzamaika’da .
      Gemi uzun uzun sirenlerini çalmaya başladığından vedalaşma hüznü iyice ortalığı sarmıştı…..Her bakan gözlerin Mavropulos gibi bir insanın Tzamaika’yı bile terk edebileceğini görüp hiçbir şeye şaşırmama gereğini duygusal yönden anlıyorlardı.Ağır aksak ve yavaştan Gemiye binen amca.BAA’nın yaptığı gibi Tzamaika’nın arkasından bakmadı.İçerde kendine yer bulup oturdu.Kamarasına gemi hareket edince bulmaya çalışacağından 3.Sınıf yolcuların koltuğuna oturup.
                                              149


Camdan Tzamaika’nın dışına bile bakmadı sadece paltosunun iç cebine koyduğu.Eidothea’nın yıllar önce sirtaki sıratında kendisine fırlatıpta beni hatırlarsın dediği yazmayı çıkardı uzunca bakıp kokladı. Benim için Sen çok güzelsin.Nasıl izah etmeli bunu anlaşılır bir dille. Mesela gözlerinde bir şey var açıklayamıyordum.Sanki aynı kareye sığdırılmış topyekün, yeryüzü ve gökyüzü.Ama şunuda sana söylemeden bitirmeyeyim Sol yanımdaki yaraya,yokluğunun yaramayan yanlarıyla tampon yapmaktanda yoruldum haniiii ama yinede tatlı bir yorgunluk diyelim...Diyerek sessizce kendi derin dünyasında konuştu sanki yazmada onu görerek.Gemi Limandan ayrılmış ilerleyen her dalgada Tzamaika geride kalmıştı.Eksikliğiyle çıktığı yolculuğuna demir atmak istememişti.Hayat acımasızsa,Tzamaika’yada bakmaya değer bir şey yok olmalıydı.Elindeki Yazmaya verdiği değerle Tzamaika değerliydi.Yıllar önce aldığı bu değer ölünceye kadar yanında taşımalıydı.


                     *************************************

Biten bu hikayede vede diğer hikayelerde hayatı sadece Sevmek üzerine kurulmamıştır.Hayatın bütün çarkları içinde Sevmek kadar zorla sevilmemekte vardır.Melankolik olmak aslında kötü bir huy değildir.Yaşamak istenipte yaşanamamış hayata isyandır.Para ve güç üstüne kurulmuş bir sistemde bazı değer duygularında yaşandığı bir dünya kurgulanmıştır.
Vermeyi hediye sanan ve gidip hediyeyi satın alan bir topluma dönüştüğümüz gün bitmiştik, fark etmedik. Korkarız, geriye kalan bir parça iyi yanımızda,Alma’ya bu kadar odaklananlar, başkalarına Sevinç verebilirlermi. Yaşamaya dair korkularımız dinsin, güvenimiz ve güvenliğimiz tam olsun diye alıp alıp biriktiriyoruz.

                                               150
    Ve eşya veya eşyalaşmış duygular bizimle dalgasını geçiyor. İçimizi biriktirdiklerimizi kaybetme korkusu sarıyor.
Oysa vermekten geçiyordu var olmak, unuttuk! Bilgiyi bile eşya gibi biriktirmeye başladığımız zamanlarda yaşıyoruz.
Sevmek, sevgilisiz tek bir lokmanın bile boğazımızdan geçmemesiydi. İşe önce Evrensel değerlerden kuşkulanmakla başlamalısınız. Var mısınız buna!
İnsan Hikayelerinin geçtiği tüm yollar aslında birbirlerine elbette kesişir.Milyonlarca yıl önce sadece iki ayaklı insandan,Bilimsel çağda çağlar atlayacak olan insanoğluna kadar her hikaye başka hikayelere yüklenerek sürecektir.
Doğa tarafından çok canlı zevklerle ,çok güçlü tutkularla doğmuş İnsan.Herhangi şeyleri sadeleştiren,nedenleri iyice çoğaltıp kabullenmeme durumundan artık herşeyi Kabullenmekten geçer.Bilgelik olmadanda zorunlu olan şeyler vardır ve sonuç olarak herşeyin bir ilk nedenden kaynaklanması,bu ilk nedende ne akıl nede bilgelik varkende mümkündür.
Başarı öykülerinin tarihi değiştirdiği varsayımı nedeniyle tarih sayfaları hep başarı öykülerinden söz eder. Oysa bazı başarısızlıklar vardır ki tarihin akışını tamamen değiştirmişlerdir. Damga vuran her ismin yaşamı elbette baştan sona başarı hikâyeleriyle dolu değildir. Herkes gibi onların da başarısızlıkla sonuçlanan girişimleri, acı dolu deneyimleri olmuştur. Ancak bunlardan bazıları var ki, ilk tercih ettikleri yolda başarısız oldukları için hayat onları ikinci bir tercih yapmaya zorlamış ve bu da onları, tüm insanlık tarihini veya bazı toplumların tarihini etkileyebilecek kadar önemli birer insan haline getirmiştir. Papaz olmaya kalkışıp devrimci olanda var, ressam olmaya kalkışıp tarihin göndüğün en büyük zalimlerden biri olan da... Boksör veya çiftçi olmaya uğraşıp çok farklı yerlerde karar kılanlar olduğu gibi, basit bir öğremen olarak başlayıp devlet başkanlığına uzanan merdivenleri bilinçli bir şekilde tırmanan ve sonra da o zirvede başı dönen, gözü kararan İnsan hikayeleri.
       Bilinmeyen geçmişten bilinmeyen geleceğe akıp giden zaman hikayeleride bitirir.Kurudu artık göz pınarları,bu saatten sonra Kılıçlar çekilse farketmez artık.Oysa bu hikayelerde iç’te kalan acı derleniyordu kimse farkında olmadan.
                                                151
Can sızısının umrunda olmadan yaşamak buydu aslında.Bırakıp gidenin sızısına aldırmadan.Yeni Hayat’ın şenliği vardı gülüşlerinde.Her hikaye sonunda yılanların peşine düşülmüştü. Bazıları Şahmeran olmak derdinde,Diğerleri ise deri değiştiren yılanların bıraktıklarını toplayan. Bedeni hırpalayan zamandır,Yüzü hırpalayan ise hatırlardır. Suyun güzelliği ise... Suya iştahla değil, özlemi ile duyarız. Ayrılık da öyledir ya, susuzluktan dilin damağın kurumasıdır. Vaftizin, abdestin, arınmanın,Dar’a çekmenin ve kutsamanın Su’yunu unuttuk çoktandır.Su arıtmıyor artık,Su Arıtılıyor.
      Bu hikayelere yeni kelimeler yazılması imkansızdır artık.Çünkü Güneş ile Ay’ın altında yazılmadık ince kelimeler kalmadı. Farkına bile varmadan tekrarlar olur.Üstelik her iyi eser fena halde ilham verici bir özelliğe sahip olduğundan başka eserleri de etkisi altında tutar.Ama bizdeki Hikayelerin yolculuğundaki mesele başka!
Onunla açık yüreklilikle yüzleşebilecek miyiz, bilemiyoruz.Etrafımızda Yaşayan İnsanoğlu var oldukça iyi,Kötü,Acı Tatlı tüm duygular sürüp gidecek.

Tüm Hikayeler Yaşandığı gibi,Biterde.Burada, şimdi değil, ama SIR’ın özelliği özlendiğinde varsın!



                                        SON

Yazmak ağır iş okumaksa eşsiz bir lüks.Yazar aslında hiç kendi dilinde yazamaz ne yazıldığı değil ne okunduğu önemlidir çünkü.
Dil hep okuyanın dilidir.



                    152